17 Mayıs Cuma, 2024

Felsefe Yazıları

Benzer Yazılar

Osmanlı’da Etnisite – 2

EDİTÖR:
Nur Seda Korkmaz

Bugün dünyadaki devletlerin büyük bir bölümü, göçlerin getirdiği insanlar veya onların torunları tarafından kurulmuştur. Yeri değişmeyen halklardan oluşan devletler parmakla sayılacak kadar azdır. İnsanların Afrika’dan nasıl ayrıldıkları, bütün dünyaya nasıl yayıldıkları ve başka tür insanlarla nasıl karıştıkları bu yazının konusu değil.

“Türk” İsminin Ortaya Çıkışı

Orta Asya’dan çıkan insanların nasıl değiştikleri, nasıl yeni toplumlar, devletler ve kültürler yarattıkları aşikardır. Orta Asyalılar, Türkiye’den gelen ziyaretçilere “at üstünde gittiniz, uçakla döndünüz, kara gözlü gittiniz, mavi gözlü geldiniz” demekle bu değişimleri açıkça belirtmişlerdir. Malazgirt Savaşı zamanında Doğu ve Orta Anadolu’nun önemli bir kısmı, doğudan gelmiş Türk ismi altında birleştirdiğimiz yüzlerce aşiretten oluşmaktaydı. Ancak tüm bu Türklerin, 20. yüzyıldaki gibi, siyasi anlamda Türk olduklarını iddia edemeyiz. Siyasi anlamda Türk, ilk kez 20. yüzyılda Atatürk tarafından çıkmıştır. Cumhuriyet Türkiye’sinin kuruluşu ile tarihte ilk kez Türkler kendi adlarını taşıyan bir devlet kurmuşlardır.

Balkanlar’da “Türk” ismi, etnik kökenleri ve dilleri ne olursa olsun tüm Müslümanlara verilmiştir. Müslümanlaşmış tüm Slavlar, Rumca konuşanlar ve Arnavutlar da dahildi. Bulgarlar ve diğer Balkan milli devletleri, Türkleri Balkanlar’dan söküp atarken buraya nasıl göçüp yerleştiklerini gerçekleri çarpıtarak açıklamışlardır.

Osmanlı’ya Göçler

Osmanlı’ya gelen dış göçler

Osmanlı toplumunun yapısı, milyonlarca insanın İmparatorluğun Avrupa’daki topraklarından Asya’dakilere doğru harekete geçtiği yıllarda büyük bir toplumsal, etnik, dinsel ve dilsel değişimden geçti. Bu nüfus hareketleri, modern Türkiye’nin de dahil olduğu bir dizi ulus devletin ortaya çıkması için zemin hazırlamıştır. Bulgar göçü, 19. yüzyılda Osmanlı topraklarına yönelen en büyük Slav göç dalgasıydı. Bunun yanı sıra, ilk Müslüman göçü olarak adlandırabileceğimiz, Kırımlıların ya da Tatarların kendi vatanlarına göçü önemli göçler arasındadır. Bu göçler hem toplumsal hem de kültürel bir dönüşüm yaratmıştır. Göç eden topluluklarda iyi eğitimli, varlıklı ailelerden gelenler ve liderlik konumunda olan soyluların torunları vardı. Beraberlerinde sadece gelişmiş bir eğitim düzeyini, soyluluk ve sınıf düşüncesini değil, aynı zamanda yitirdikleri toprakların geri alınmasına dair şiddetli bir arzuyu da getirdiler. Bu durum bazı ideolojilerde ve yeni toplumlarında belirli bir konum ve saygınlık edinme dürtüsünde ifade buldu. Göçmen etnik toplulukların Osmanlı cemaatiyle bütünleşmedeki başarısı, Anadolu’nun geleneksel toplumsal yapısını kökten değiştirmiş ve ulusal devlet de dahil olmak üzere yeni toplumsal ve siyasal örgütlenme biçimlerinin oluşumuna zemin hazırlamıştır. Ulusal Türk devletinin kurulması, sadece nüfus hareketinin sentezinden ibaret değildir. Aynı zamanda, bu topraklarda toplanmış olan çeşitli toplulukları siyasal bakımdan birleştirmek için de en uygun sistemdi.

Osmanlı’da Yahudi Nüfus Hareketi

Yahudilerin Osmanlı İmparatorluğu topraklarına göçü, esas olarak Filistin’deki Yahudilerin tarihini ele alan çeşitli çalışmaların konusu olmuştur. Fakat, Ortadoğu Yahudilerinin genel olarak Yahudi tarihindeki ve özellikle de Filistin’in dönüşümünde etkili olan Siyonist hareket içindeki rolleri dikkate alınmamıştır. Tarihte Türkler ile Yahudilerin en belirgin ilk teması Selçuklular dönemindedir. Selçuklular, gerek fethettikleri şehirlerde buldukları Yahudi cemaatlere gerek Bizans baskısından kaçıp yönetime sığınan Yahudilere bir vergi karşılığında din ve vicdan özgürlüğü tanıdılar. Orhan Bey 1326’da Bursa’yı fethettiği zaman, savaş dolayısıyla şehri terk etmiş olan Yahudiler kente döndüler. Yahudilerin kendi dinlerini ve geleneklerini rahatça sürdürebilmek için ayrı bir mahallede oturmak arzusunu Orhan Bey anlayışla karşıladı. Bu mahalle İmparatorluğun başka şehirlerine de örnek oldu. Yahudiler Bursa’da ve tüm ülkede istedikleri yerlere yerleşebiliyor, mülk ve tarla sahibi olabiliyordu. Edirne’nin fethinden sonra, Osmanlıların fethettiği her kentte Yahudiler Osmanlıları “kurtarıcı” olarak karşıladılar. Osmanlı idaresi, 19. yüzyılda topraklarını yitirinceye dek Sultanın egemenliği altında yaşamış olan Osmanlı Yahudilerine, Müslümanlarla eşit davranmıştı. 1899 yılında Filistin’e yerleşmeleri yasaklanıncaya kadar genelde Osmanlı topraklarına göç etmekte ve yerleşmekte özgür bırakılmışlardı. İlk önce, Balkan Yahudileri göç ettiler ve hala Osmanlı idaresi altında olan Balkan topraklarında yaşayan soydaşlarının yanına yerleştiler. Türkiye’ye Yahudi göçlerinin nedenine bakacak olursak, tek bir neden yerine dinsel, ekonomik, sosyal ve siyasal etkenlerin birbirini tetiklediği görülür. Kaldı ki göçler, bizzat göçmenleri olduğu kadar göç veren ve alan ülkeleri de etkilemektedir. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki nüfus hareketleri, dünyanın her yerindeki benzerleri gibi siyasal sonuçlar da doğurdu. 1890 yılında Osmanlı Yahudileri milliyetçi ideolojilerin Osmanlı İmparatorluğunda yayılmasından dolayı belli bir düzeyde siyasal bilince sahip insanlardı. Bu durum, bir kısmının Siyonist düşünceleri benimsemesine yol açtı. Sonuç olarak, Yahudiler yüzyıllarca baskıya ve zulme uğradıkları ülkelerden daima “güvende hissedilen ülke” Türkiye’ye yöneldiler. Dünya Yahudileri de, farklı vesilelerle, Türkiye’ye şükranlarını iletmekten geri kalmadılar.

Osmanlı’da Rumlar

Milliyetçi ideolojilerin 19. yüzyılda hızla yükselişinden sonra saf ulus fikri etrafında toplananların, yabancılara ve “öteki” olarak gördükleri “alt” kültürlerin mensuplarına karşı bir antipati besledikleri iyi bilinir. Bu milliyetçi ideolojiler 19. yüzyıldan önce de yaygındı. Tabii ki, antipatinin çok değişik biçimleri var. Sistematik devlet zulmü, tehcir ve şiddet, günlük hayattaki aşağılama, ticari ilişkilerde güvensizlik… Antipati ve güvensizliğin Osmanlı toplumunun tanımlayıcı özelliği olduğunu iddia edemeyiz. Hiçbir toplum için bunu söyleyemeyiz. Osmanlı tolumu bir İmparatorluk niteliğiyle, sadece resmi olarak tanınan dini, etnik ve dilsel grupların varlığına değil, aynı zamanda birbiriyle farklı alanlarda rekabet eden cemaatlerin bir arada yaşamasına da izin veriyordu. Rum milliyetçileri ekonomik silahın yanı sıra kültürel silah da kullanırlar. Şöyle ki, Silogi adı verilen kültür cemiyetleri, Rum okulları ve gazeteler bir silah haline gelmiştir. Batı Anadolu’nun, Türkler tarafından istilaya uğradığı hatta yok edildiğini söz konusu ettiler. Dinler ve kültürler arası Osmanlı hoşgörüsünün devamı için devlet ses çıkartmıyordu. Fakat, modern okullarda yetişen, yeni Müslüman orta sınıfın çocukları bu duruma tepki göstermişlerdir. Türk, Arnavut, Kürt ve diğer gruplardan olan bu kişiler, “kendi” devletlerinin destekçisi ve koruyucusu gibi hareket ediyorlardı. Çünkü, devlete hakim olanların topluma da hakim olacakları ve zamanı gelince toplumu istedikleri şekilde değiştirmek isteyecekleri aşikardı. Tarihin bir anında bir bireyin veya bir grup insanın başkalarına karşı hissettiği duyguları anlamaya çalışmak bazı güçlükleri barındırıyor. Konunun zorlu ve karmaşık olduğunu unutmamalıyız.

Osmanlı ve Romanlar

Osmanlı İmparatorluğu döneminde Romanlar ile ilgili fazla belge yoktur. Romanların tarihine de “göç” kavramı damgasını vurmuştur. Günümüzde bile Avrupa’da “Romanlar” deyince akla gelen ilk şeylerden biri göç olmaktadır. Romanların bir kısmı, Osmanlı’nın idarede özerk bıraktığı Doğu Balkanlar ve Doğu Avrupa’da yaşamaktaydı. Osmanlı’nın Romanlara yönelik başlıca politikası, yönetime ilişkin bir sorun yaşanmadıkça, onları denetim altında tutmak ve ekonomiye yararlı bir düzenin parçası olarak “yararlı olmalarını” sağlamaktır. Osmanlı İmparatorluğu’nun Romanlar için bir “hoşgörü cenneti” olduğunu da iddia edemeyiz. Çünkü, Müslüman olmayanlardan alınan vergiler, dini inanışlarına bakılmaksızın tüm Romanlardan da alınıyordu. Romanlar, İmparatorluğun “has parçası” kabul edilmemekle birlikte özellikle dışlanmış veya ayrıştırılmış da değildi. Ordu gibi kritik önem taşıyan bir kurumda, Romanlara görev verilmesi bu grubun bir tehdit unsuru olarak görülmediğini ve bu nedenle dışlanmadığını göstermektedir.

Osmanlı’da Dini Çeşitlilik

Farklı etnik kökenlere ve mezheplere sahip toplulukların Osmanlı topraklarında birlikte yaşaması erken modern dönemde Osmanlı olmayan yazarlarında üzerinde durduğu bir konudur. Osmanlı’da farklılaşma din kaynaklıydı ve din hürriyeti gayrimüslimlere tanınmakla birlikte, devlet bünyesinde üstünlüğün Müslümanlara ait olduğu kabul edilmiştir. “ecnebi” olarak görülen kişilerin yükselişi karşısında duyulan kızgınlık Osmanlı askeri-idari yapısının en üst katmanlarında seçkinler arası rekabetin baş unsurlarından biri halini çoktan almıştı. 16. ve 17. yüzyıl yazarlarının çoğunun duyduğu hıncın ve kızgınlığın odağında ise asıl olarak Hıristiyan doğmuş kullar vardı. Farklılığa peşin hükümlü yaklaşan bu ifade biçimleri çoğunlukla istihdam ve terfi konusundaki sıkıntıları dile getirmek, kulların ayrıcalıklı konumlarına karşı çıkmak, Osmanlı rejiminin idari-bürokratik hiyerarşisi içinde atama ve terfilerin liyakat esasına göre yapılmasını talep etmek için araç olmuştur.

İttihat ve Terakki döneminde siyaseti etkileyen liderlerin hemen hepsi taşralıdır ve göç ızdırabını yaşamış veya göçmen çocuklarıdır. İttihat ve Terakki hükümetinin göç konusundaki çabaları şimdiye kadar gereği gibi ele alınıp incelenmemiştir. Ege Rumlarının Yunanistan’a göçmeye zorlanmasından, Balkan Savaşı sonunda göçe zorlanan Müslümanları iskan için çıkardığı kanunlara kadar İttihat ve Terakki’nin birçok icraatı vardır. Osmanlıların egemenliği boyunca uyguladıkları bir göçmen kültürleri ve bundan doğan bir siyasetleri vardı. Türk ulusu tarih boyunca mağdura kucak açmış, etnik veya dinsel kökenine bakmadan kim olursa olsun bireysel ve kitlesel olarak bağrına basmış, korumuştur.


Kaynakça

  • Erdoğan M. ve Kaya A. (2015). TÜRKİYE’NİN GÖÇ TARİHİ. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları
  • Karateke, H., Çıpa, E., Anetshofer, H. (2022). OSMANLI TOPLUMUNDA ÖTEKİLEŞTİRME, DÜŞMANLIK VE NEFRET (16.-18. YÜZYILLAR). İstanbul: iletişim Yayınları
  • Karpat, K.H. (2013). OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE ETNİK YAPILANMA VE GÖÇLER. İstanbul: Timaş Yayınları

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Önerilen Yazılar