Salı, Kasım 5, 2024

Eski Türklerde Maniheizm ve Budizm

-

EDİTÖR:
Çağla Büşra Karakuş

-

Çin kaynaklarında Hunlar’ın devamı olarak karşımıza çıkan Uygurlar, Dokuz Oğuz boyunun onuncusu olarak görülmüş ve Göktürk Devleti ile aynı çatı altında yaşamıştır. 744 yılına geldiğimizde Göktürk Devlet’inin zayıflamasıyla Uygur Devletini kurmuşlardır.  Uygur devletinin kurulmasından yaklaşık 20 yıl sonra benimsenecek olan Maniheizm inancının tohumları ise daha erken dönemlerde atılmıştır.

Mani’nin resimlerinin yer aldığı Arzhang kitabından bir sayfa.

Maniheizm inancı, Mani tarafından 3. Yüzyılda Babil’de kurulmuştur. Ailesinin mensup olduğu  Elkesaiciler ile beraber yaşayan Mani, 12 ve 24 yaşlarında aldığı vahiyler doğrultusunda iki müridi ile  buradan ayrılarak misyonerlik faaliyetlerine başlamıştır.  I. Şapur tarafından Sasani başkenti Belapat’a çağrılmış ve vaaz vermeye güvence altında devam etmiştir. Ancak I. Şapur’un ölmesi ve I. Behram’ın tahta geçişi ile beraber bu durum sona erdi. Mani sapkınlık yaptığı iddia edilerek zindana atıldı ve 60 yaşında iken öldürüldü. Mani kendini Buda, Zerdüşt ve İsa’dan sonra son peygamber olarak görmüştür. Evrensel bir din ortaya koymak isteyen Mani’nin düşünceleri İran’dan Çin’e, Roma’dan Kuzey Afrika’ya kadar yayılmayı başarmış ve bin yıl etkilerini sürdürmüştür.  Senkretik bir yapıya sahip olan Maniheizm, araştırmacılar tarafından doğu ve batı olarak ikiye ayrılmaktadır. Doğu Maniheizm’ini benimseyen Uygurların, bu inanışı resmi devlet dini yapma süreçleri kolay olmamıştır.

Yaşadıkları evreni bir bütün olarak yorumlayan ve doğa ile iç içe bir hayat sürdüren Türklerin hayata bakış açısı ile,  Maniheizm’in maddi dünyadan uzaklaşılması gerektiği anlayışı örtüşmemekteydi. Ancak uzun yıllardır Maniheist olan Soğdlar ile beraber yaşayan halk için bu alışılagelmiş bir bakış açısıydı.  Ayrıca Mani’nin henüz yaşadığı dönemlerde Türk topraklarında pek çok misyonerlik faaliyeti yapılmıştı. Uygurların maniheizmi benimsemesinde ki en önemli etken ise Çin etkisi altında olmayan ve yerleşik yaşamı teşvik eden evrensel bir inanç olmasıydı. 763 yılında, yapılan Çin seferlerinin ardından Bögü Kağan mani rahiplerle görüşmelerinin nihayetinde Maniheizm’i kabul etmiş ve resmi din olarak açıklamıştır.

Budist Soğd’lu bağışçılar (8.Yüzyıl)

 Budizm ise, Hindistan’da Şakyamuni Buda tarafından insanlığın kurtuluşunu hedefleyen bir öğreti olarak ortaya çıkmıştır. Brahmanizm ve Hinduizm’in baskınlığını koruduğu dönemlerde Brahmanların dünyevi işlere çok odaklanmasına ve ayin kazancını daha ön plana koymalarına tepki olarak ortaya çıkmıştır.  Buda hakkında pek çok bilgi bulunmaktadır, bu sebepten bu bilgiler  araştırmacılar tarafından Tarihi Buda ve Ruhani Buda olarak iki kategori altında derlenmiştir.   Tarihi Buda M.Ö 566 yılında Şakya boyunun Gautama kabilesinde zengin ve rahat bir yaşama doğmuştur. Ancak aydınlanma yolculuğuna çıkarak bu hayatı geride bırakmış ve çileci bir hayat şekli edinmiştir. Ruhani Buda ise budistler tarafından fiziksel bedeninden ayrı tutulmuş ve ancak inançlıların görebileceği, üstün insanın 32 temel, 80 yardımcı işaretiyle donatılmış olduğu savunulur.

Dua eden bir Uygur kadını.

Budizm’in Türklerle olan teması henüz Hun dönemlerinde başlamasına karşın bir devlet dini olarak karşımıza Tabgaçlar ile beraber çıkmaktadır. Göktürk Devletinde ise durum karmaşıktır.  İbrahim Kafesoğlu’na göre Budizm, Göktürk devletince reddedilmiştir. Ancak Münevver Ebru Zeren’e göre  Göktürk Kağan’ın Budist pek çok hizmetlisi vardır bunun yanı sıra bir Göktürk kentinde Türk ve Çinlilerin ortak kullanımı için yapılmış bir budist tapınağı vardır. Ayrıca yalnızca Türklerin kullanımına açık bir diğer budist tapınağı da bulunmaktadır. Taspar Kağan ise ilk kez budist el kitabı olan  Nirvanasutrayı Türkçeye çevriltmiştir. Uygurlara geldiğimizde ise Maniheizmle benzer bir şekilde Soğdlar tarafından halka yayılmıştır. Bundan olacak ki pek çok budizm kavramı Maniheizm ile iç içe geçmiştir. Dönemin bazı eserleri incelendiğinde Budizm’e mi Maniheizm’e mi ait olduğu anlaşılmamaktadır. (Münevver Ebru Zeren)

Maniheist evren anlayışında sert bir düalizm söz konusudur. Işık aleminin kralı Zurvan, iyi olan her şeyi temsil ederken, karanlık kralı/tanrısı ise olumsuz olan her şeyi temsil eder. Maniheizm beraberinde bir yaşam tarzını da zorunlu tutar. İnanmış bir Maniheist, yalan söylememeli, canlılara zarar vermemeli, et yememeli, içki içmemeli, evlenmemeli, dünyevi zevklere önem vermemeli, içinde ışık bulunduran hiç bir şeye zarar vermemelidir. Ayrıca içerisinde ışık bulunmasından ötürü bir maniheist’in su ile yıkanması da pek hoş görülmez.

Budizm ise daha evrensel değerlere yer vermektedir. İnanmış bir Budist, herhangi bir canlıyı incitmemeli, hırsızlık yapmamalı, zinadan kaçınmalı, yalan söyleyip dedikodu yapmamalı, küfretmemeli ve boş ve lüzumsuz konuşmamalı, açgözlülük yapmamalı, diğer insanlar hakkında kötü düşünmemeli ve yanlış görüş sahibi olmamalıdır. Ayrıca Budizm’de merhamet kavramı özellikle vurgulanmıştır ve  vatan için de olsa  savaşmak hoş görülmez. (Aslı Zengin)

Bir Uygur Kağanı

Maniheizm ve Budizm yapısından dolayı Türk cihan hakimiyeti kavramı ile örtüşmemektedir. Bu durum geçmişte ve günümüzde araştırmacıların dikkatini çekmiş ve Uygurları eleştirmelerine sebebiyet vermiştir. Cahız’ın söyledikleri bunun güzel bir örneğidir: “Türkler zındıklık (Budizm) dinine girince artık harplerde mağlup olmaya başladılar. Türklerin en kahraman kabilelerinden Dokuz Uygurlar kabilesi bunun misalidir. Halbuki Dokuz Uygurlar, Karluk Türklerinden sayıca birkaç misli az oldukları halde, daima savaşlarda onlardan üstün olurlardı. Ne zaman ki zındıklık dinine girmeye başladılar ki, bu zındıklık dini insanları dünyadan el-etek çektirmek ve yumuşaklık telkin etmekte Hristiyanlıktan daha kötü tesir eder. Artık onların kahramanlık duyguları sönmüş ve pısırık olmuşlardır.” (Türker Eroğlu)

Ancak durum tabiki de bundan ibaret değildir, savaşçılık özelliklerini geride bırakan Uygurlar yüksek bir medeniyet ile kültürel anlamda, savaşçılıklarının yerini fazlasıyla doldurmuşlardır. Öyle ki Uygurlar, Maniheizm ve Budizm kültürlerinin en iyi temsilcilerinden biri olmuşlardır. Maniheist ve Budist eserlerin Uygur lehçesine çevrilmesi ile zengin bir dini edebiyat geliştirmişlerdir. Göktürk alfabesiyle yazılmış Irk Bitig, Uygur alfabesiyle yazılmış Huastuanift, Beş-Balıklı, Altun Yaruk ve Sekiz Yükmek bu durumun önemli bir göstergesidir. Ayrıca arkeolojik kazılarda ele geçirilen duvar resimleri, heykeller Uygurların sahip olduğu yüksek medeniyetin işaretleridir.


Kaynakça

  • Münevver Ebru Zeren, Maniheizm ve Budizm’in Uygurların Kültür Hayatına Etkileri, Doktora Tezi, İstanbul, 2015
  • Aslı Zengin, Eski Uygur Türkçesi Metinleri Üzerinden Budizm ve Maniheizm’in Savaşa Bakışı, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, Cilt: 58, Sayı: 1, 2018, 175-216, 
  • Türker Eroğlu,Hatice Kılıç, “Türk İnançları Ve İnanışlar”, Journal of Social Policy Conferences, no,49 (2010)
  • İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2014
  • Yaşar Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Ana Hatları, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2002
  • Münevver Ebru Zeren, Uygurlarda Maniheizm Etkisi Altında Gelişen Din-Devlet İlişkisi. Journal of Old Turkic Studies, 1(2), 140-157.

2 YORUMLAR

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz