Paris’in kalbinde yükselen görkemli katedral Notre Dame; bir yandan gölgesinde saklanan kambur bir adama, bir yandan ise dansıyla görenleri büyüleyen bir kadına ev sahipliği yapıyordu. Bu etkileyici kadın Esmeralda’dan gözlerini ayıramayanlardan biri de, çirkinliği yüzünden dışlanıp kendine karanlık gölgelerde yer bulmuş Notre Dame’ın kamburu Quasimodo’ydu.
Aşk, adalet, fedakârlık, güzellik ve çirkinlik kavramları üzerinden insan doğasının çelişkileri ve toplumun acımasızlığıyla yüzleşmemizi sağlayan Victor Hugo’nun Notre Dame’ın Kamburu eseri, Notre Dame Katedrali’nin görkemine sahip bir şaheser niteliğindedir.
Victor Hugo; 15. yüzyılın Paris’inde mimariden şehir planlamasına, felsefeden tarihe kadar uzanan temalara değinerek, Notre Dame Katedrali’ni merkeze aldığı ince ince işlenip dokunmuş zamansız bir eser ortaya koymuştur.
Yıllar geçtikçe daha da anlamlı hale gelen bu eser, tarihin gölgesinde unutulmaz bir aşk hikâyesini anlatır. Notre Dame’ın Kamburu, hem bir dönem portresi hem de insanlığın derinliklerine inen evrensel bir şaheser olarak, üzerine konuşulacak sayısız detayı barındırır.
Öyleyse, böylesine eşsiz bir yapıtın ardındaki dehayı ve onun zengin hayal gücünü daha yakından tanımak için derinlere inmeye ne dersiniz? Gelin, Victor Hugo’nun dünyasına adım atarak Notre Dame’ın büyüsüne birlikte kapılalım.
Notre Dame’ın Kamburu Romanından Bazı Sahnelerin Tasvirleri
Notre Dame’ı Canlandıran Kalem
Notre Dame’ın karanlık kulelerinden birinde duvara adeta Orta Çağ’dan kalmış izlenimi veren Grekçe “ANAΓKH” yani kader kelimesi kazınmıştı. Katedrali gezdiği sırada geçmişten gelen izle yüzleşen Victor Hugo derinden etkilenmişti. Daha sonradan ise bu iz, Hugo’nun ifade ettiği üzere döneminde mimari eserlere yapılan tahribat sonucunda boyayla veya kazınma sebebiyle ortadan kaybolmuştur.
Ne yazık ki harflerin silinip gittiği gibi, ilerleyen yıllarda katedral de yok olma tehlikesi altında kalmıştır. İşte böyle bir zamanda Victor Hugo, bu kelime adına Notre Dame’ın Kamburu’nu kaleme almıştır.
“Bu yüzden, bu kitabın yazarının ona atfettiği o kırılgan anının dışında, bugün Notre Dame’ın karanlık kulesine kazınmış o gizemli sözcükten, böyle melankolik bir İfadeyle özetlenen o bilinmeyen yazgıdan geriye hiçbir şey kalmamış. Asırlar önce bu sözcüğü bu duvara yazan kişi, kuşaklar boyunca kaybolup gitmiş, sözcük de kilisenin duvarından silinmiş ve belki de kısa süre sonra bu kilise de bu dünyadan silinip gidecek. Bu kitap bu sözcük adına kaleme alındı.” (Hugo, 2022, s. 2)
Elbette yalnızca bu sözcük yazarı etkilememişti. 19. yüzyılda Victor Hugo’nun bu şaheseri kurgulamasındaki etkenlerden biri de Notre Dame Katedrali’nin yıkılmaya yüz tutmuş bir harabe halinde olmasına duyduğu endişeydi. Dönemin yetkilileri katedralin yıkımını konuşurlarken, Hugo eserinde Paris’in önemli simgesi olan Notre Dame’ın detaylı tasvirlerini yaparak adeta ona gerçek bir karakter niteliği vermiştir.
Bu sayede katedralin Paris için önemini, sahip olduğu kültürel ve toplumsal mirası ve bu bağlamda değerini açığa çıkarmasıyla oldukça dikkat çekmiştir. Böylece restore edilme kararı alınmış ve Victor Hugo Paris’in kalbinde atan Notre Dame Katedrali’ni yeniden canlandırmıştır. “Katedrallerimizin bu yaşlı kraliçesinin yüzündeki kırışıklığın yanında hep bir yara izi vardır. Tempus edax, homo edacıor; bu deyişi tüm kalbimle şöyle çevirebilirim: Zamanın gözü kördür, insan ahmaktır.” (Hugo, 2022, s. 113)
“Katedrallerimizin bu yaşlı kraliçesinin yüzündeki kırışıklığın yanında hep bir yara izi vardır. Tempus edax, homo edacıor; bu deyişi tüm kalbimle şöyle çevirebilirim: Zamanın gözü kördür, insan ahmaktır.” (Hugo, 2022, s. 113)
Değinmeden geçmek istemediğim bir detay da Victor Hugo’nun sözlerinde gizlenmiş durumda. Yazarımız katedralin bir gün yok olabileceği ihtimaline dikkat çekerken, belki de kendi çağını aşan bir sezgiyle tarihe not düşmüştü. 2019 yılında, Notre Dame Katedrali’nin büyük bir yangınla yüzleşmesi, Hugo’nun bu öngörüsünü acı bir şekilde gerçeğe dönüştürdü.
Victor Hugo, kalemiyle geçmişi kurtarırken, geleceğe de güçlü bir mesaj bırakmıştı. Bu yangın, sadece bir yapının değil, bir kültürün ve tarihin nasıl kolayca yok olabileceğini hepimize acı bir şekilde hatırlattı.
Notre Dame Katedrali
Şairane Bir Anlatımla Notre Dame
Romanın odağına aldığı Notre Dame Katedrali’ni, her biri farklı niteliklerle bezenmiş karakterlerin öyküleriyle canlandırıp hayat veren deha Victor Hugo’dur. Romantizm akımının öncülerinden olan Victor Hugo, 19. yüzyılda revaçta olan tarihi roman yazma akımına Notre Dame de Paris –Türkçe çevirisiyle Notre Dame’ın Kamburu- eseriyle dahil olmuştur.
Klasik ekolün aksine romantik ekolü benimseyen Hugo, hep doğru ve güzel olanı işleyen klasikçilere tepki olarak Orta Çağ’ı konu almıştır. Bunu yaparken de Orta Çağ Dönemi’nin Paris’ini; kentin dar sokakları, bu sokakları paylaşan insanlar ve yaşadıkları olaylar üzerinden yansıtmıştır.
Burada bir diğer değerli gördüğüm nokta ise Victor Hugo’nun eserlerinde sıklıkla kullandığı antitezlerdir. İyi-kötü, büyük-küçük, güzel-çirkin gibi karşıtlıkları yan yana kullanarak gerçek hayatta var olanı yapıtlarına da aktarmıştır.
Nasıl ki yaşamımızda güzelin yanında çirkine de yer varken, Notre Dame’ın Kamburu’nda da görenlerin yüz çevirdiği çirkinQuasimodo ve kendisine hayran bırakan güzel Esmeralda bulunur. Yine bu zıtlığın kullanımını da klasisizmin yalnızca güzeli konu almasına karşıt olarak görebiliriz.
Romandaki bu detaylarla birlikte, yazarın metni kaleme alırken kullandığı dilin sadeliğinin yanı sıra oldukça akıcı bir anlatımı vardır. Victor Hugo kelimeleri ustaca kullanıp edebiyatçı kimliğinin üstüne katarak adeta bir ressam gibi dönemin Paris’ini fiziksel ve toplumsal anlamda yansıtmıştır. Bunu öyle bir incelikle yapmıştır ki betimlemeleriyle Paris‘e bir karakter niteliği addetmiştir. Bu cümleleri takip eden alıntıda da görüldüğü üzere anlatımıyla kente zihnimizde hayat vermiştir.
“Modern şehrin size yaşatamayacağı bir duyguyu eskişehirden isterseniz, büyük bir bayram sabahında, Paskalya ya da Hamsin yortusunun gün doğumunda tüm başkenti tepeden izleyebileceğiniz yüksek bir noktaya çıkın ve çan seslerinin uyanışına eşlik edin. Gökyüzünden, güneşten gelen bir sinyalle binlerce kilisenin hep birden titreşmeye başlamasını izleyin.” (Hugo, 2022, s. 146)
Bu bağlamda diyebiliriz ki tarihi roman olarak gösterilebilen eser, Notre Dame’ın gölgesinde gerçekleşen duygu yüklü aşk hikâyesiyle taçlanarak romantizm ekolünün de önemli bir örneği haline gelir. Victor Hugo’nun şairane üsluplu eşsiz anlatımıyla zamanı aşan unutulmaz bir aşk hikâyesine sahip olan bu şaheserle yüzleşilir.
Victor Hugo
Yok Edici Bir Aşkın Öyküsü
Notre Dame’ın zangocu; bir gözü kör, kulakları sağır, ayağı topal ve kambur olarak baştan aşağı çirkin halde tasvir edilen Quasimodo, her sabah kilisenin çanlarını çalıp Parislileri uyandırırdı. Notre Dame’da büyüyen ve onunla bütünleşen Quasimodo, yıllar önce terk edilmiş ve çirkinliği yüzünden lanetlere, hakaretlere maruz kalmış biriydi.
Kilisenin papazı, bilimle uğraştığı için türlü büyücülüklerle suçlanan Claude Frollo ise onu o halde gördüğünde merhamet edip evlat edinmişti. Frollo, Quasimodo gününde bulduğu zavallıya, hem o güne atıfta bulunmak hem de kelimenin anlamına –sözde insan görünümlü- dayanarak Quasimodo adını verdi. Bu şekilde katedralde yaşamaya başlayan Quasimodo, zamanla katedralle bütünleşmeye, onun bir parçası haline gelmeye başladı.
“Böylece, yavaş yavaş katedralin içinde büyüyen, orada yaşayan, orada uyuyan, neredeyse hiç dışarı çıkmayan, her an gizemli bir baskıya maruz kalan Quasimodo içinde yaşadığı ortama benzemiş, onunla bütünleşmiş gibi görünüyordu. Vücudunun çıkıntılı hatları yapının girintili köşeleriyle uyum içindeydi ve katedralin sakini değil doğal bir parçasıymış gibiydi. Kavkısının şeklini alan salyangoz gibi o da adeta katedralin şeklini almıştı. Orası onun barınağı, deliği, kılıfıydı. Eski kiliseyle onun arasında öylesine derin bir içgüdüsel sempati, öylesine büyük bir manyetik ve maddi bir yakınlık vardı ki, adeta oraya bir kaplumbağanın kabuğuna yapıştığı gibi bağlanmıştı. Girintili çıkıntılı katedral onun bağasıydı.” (Hugo, 2022, s. 159)
Görünüşü yüzünden insanlardan uzaklaşan ve Notre Dame’ın girintilerine sığınan Quasimodo kendine kilisenin çanlarını dost edinmişti. Bunun yanında da kurtarıcısı olan Claude Frollo’ya inanılmaz bir bağlılık duyuyordu. İşte yine kilisenin çanlarını çaldığı bir gün beklenmedik bir olay gerçekleşti.
O gün, yoksul bir kentli şair olan Pierre Gringoire’in yazdığı tiyatro oyunu sahnelenir. Oyunun sahnelendiği salon Parisliler tarafından doldurulmuş ve ortama gürültü hâkimdir. Bu kargaşanın içerisinde deliler bayramını kutlamaya ve bu esnada deliler papasını seçmeye karar verirler. Oradaki en muhteşem çirkin olarak deliler papası unvanı ise Notre Dame’ın kamburu Quasimodo’ya verilir.
Ancak olaylar öyle bir gelişir ki önceki gün deliler kralı olan Quasimodo ertesi gün adaletsiz bir yargılamanın ardından cezalandırılır. Ve o kahreden ceza sırasında ona acıyıp su veren Esmeralda karşımıza çıkar. Quasimodo için bu merhamet kırıntısı her şeye bedeldir.
“Bir damla su ve biraz merhamet, işte hayatımla bile ödeyemeyeceğimden daha fazlası. O sefili unuttunuz ama o sizi unutmadı.” -Quasimodo (Hugo, 2022, s. 403)
Ancak Esmeralda’nın güzelliğiyle büyülediği tek kişi Quasimodo değildir. Quasimodo’nun canını bile verebileceği Claude Frollo da Notre Dame’ın gizli köşelerinden Esmeralda’yı izlemekte, ondan gözlerini alamamaktadır.
Bu iki zavallı karşılıksız aşklarından mahvolup bir yıkıma doğru ilerlerken, Esmeralda ise hayatını mahvedecek birine tutulmuştur. Bu da genç, yakışıklı ancak yüreği sevgiden yoksun Yüzbaşı Phoebus’tan başkası değildir.
“Görünüşe bakma genç kız, yüreğe bak. Genç, yakışıklı bir adamın yüreği sıklıkla boştur. O yürekler aşkı muhafaza edemez.” -Quasimodo (Hugo, 2022, s. 414)
Böyle incelikle işlenmiş karakterler üzerinden olaylar ilerlerken beklenen son da adım adım yaklaşır. Hikâyenin derinliklerine inip okumayanların hevesini kaçırmama adına detaylardan söz etmiyorum. Ancak şunu söylemeliyim ki, Victor Hugo başta birbirleriyle bağlantısı yok gibi görünen karakterleri öyle ayrıntılı şekilde kurgulamış ve ilişkilerini ortaya çıkarmıştır ki hayran olmamak elde değildir.
Temelde bir aşk hikâyesi çevresinde gelişen romanda, yazar karakterlerin başından geçenleri sözcükleri ustaca kullanarak incelikli bir şekilde dokumuştur. Pierre Gringoire, Quasimodo, Claude Frollo, Esmeralda, Phoebus ve hikâyeye katkısı olan diğer karakterlerin etrafında çeşitli olaylar gelişmiş, bunlar akış içerisinde ortak paydada buluşmuş ve kaçınılmaz sona gelinmiştir. Böylece aslında, bu güçlü arka plana sahip anlatının, aşk ile daha da kuvvetlendiğine ve nihayete erdiğine şahit oluruz.
“Çünkü aşk bir ağaç gibidir: Kendiliğinden yetişir, kökleriyle tüm benliğimizin derinliklerini sarar ve yıkıntı halindeki bir yürekte yeşermeye devam eder. Bu tutkunun ne kadar körse, o kadar inatçı oluşunu açıklamak mümkün değildir. Kendi içinde tutarlı olmadığında daha da güçlüdür.” (Hugo, 2022, s. 404)
Notre Dame’ın Gölgesinde Bir Son
Göz alıcı vitrayları, zarif kemerleri ve göğe uzanan kuleleriyle büyüleyen Notre Dame Katedrali gibi; Notre Dame’ın Kamburu da özenle seçilen kelimeleri, destansı betimlemeleri ve şiirsel gerçekliğiyle insanı zamanın ötesine taşıyan bir başyapıttır.
Bu ölümsüz eser etkisini asla kaybetmeyerek filmlere ve müzikallere ilham kaynağı olmuştur. Özellikle 1998 yılında sahnelenen Notre Dame de Paris müzikali, etkileyici sahne tasarımı ve baş döndüren melodileriyle hikâyenin ruhunu kusursuz bir şekilde yansıtmıştır. Edebiyat sahnesinden çıkan bu eser başka sanat formlarında da hayat bularak dokunaklı ruhunu günümüze kadar taşımıştır.
Notre Dame de Paris Müzikaline Ait Bir İllüstrasyon
Böylelikle Notre Dame’ın Kamburu, yalnızca 19. Yüzyılda kaleme alınmış bir roman değil, geçmişten geleceğe uzanan bir mirasın sesi olmuştur. Notre Dame’ın gölgesinde filizlenen bu hikâye, zamanın ve aşkın yıkıcı ama bir o kadar da ölümsüz gücünü bizlere göstermiştir. Ve bizler biliyoruz ki, her şey yıkıma uğrasa da, Victor Hugo’nun kaleminden dökülenler, sonsuz bir yankı olarak yaşamaya devam edecektir.
Kaynakça
Amado, G. (Yönetmen). (1998). Notre Dame de Paris [Müzikal].
Hugo, V. (2022). Notre Dame’ın Kamburu. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
2002 yılında İstanbul'da doğdu ve burada yaşamını sürdürüyor. Lisans eğitimini Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü'nde tamamladı. Kendi alanının toplumsal boyutuyla ağırlıklı olarak ilgilenmektedir. Bu sebeple İstanbul Üniversitesi'nde Sosyoloji eğitimine başlamıştır. Şehir planlama ve kentsel sosyolojinin yanı sıra edebiyat ve sanat hayatında önemli bir yere sahiptir.