Fârâbî Perspektifinde Felsefe ve Din İlişkisi: Sembolizm, Gerçeklik ve Toplumsal İdeal

-

EDİTÖR:
Meliha Çakır

-

Felsefe ve din, Ortaçağ Arap Müslüman polimatları için iki önemli bilgi kaynağını teşkil eder. Felsefe ile din arasındaki temel farkın doğurduğu ontolojik ve epistemolojik ayrılıklar sebebiyle, Orta çağ İslam düşünce geleneğinde, özellikle Gazzâlî ve İbn Rüşd arasındaki tartışmada görüldüğü üzere, bu iki alan arasındaki etkileşim sıklıkla çatışma biçiminde kendini gösterir. Gazzâlî ve İbn Rüşd polemiğinin aksine, Fârâbî’nin siyaset felsefesi bağlamında, felsefe ile din arasındaki etkileşimin uyumlu bir birliktelik biçiminde yorumlandığı görülmektedir.

Kuşkusuz, Fârâbî’ye göre din, felsefeye nazaran daha alt bir bilgi biçimi olmasına rağmen, Fârâbî’nin erdemli şehri içerisinde felsefe ve din eşit derecede kritik roller üstlenir. Hem felsefe hem de din, Fârâbî’nin önerdiği siyasi sistemin işleyişi ve varlığı açısından birbirini tamamlayan ve ayrılmaz birer unsur olarak kabul edilmelidir. Bu unsurlardan herhangi biri eksik olduğunda, Fârâbî’nin siyasi modeli istenilen şekilde sürdürülemez hale gelir. Bu bağlamda, felsefe ve dinin her ikisinin de erdemli şehrin farklı kesimleri için farklı amaçlar doğrultusunda kullanılması gerekmektedir.

Felsefe ve Hakikatin Bilgisi

Fârâbî, Kitâbü Ârâʾi ehli’l-medîneti’l-fâżıla adlı eserinin on yedinci bölümünde felsefe, din ve bunların karşılıklı ilişkisinin doğasını açıklar. Fârâbî’ye göre felsefe, şeylerin ardındaki nihai hakikatin bilgisidir. Bu bilgi, yalnızca kesin delillere ve derin iç görülere dayanılarak elde edilebilir. Gerçek anlamda nihai hakikate erişebilmek için, üstün bir akıl kapasitesine sahip olmak gereklidir, zira bu kapasite nihai hakikatin anlaşılmasını mümkün kılar. Bu sebeple Fârâbî, hakikati sadece filozofların ve “filozoflara yakın olanların” anlayabileceğini ifade eder. Filozoflar, hakikati “kesin deliller ve kendi iç görüleri yoluyla” kavrayabilirlerken, filozoflara yakın olan bireyler gerçeği “filozofların iç görülerine dayanarak”, “onları izleyerek, görüşlerini kabul ederek ve onlara güvenerek” anlayabilirler. (Alfarabi, 1985, s. 279)

Nesneler, semboller aracılığıyla temsil edilebilirler. Fârâbî’ye göre, nesnelerin gerçekte oldukları gibi bu sembolik temsili dindir. Başka bir ifadeyle, Fârâbî’ye göre din, felsefenin sembolik temsili olarak görülür. Fârâbî, filozof olmayan veya filozoflara yakın olmayan bireylerin nesneleri gerçek halleriyle anlama yeteneğinden yoksun olduklarını ve yalnızca “onları taklit ederek semboller aracılığıyla yeniden üretme yoluyla” (Alfarabi, 1985, s. 281) bilme yetisine sahip olduklarını, yani din yoluyla anlayabileceklerini ifade eder. Fârâbî’ye göre dinler, sembollerinin gerçeklikle olan uygunluğu veya uzaklığı temelinde değerlendirilir. Bir din, sembollerinin gerçek hakikate ne kadar yakın veya uzak olduğuna bağlı olarak konumlandırılır. Sembolleri gerçekliği yansıttıkça, bir din diğer dinlere göre üst sıralarda yer alır. (Alfarabi, 1985, s. 281)

Dini Felsefeye Tabi Kılma

Fârâbî’nin yazılarından ve diğer ilgili ikincil literatürden de bilindiği üzere Fârâbî’nin dini felsefeye tabi kıldığı ve filozofların bilgisini üstün gördüğü iyi bir şekilde tespit edilmiştir. Kitâbü Ârâʾi ehli’l-medîneti’l-fâżılada Fârâbî, felsefenin sembolik temsili olan dinin bilgisine kıyasla “Kuşkusuz, filozofların bilgisinin daha üstün” (Alfarabi, 1985, s. 281) olduğunu açıkça ifade eder. Diğer eserleri olan es-Siyâsetü’l-medeniyye ve Kitâbü’l-Mille’de de felsefe ve din arasındaki ilişki hakkında aynı görüşleri dile getirir. Kitâbü’l-Mille’de Fârâbî dinin iki bölümü olduğunu savunur: bir, teorik; iki, pratik bölüm. Açıkça “dinin oluştuğu bu iki bölümün felsefeye tabi olduğunu” ekler. (Alfarabi 2011a, ss. 24–35; Alfarabi 2011b, ss. 36–55)

Fârâbî,  İḥṣâʾü’l-ʿulûm (İlimlerin Sayımı) adlı eserinde felsefe ve din arasındaki ihtilaf hakkındaki görüşlerini dile getirir. Fârâbî’ye göre, bir dinin takipçileri, genellikle dinlerinin temel ilkelerinin aslında felsefi ilkelerin sembolik temsili olduğunun farkına varmazlar; bu nedenle dinleri ile felsefe arasında bir çatışma algılarlar. Bu farkındalık eksikliği çoğu zaman din ve felsefe arasında çatışmaya sebep olmaktadır. Bu durumda, filozoflar felsefe ve din arasındaki ilişkiyi din mensuplarına açıklamak zorunda kalırlar. Dindarlarla etkileşimde bulunan filozoflar, onları din ile felsefe arasında herhangi bir temel çatışma olmadığına dair ikna etmek için bir çaba gösterme girişiminde bulunurlar.

Fârâbî’nin Siyasi Düşüncesinde Erdemli Şehir Teorisi

Fârâbî, Kitâbü Ârâʾi ehli’l-medîneti’l-fâżıla‘da erdemli şehir teorisini okuyucusuna açık bir şekilde sunar. Fârâbî’ye  göre erdemli şehir, “insanların birliktelik yoluyla gerçek ve hakiki anlamıyla saadetin elde edilebileceği şeyler için işbirliği yapmayı amaçladıkları” bir şehirdir. Dolayısıyla Fârâbî’nin erdemli şehrinde birlikteliğin amacı “hakiki anlamıyla saadete” ulaşmaktır. Fârâbî’ye göre hakiki saadet, nefsin “maddeye ihtiyaç duymadığı, cisimsiz şeylerden ve gayrimaddi cevherlerden biri haline geldiği ve sonsuza dek bu durumda kaldığı” en üst düzeydeki mükemmelliğidir.

Fârâbî’nin erdemli şehrinde hakiki saadete erdemli fiillerle ulaşılır. Erdemli şehirde erdemli fiilleri tesis eden ve insanları  hakiki saadete götürmeyi amaçlayan Fârâbî’nin İlk Başkan er-Reisü’l-Evvel’idir. Bunu yapmak için, Fârâbî’nin ilk başkanı, diğer şeylerin yanı sıra aşağıdakileri de içeren üstün bilgiye sahip olmalıdır:

  • varsayılan saadetten farklı olarak hakiki saadetin bilgisi;
  • hakiki saadete götüren doğru yolun bilgisi; ve
  • hakiki saadete ulaşmaya elverişli eylemlerin bilgisidir. (Alfarabi, 1952, s. 113)

Fârâbî’nin ilk başkanının üstün bilgisi, ona yönetici olarak konum ve yetki verir. Fârâbî’de ilk başkanının üstün bilgisinin iki kaynağı vardır: Birincisi, ruhun nazari akılla ilişkili olan akıl; ikincisi, ruhun tahayyül yetisiyle ilişkili olan ilahi vahiy. Fârâbî’nin ilk başkanının nefsin nazari akıl yetisi aracılığıyla elde ettiği bilgi felsefi bilgi iken, nefsin tahayyül yetisi aracılığıyla elde ettiği bilgi dini bilgidir.

Fârâbî’de Nazari-Ameli Akıl ve Erdemli Hükümdar

Fârâbî’ye göre akıl veya nefsin akıl yetisi, kişinin “akledilirleri” bildiği, “sanatları ve bilimleri kavradığı” ve “iyi ile kötüyü ayırt ettiği” güçtür. Akıl iki ayrı bölümden oluşur: ilk olarak, teorik (nazari) akıl, insan eliyle yaratılamayan veya değiştirilemeyen nesnelerin bilgisini edinme yeteneğini ifade eder; ikinci olarak, pratik (ameli) akıl, insan eliyle yaratılabilen veya değiştirilebilen nesnelerin bilgisini edinme yeteneğini ifade eder. Fârâbî’nin ilk başkanı en mükemmel akli melekeye sahip olmalıdır. Yani onun akli melekesi bilfiil akıl ve bilfiil akledilir olmalıdır. Bununla birlikte, normalde akli güç “maddede bir eğilim” olduğu için, sadece “bilkuvve akıl” ve “bilkuvve akledilir”dir. İnsanın hakikate ermesi için bilkuvvelikten bilfiilliğe geçiş esastır. (Alfarabi, 1985, s. 201–3)

Fârâbî, akli gücün “bilkuvvelikten” “bilfiilliğe” dönüşümünü anlatmak amacıyla güneş metaforunu kullanır. Filozof tarafından kullanılan bu metafor, Platon’un “Devlet” adlı eserinden etkilendiği düşünülen bir iz taşır. Fârâbî, Platon gibi, bize güneş ışığının olmadığı bir ortamda görme yetisinin sadece potansiyel olarak var olduğunu ve renklerin sadece potansiyel olarak görülebileceğini ifade eder. Güneş, görme yetisini fiilen gören ve renkleri fiilen görülen hale getiren ışığı sağlar. Aynı şekilde, güneşin imgeleminde güneşe tekabül eden ve güneş ışığına tekabül eden akıl gücüne bir şeyler sağlayan bir fail vardır. Bu şekilde bütün bilkuvve akledilir şeyler bilfiil akledilir hale gelir ve akli güç bilkuvve akıl ve bilkuvve akledilirden bilfiil akıl ve bilfiil akledilire dönüşür. Fârâbî bu faili, faal akıl olarak tanımlar. Fârâbî’nin sudûr teorisine göre en yüksek metafizik ilke olan İlk’ten on akıl sudûr eder. Faal akıl, İlk‘ten sudûr eden onuncu akıldır. Faal aklın aracılığı ile İlk’ten ilk başkana sudur etmesi, onun felsefi bilgiye, şeylerin gerçekte oldukları gibi bilgisine ulaşmasını sağlar. (Alfarabi, 1985, s. 201–3)

Tahayyül Kuvvesi ve Peygamberlik

Fârâbî’ye göre tahayyül yetisi, beş duyu tarafından algılanan şeylerin izlerini muhafaza ettiği bir yetidir. Ancak bu yeti duyular için sadece bir depolama alanı değildir. Aslında, bu yeti depolanan duyumları çeşitli şekillerde etkin bir biçimde birleştirir ve ayırır. Ayrıca, bu yetinin belki de en önemli faaliyetlerinden biri taklit etme (mimesis) kabiliyetidir. Tahayyül yetisi kendisinde depolanmış duyulurların izleri aracılığıyla akledilirleri, duyulurları, iştah gücünü, beslenme gücünü ve bedenin mizacını taklit faaliyetinde bulunur. (Alfarabi, 1985, s. 211–13)

Fârâbî’nin erdemli şehrinin yöneticisi, en kemal akıl kuvvesine ek olarak, en yüksek kemale ulaşmış bir tahayyül kuvvesine de sahip olmalıdır. Bu en yüksek kemaldeki hayal gücü, Fârâbî’nin erdemli şehrinin yöneticisinin vahyi veya peygamberlik bilgisini almasını sağlar.

Fârâbî, üstün tahayyül gücünün bazen akledilirleri ve tikelleri,  faal akıldan aldığını açıklar. Bununla birlikte, tahayyül gücü nesnelerin gerçek hallerini tam olarak anlama yetisine sahip değildir. Bu yüzden, hafızasında bulunan duyusal deneyimleri kullanarak bu nesneleri taklit eder ve dini bilginin yapı taşları olan sembolleri oluşturur. İlk başkanın üstün tahayyül gücü, faal akıldan elde edilen anlayışlarının sembolik bir yansıması olarak görülür. Bu sembolik taklit, ilahi konularda bilgi sağlamanın yanı sıra, aynı zamanda şu anki ve gelecekteki olaylara dair öngörülerde bulunma yeteneği de sunar. Bu nedenle, Fârâbî’nin erdemli şehrinin yöneticisi, yalnızca hakikatlerin doğru anlaşılmasına (felsefi bilgi) değil, aynı zamanda sembolik taklitlerin anlaşılmasına (dini bilgi) sahip olan bir filozof-peygamber olarak nitelendirilir. (Alfarabi, 1985, s. 219–25.)

Fârâbî’nin Düşüncesinde Felsefi ve Dini Bilgi

Fârâbî’nin anlayışında felsefe, sadece filozoflar tarafından elde edilebilecek üstün bir bilgi türü olarak ortaya çıkar. Çünkü sadece filozoflar, üstün entelektüel kapasiteleri sayesinde üstün bilgiyi kazanmak için gerekli donanıma sahiptirler. Aynı zamanda dini, filozoflarınkine kıyasla daha düşük bir entelektüel kapasiteye sahip olan ve felsefi bilginin sadece sembolik taklidini bilebilen sıradan kitleler için uygun olan felsefeye kıyasla daha aşağı bir bilgi biçimi olarak gördüğü de açıktır.  Fârâbî önerdiği siyasi sistem içinde dine eşit derecede önemli ve merkezi bir rol atfeder.

Platon’un filozof-kral kavramının aksine, Fârâbî’nin erdemli şehrinin lideri, ilahi vahiylerle donatılmış bir filozof-peygamber olarak konumlandırılır. Nefis; akıl gücüne dayalı felsefi bilginin yanı sıra, nefsin tahayyül gücüne bağlı ilahi vahiyler aracılığıyla elde edilen dini bilgiye de sahip olmalıdır. Burada gerçekten önemli olan soru, Fârâbî’nin erdemli şehrinin liderinin neden felsefenin yanı sıra dine de ihtiyaç duyduğudur. Başka bir deyişle, Fârâbî’nin erdemli şehrinin yöneticisi şeyleri olduğu gibi bilirken, neden şeylerin sembolik taklidini bilmeye ihtiyaç duyar? Üstün felsefi bilgiye, yani hakikate sahipken, neden hakikatin sadece sembolik bir taklidi olan aşağı dini bilgiye sahip olmaya ihtiyaç duymaktadır? (Alfarabi, 1985, s. 235–47.)

Erdemli Şehrin Yöneticisinin Özellikleri

Yukarıdaki soruları yanıtlamak için öncelikle Fârâbî’nin erdemli şehrinin yöneticisinin bazı önemli işlevlerini bilmek gerekir. Fârâbî’ye göre erdemli şehrin yöneticisi, erdemli şehri düzenleyen ve halkı “uygun sınıflara” yerleştiren kişidir. Erdemli şehir sakinlerinde bulunan her türlü “düzensizliği” ortadan kaldırmakla görevlidir. Erdemli şehrin nihai hedefi olan hakiki saadeti ve bu hakiki saadete hangi eylemlerle ulaşılabileceğini bilen kişi olduğu için, “insanları saadete giden doğru yolda ve saadete ulaşılan eylemlerde iyi bir şekilde yönlendirmelidir.” (Alfarabi, 1985, s. 240-5.) Kesinlikle, erdemli şehrin yöneticisi hakiki saadeti erdemli şehir sakinlerinin hedefi olarak benimsemelerini sağlamalı ve onların hakiki saadete ulaşmak için isteyerek gerçekleştirecekleri eylemleri teşvik etmelidir. Son olarak, erdemli şehrin insanlarının kendisini “rehberleri” olarak kabul etmelerini sağlamalı, onu “takip etmelerini” teşvik etmeli ve eylemlerinde onun amacını “taklit etmelerini” desteklemelidir. Bunlar, Fârâbî’nin tüm siyasi sisteminin, erdemli şehrin, üzerinde durduğu yöneticinin hayati işlevleridir. (Alfarabi, 1985, s. 240-5.)

Şimdi, buradaki soru bu işlevleri nasıl yerine getireceğidir? Fârâbî’ye göre, erdemli şehrin yöneticisinin bu görevleri yalnızca erdemli şehir halkı, onun emirlerine kayıtsız, şartsız ve sorgusuz sualsiz şekilde itaat ettiğinde yerine getirebilir. Dolayısıyla, Fârâbî’nin erdemli şehrinin yöneticisinin belki de ilk ve en önemli görevi, erdemli şehrin halkının onun emirlerine tam, koşulsuz ve sorgusuz itaat etmesini sağlamaktır. Erdemli şehir halkının yöneticilerinin emirlerine tam, koşulsuz ve sorgusuz itaati için, halkın yöneticilerinin meşru ve yanılmaz olduğuna ikna olması şarttır. Bu bağlamda, bir diğer kritik soru, Fârâbî’nin erdemli şehrinin sakinleri için yöneticilerinin meşru ve yanılmaz olduğuna nasıl inandırıcı argümanlar sunabileceği sorusudur. Bu soruya cevap verebilmek için öncelikle Fârâbî’nin erdemli şehrinin nüfusunu oluşturan bireyleri ve onların düşünsel özelliklerini daha iyi anlamamız gerekmektedir.

Erdemli Şehrin Yapısı

Fârâbî Kitâbü Ârâʾi ehli’l-medîneti’l-fâżıla adlı eserinde erdemli şehrin yapısı hakkında bazı bilgiler verir. Fârâbî’ye göre, erdemli şehir, bir hiyerarşi içinde farklı seviyelere ayrılan bireylerden oluşur. Bu hiyerarşik düzen, insanların “doğal eğilimlerindeki” çeşitliliğe dayanmaktadır. Bu düzen içinde, en üst ve ilk rütbe hükümdar ve ona yakın olanlardan oluşur. Yöneticiye yakın olan kişiler, eylemlerini “yöneticinin niyetine uygun olarak” icra ederler. Hiyerarşinin ikinci basamağı, yöneticiye yakın olan kişilerin “amaçlarına uygun olarak eylemlerini gerçekleştiren” kişilerden oluşur. İkinci sırada bulunan insanlar, “kendi amaçlarına uygun olarak eylemlerini gerçekleştiren” bireyleri takip eder. Bu rütbe sıralaması, erdemli bireylerin sıralamasını içerir ve en alt rütbede bulunan, “kendi amaçlarına göre eylemlerini gerçekleştiren herhangi bir bireyin bulunmadığı” insanlardan oluşan şehir sakinlerine kadar devam eder. (Alfarabi, 1985, s. 240-7.)

Fârâbî’nin “Kitâbü Ârâʾi ehli’l-medîneti’l-fâżıla” adlı eserindeki erdemli şehir tasviri, toplam rütbe sayısı ve her bir rütbedeki bireylerin kesin kimliği hakkında tafsilat vermez. Neyse ki bu bilgiler Fârâbî’nin Fuṣûlü’l-medenî adlı eserinde yer almaktadır. Fuṣûlü’l-medenî’de Fârâbî erdemli şehrin beş rütbeden oluştuğunu söyler.

  • İlk rütbe, “bilge, akıllı ve büyük meselelerde ihtiyatlı” olanları içerir.
  • İkinci rütbe ise “hatipler, belagat sahipleri, şairler, müzisyenler, kâtipler” gibi bireylerden oluşur.
  • Üçüncü rütbe “muhasebeciler, geometriciler, doktorlar, astrologlar ve benzerlerinden” oluşur.
  • Dördüncü rütbe, “ordu, muhafızlar ve benzeri görevlerde bulunanlardan” oluşur.
  • Son olarak, beşinci rütbe, “çiftçiler, çobanlar, tüccarlar ve diğer gelir elde eden kişileri” içerir. (Alfarabi 1952, p. 98).

Erdemli şehirdeki ilk rütbenin, şehrin yönetici sınıfını temsil ettiği ifade edilebilir. Bu seviyedeki bireyler, şeylerin gerçek doğasını anlama yetisine, felsefi bilgiye erişebilme kabiliyetine sahiptir. Erdemli şehrin lideri, bir filozof olarak, bu ilk rütbedeki üyeler arasında en yüksek seviyede olanıdır. O, en üstün ve mükemmel bilgiye, şeylerin gerçek doğasına, gerçekliğe, kesin delillere ve kendi kavrayışına sahiptir.

Farabi’nin Düşüncesinde Filozof-Lider

Erdemli şehirdeki filozof-lidere yakın olan ilk tabakanın üyeleri, yöneticinin meşruiyetine inanırlar. Bu inançları, yöneticinin en üstün ve mükemmel bilgiye, felsefi bilgiye sahip olması sebebiyle, erdemli şehrin vatandaşları arasında en üstün ve mükemmel kişi olduğunu fark ettiklerinden kaynaklanır. Bu vatandaşlar, hükümdarın yanılmazlığına olan inancı kabul etmişlerdir, çünkü yöneticinin kararları ve eylemleri saf akla ve hakikat bilgisine dayandığı için böyle bir inanç geliştirirler. Hakiki saadeti ve hakiki saadete götüren yolu bildiği için kendilerini saadete götürebilecek kişinin o olduğuna ikna olurlar. Bu nedenle onu takip ederler ve emirlerine tamamen, şartsız ve sorgusuz sualsiz biçimde uyarlar.(Alfarabi, 1985, s. 235–47.)

Yöneticinin felsefi bilgisi, ona yakın olanları meşruiyeti ve yanılmazlığı konusunda ikna etmek için yeterli olabilir. Ancak, erdemli şehirdeki ilk rütbe, yani yöneticiye yakın olanlar, topluluğun yalnızca küçük bir kesimini temsil eder. Diğer dört rütbe ise erdemli şehir nüfusunun çoğunluğunu oluşturur ve bu insanlar filozoflar veya onlara yakın olanlar değildir. Bu sebeple, yöneticinin felsefi bilgisi bu insanları meşruiyeti ve yanılmazlığı konusunda ikna etmekte yetersiz kalabilir. (Ishraq, 2023, s.6.)

Bu insanlar, yöneticinin felsefi bilgisinin üstünlüğünü anlamadıkları için, onun niyetlerini takip etmekte zorlanabilirler. Onları yöneticinin meşruiyeti ve yanılmazlığı konusunda ikna etmek için, yöneticinin onların anlayabileceği bir bilgiye sahip olması gerekmektedir. Felsefenin sembolik temsilini oluşturan dinin bu noktada devreye girdiğini belirtmek önemlidir.

Erdemli şehirde filozof ya da filozofa yakın olmayan çoğunluk, felsefenin sembolik taklidi olan dini anlayabilir. Bu sebeple yönetici, onları meşruiyeti ve yanılmazlığı konusunda ikna etmek için dine ihtiyaç duyar. Yöneticinin Tanrı’dan aldığı ilahi rehberlik sayesinde seçildiğine inanırlar. Onun yönlendirmesiyle yanılmaz olduğuna inanırlar çünkü Tanrı’nın iradesine göre hareket eder. Tanrı’nın yanılmazlığına olan inançları nedeniyle, yöneticinin de yanılmaz olduğuna inanırlar. Onun saadeti ve saadete giden yolu bilme yetisine sahip olduğuna inanırlar çünkü Tanrı’nın ona bu bilgiyi vahiy yoluyla verdiğine inanırlar.

Nitekim erdemli şehir halkının çoğunluğu yöneticinin meşruiyetine ve yanılmazlığına inanmış durumdadır. Tanrı’nın yöneticiye verdiği rehberlik ve bilgiye olan inançları, onların yöneticinin amaçlarını, niyetlerini ve emirlerini takip etmelerine yol açar. Bu nedenle, onun emirlerine tamamen, koşulsuz ve sorgusuz sualsiz boyun eğerler.

Fârâbî’nin felsefe ve din anlayışı, şeylerin gerçekte oldukları gibi bilinmesi ile sembolik temsilleri arasındaki ayrıma dayanır. Fârâbî’ye göre, felsefe nihai hakikati ifade eder ve sadece kesin deliller ve iç görü yoluyla kavranabilir. Üstün zihinlere sahip olanlar, yani filozoflar ve onlara yakın olanlar, bu bilgiye doğrudan erişebilirler. Öte yandan din, felsefenin sembolik temsili olarak hizmet eder ve felsefi kapasitesi olmayan bireylerin semboller aracılığıyla gerçeğe ulaşmasına izin verir.

Sonuç

Fârâbî’nin düşüncesi çerçevesinde, şüphesiz ki din, felsefe ile kıyaslandığında daha alt bir bilgi formu olarak kabul edilmiştir. Bununla birlikte, Fârâbî’nin önerdiği siyasi sistemin varlığı ve düzgün işleyişi, ne dinin ne de felsefenin yalnız başına var olmasıyla mümkün değildir. Fârâbî’nin erdemli şehri, hem filozoflardan ve onlara yakın olanlardan oluşan bir kesimi hem de filozof olmayanları içermektedir. Yöneticisi ise, filozofları ve onlara yakın olanları yönlendirmek için üst düzeyde felsefi bilgisini kullanmaktadır. Ancak bu kesim erdemli şehir nüfusunun sadece küçük bir bölümünü temsil eder.

Fârâbî’nin erdemli şehrinin varlığı ve sorunsuz işleyişi için filozof olmayan kesimin, yöneticinin meşruiyetine ve yanılmazlığına inanması ve onun emirlerine kesin itaat etmesi gerekmektedir. Ancak filozof olmayanlar, felsefi bilgiye erişim kapasitesinden yoksun oldukları için yöneticinin üstün felsefi bilgisi, onları meşruiyet ve yanılmazlık konusunda ikna edemeyecektir. Bu sebeple bu kesim, yöneticinin yönetimini ne kabul edecek ne de emirlerine uymaya razı olacaktır.

Fârâbî’nin önerdiği siyasi sistemin varlığı ve düzgün işleyişi için, filozof olmayan kesimin, düşük seviyeli akıllarının erişebileceği dini bilgiyi kullanarak yöneticinin yönetimini ve emirlerini kabul etmeleri gerekmektedir. Dolayısıyla, Fârâbî’nin önerdiği siyasi sistemin varlığı ve düzenli işleyişi için felsefe ve din eşit derecede önem taşır.

Sonuç olarak; Fârâbî’nin erdemli şehri, hem felsefi bilgiye sahip olan kesimi hem de felsefi bilgiye erişemeyen kesimi içermektedir. Bu iki kesimin işbirliği ve yöneticinin bilgiyi etkili bir şekilde kullanması, Fârâbî’nin önerdiği siyasi sistemin temelini oluşturur.


Kaynakça

  • Ali, I. (2022). On the Transmission of Greek Philosophy to Medieval Muslim Philosophers. HTS Teologiese Studies/Theological Studies, 78, 67–74.
  • Ali, I., & Qin, M. (2019). Distinguishing the Virtuous City of Alfarabi from that of Plato in Light of his Unique Historical Context. HTS Teologiese Studies/Theological Studies, 75, 907–915.
  • Ali, Ishraq. (2023). Philosophy and Religion in the Political Thought of Alfarabi. Religions, 14(7), 908. https://doi.org/10.3390/rel1407090
  • Alfarabi, Abu Nasr. (1952). Fusul al-madanı. Translated by D. M. Dunlop as Alfarabi’s Aphorisms of the Statesman. Iraq, 14, 93–117.
  • Alfarabi, A. N. (1985). Mabādi’ ārā’ ahl al-madīna al-fādila. In Alfarabi on the Perfect State (R. Walzer, Trans. & Ed.). Oxford: Clarendon Press.
  • Alfarabi, A. N. (2004). Enumeration of the Sciences. In Alfarabi, the Political Writings: Selected Aphorisms and Other Texts (C. Butterworth, Ed. & Trans., pp. 69–84). Ithaca and London: Cornell University Press.
  • Alfarabi, A. N. (2011a). The Attainment of Happiness. In Medieval Political Philosophy: A Sourcebook, 2nd ed. (J. Parens & J. C. Macfarland, Eds., M. Mahdi, Trans., pp. 56–71). Ithaca and London: Cornell University Press.
  • Alfarabi, A. N. (2011b). The Book of Religion. In Medieval Political Philosophy: A Sourcebook, 2nd ed. (J. Parens & J. C. Macfarland, Eds., C. E. Butterworth, Trans., pp. 24–35). Ithaca and London: Cornell University Press.
  • Fârâbî. (1961). Fusûlü’l-medenî. D. M. Dunlop (Ed.). Cambridge: Türkçe çev. Hanifi Özcan, Siyaset Felsefesine Dair Görüşler, İzmir.
Semra Kızılarslan
Semra Kızılarslan
Ankara Üniversitesi İngilizce İlahiyat bölümünden mezun oldu. Aynı üniversitede yüksek lisansını Felsefe ve Din Bilimleri İslam Felsefesi Ana Bilim dalında yaptı. Yüksek lisansını “Sühreverdî ve Leibniz’de Nur/Monad Anlayışları: Mukayeseli Bir Yaklaşım” adlı tezle tamamladı. Frankfurt Goethe Üniversitesi ve Bayreuth Üniversitesi’nde birer yıl değişim programları ile eğitim gördü. Ankara Üniversitesi Felsefe ve Din Bilimleri İslam Felsefesi Ana Bilim dalında halen doktora yapmaktadır. Din Felsefesi ve Felsefe Tarihi, Antik Yunan Felsefe Tarihi ile yakından ilgilenmektedir. İngilizce, Almanca ve Farsça bilmektedir. Çeşitli akademik dergilerde yazıları mevcuttur.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz