Modern kentler, kültürün, kimliğin, imge ve göstergelerin birbiriyle yarıştığı, çatıştığı kaotik bir arenayı andırır. Üzerinde yaşayan insanlar için sadece yer/mekan olmaktan ötedirler. Modern kentler, bünyelerinde farklı mekânsal formlara ve buna karşılık gelen sosyal, kültürel ve iktisadi ilişki ağlarına kapı açarlar. Dahası, modern kentler birer temsiliyet ya da temsiliyet mekanlarıdır(Bocock-Thompson, 1992). Farklı sosyal katmanlara ve alt kültür gruplarına ev sahipliği yaptığı gibi, ayrıştırıcı ve dışlayıcı özelliğe de sahiptir. Günümüz kentleri hızın, dinamizmin, değişim ve geçişkenliğin yoğunluk kazandığı alanlardır. Ulaşım ve iletişim olanaklarının artmasıyla birlikte; insan, eşya, para, bilgi ve değer değişimi zirveye çıkmıştır. Ayrıca kentlerin kültürel sermayesi ve ekonomisinden bahseden S. Zukin’in belirttiği gibi metropoller kültür endüstrisi içinde giderek önemli hale gelmektedir. Özellikle, global bir kent olmanın bir prestij unsuru sayılması ve neredeyse bir söylem, bir rekabetçi yarışın hedefi haline gelmesinin bir sonucu olarak metropoller arası sermaye yarışı giderek artıyor(Aytar, 2005:64). Gerçekte, kentli dünya her geçen gün yeni anlam ve sembolizmle kaplanıyor ve deneysel repertuarımızı genişletiyor ve artırıyor. Televizyon, video ve sanal ortam sayesinde kentsel imgelerimiz zayıflıyor, yere ve mekana dair düşüncelerimiz uçucu ve kaygan hale geliyor. Bu doğal olarak pek çok imkan ve fırsatlarla birlikte, yaşamdan hoşnutsuzluk ve değersel erozyonu da beraberinde getirmiştir. Kent, sosyal bilimciler tarafından taşıdığı heterojen unsurlardan dolayı tekinsizlik ve kaos ortamı olarak görülür. Fiziki bir yoğunluk ve bütünlük taşır. Aynı zamanda devasa bir toplumsal ilişki ağının düğümlendiği bir yerdir. İnsan bu yerde başkalarıyla işbirliği ve işbölümü yapabilmek için, sözleşme dahilinde bir düzen inşa eder. Modern kentler, imkanlar kadar risklerinde yaygınlaştığı, yaşamakla yok olmak arasındaki sınırların sürekli yeniden çizildiği, risk dolu ve tehlikeli yerlerdir. Kentler kırsala oranla daha özgür ve imkanlarla dolu olmasının yanı sıra, daha rasyonel, bireyci, maddiyatçı ve hesaplılık içeren bir mantaliteye sahiptir. Kent her halükarda, ayrımcılığı dışlar, farklı kimliklerle karşılaşma ve birlikte yaşama imkanı sunar(Marotta, 2005;Lefebvre, 1998;Giddens, 2000;Özyurt, 2007, s.4). Küresel bireyci kültürün bazı özellikleri, sözgelimi, kısa vadecilik, kurumsal ağlar, takıntılı tüketim, hızlı kimlik dönüşümleri vs.(Elliott ve Lebert, 2011, s.9) hepsi modern kent (metropol) yaşamının icbar ettiği hususiyetleri oluşturur. Kent aynı zamanda güç ve hiyerarşi formlarını üretir ve yeniden kurar. Modern kentler, yoğun nüfus, göç, bürokrasi, siyaset, finans ve kültürel sermayenin akış alanlarını oluşturdular. Hem nüfus hem de hacimce büyüyerek metropollere dönüştüler. Büyük kentlerin belki de en dikkat çeken özellikleri küresel rüzgarlara açık olmaları, yenilik ve değişimleri yansıtmaları ve sürekli yenilenerek varlıklarını sürdürmeleridir. Kentler gibi kent mekanları da, küresel kültüre açıklıkları sayesinde hızlı bir değişimin/başkalaşımın etkisindedirler. Günümüz kentleri, istikrarlı, kalıcı, sabit ve kararlı kimliklerini, yaşadığımız çağın teknolojik gelişmelerinin bir sonucu olarak kaybediyorlar. Kentler, mekanlar, yerler sürekli değişen konuklarıyla, yeni kimlikler ve yeni yaşam tarzlarıyla tanışıyor, bunun etkisiyle yoğun ve yakıcı bir değişim yaşıyorlar. Bu değişim süreci insanlarda olumsuz etki bırakmıştır. İnsanlar arası güven, bağlılık, işbirliği, dayanışma ve sadakat gibi oldukça önemli insani değerler zedelenmiştir. Bu değerlerin ilişkilerimizden çekilmesiyle, sosyal ilişkilerimiz soğuk, ikircikli ve mesafeli olmaya başlamıştır. Kent içi koşullar, darboğazlar ve krizler çok yönlü olarak kentlilerin yüksek bedeller ödemesine sebep olur. Artan eşitsizlik, sınıfsal ayrımlar, farklı statü grupları, farklı kültürlerin çatışması vs. kentli yaşamı daha kırılganlaştırır.
Mekanların Dönüşümü
Kuşkusuz, kent ya da metropoldeki yaşamı belirleyen en temel unsur, kentsel mekanlardır. Modern kent kurgusu içinde, kamusal mekanlar/alanların önemi büyüktür. Kentin nabzının attığı, kentlilerin katılımına uğrayan mekanlar olarak eğlence yerleri, kafeler, restoranlar, oteller, konser salonları, müze ve galeriler, sinemalar, tiyatrolar, parklar vs. kentin yeniden üretiminde, toplumsal ve kültürel derinlik kazanmasında birincil öneme sahiptirler. Bu mekanlar artık sadece insanların bir araya geldikleri yerler olmaktan çıkıp, imaj ve prestij üslerine dönüştüler. Kişi, statüsü, geliri, mesleği, eğitimi ne olursa olsun, müdavimi olduğu mekan üzerinden yeni statü ve prestij ölçüleri edinir. Mekanda yer kapmak/gözükmek mekanın işlevselliğinin önüne geçmektedir. Dolayısıyla, yapılan ödeme ürüne/hizmete değil, mekana, mekanın sembolik gücünü satın almaya yöneliktir. Bu mekanlar, statü güç ve itibar kazandırmalarının yanı sıra, bireylerde sahte aidiyet duygusu, hayatı bir yanılsamalar içinde yaşamaya yöneltir. Bu mekanların atfettiği parıltılı ancak içi boş kimliklerin, bireylerde derin kimlik krizini tetikleyebileceği bir gerçektir. Bireyler, parayla her şeye sahip olabildiklerini, yaşama ve insanlara hükmedebileceklerini, her şeyin hakimi olabilecekleri sanısı içine girebilmektedir. Kimi kafe, pastane, restoran, sosyal kulüp vs. bir yandan işlevleri, diğer yandan sosyal görünümleri itibariyle değişerek, daha yumuşak, uçucu ve plastik görünümler alıyor; farklı tatlar, zevkler, beğeni kalıpları, sosyallik kurguları oluşturuyorlar. Bu mekanlar, müdavimlerinin niteliği itibariyle kentli elitlerin, okur-yazar kesimin, farklılıklarını öne çıkartanların, birer alt kültür oluşturdukları yerler olarak da beliriyor.
Ahlaki Boyut
Her kentin açık ya da kapalı alanları belli ahlaki sınırlar çizer. Ahlaki ölçüler kamusal alanların düzenlenmesinde önem taşır. Fakat kentin dönüşümü, modernite, kapitalizm, rasyonalite ve çıkar odaklı insan ilişkileri vs. kamusal alanların ahlakiliğinin tartışılmasını ön plana çıkarmıştır. Modernite, ideoloji ve sosyo-iktisadi düzen olarak kentin gelişiminde, yeni bir yüz kazanmasında büyük yere sahiptir. Geleneksel yaşamda bireyler ev içinde tutulurken, modernite bireyleri sokağa çıkmaya, kamusal deneyim yaşamaya yöneltmiştir. Geleneksel dünyanın kalbi sayılan evden/özel alandan savrulma/çıkma karşısında bu mekanlar, kitleleri kent mekanında tutmada büyük iş başarmışlardır. Endüstriyel çalışma düzeninin, rasyonalitenin, bireyciliğin ve seküler eğilimlerin yükselişiyle, doğal olarak kentliler ev dışına, yani kamusal alanlara/mekanlara savrulmuştur. Kent mekanları, mekana bağıl sosyalitelerin, mekan cemaatlerinin ve buna dayalı alt kültür gruplarının ürediği sosyal adacıklardır. Kent mekanlarındaki değişiklikler küreselleşme ile at başı gitmekte. Küreselleşme her şey gibi kentsel mekanları, yerel ve ulusal karakteristiklerinden kopararak dünya eksenindeki değişimlerin/gelişmelerin kontrolü altına almaktadır. Popüler kültür kolonyalist gücünü, uluslararası sınırları aşarak tüm dünyayı bütünleşik tek bir mekana dönüştürüyor. Kamusal alan bir bakıma, televizyon, medya ve iletişim aygıtları ile yer değiştirerek yok olmakta, buharlaşmaktadır. Mekan, somut/katı bir şey olmaktan çıkarak belli bir uzaklıktan bakılan ancak doğrudan deneyimlenemeyen bir olgu olmaktadır(Teber, 2004). Modernite ile birlikte kent içi sınırların kaybolması ve nüfus yoğunluğunun artması kentlileri birbirine yabancı hale getirmiştir. Bir yabancıyı ahlaken yargılamak mümkün olamayacağı için, ahlaki kontrol giderek zorlaşır. Yabancılar arasındaki ilişkiler tamamen kuralsız değildir. Ahlak kurallarının yerini piyasa ekonomisinin değerleri ve evrensel etik değerler almıştır. Alman sosyolog George Simmel de ekonomik unsurların merkezi hale gelmesi ve her şeyin ölçüsünün para olmasının, değer ve ahlaki yapıda zayıflamalara sebebiyet verdiğine dikkat çeker (1996). Dolayısıyla kentte hayatta kalmak, keskin bir iktisadi aklı ortaya çıkarır. Hesapçı tasarruflar, her türlü ilişkinin yapısını dejenere eder. Ahlaki kalkanın yıkılması, ilişkilerin çözülmesini hızlandırır. Bu sayede kentsel yaşam risklere ve sosyo-psikolojik sorunlara daha da açık hale gelir. Yurttaşlık ahlakı ve sorumluluğu sayesinde insanlar arzularını gemleyebilmektedir. Kentin rasyonelliği ve hızlı temposu karşısında ahlaki ölçütler yok olur. Belki kentte yaşanan buhran, çatışma, güvensizlik ve kopan sosyal bağların temelinde, ahlaki ölçütlerin eksikliği vardır.
Modernitenin Getirdikleri
Modernlik ile birlikte kentlerde yapay ve kurgusal ilişkiler ortaya çıkmaktadır. Sosyal bağların çözülüşü , toplumdaki parçalanma, bireyin eksik ve hatalı bir ortamda varlığını sürdürmesine neden olur. Kentin karanlık yüzü kendini göstermeye başlar. Bu karanlık yüzün ortaya çıkmasının nedenleri arasında, insanların akılcı, ben odaklı ve ticari düşünmesi sayılabilir. Yere, mekana ve zamana karşı bilindik algılar da yapı bozumuna uğrar. Modern düşüncede önemli bir yere sahip ve birbirinden farklı bakış açılarına sahip ve kuramsal kaygıları olan Lefebvre, Foucault, Giddens ve Harvey, mekana özel bir önem vermiş ve modernliğin yapılaşmasında ve temsilinde belirleyici bir rol oynadığı üzerinde durmuşlardır. Modernite ile birlikte örtük, saklı bir yerde olan mekan, toplumsal sahnede yer almaya başlar. Zaman ve mekan algısı da değişir. Önceden zamana atfedilen değer, artık mekana kaymaya başlar. David Harvey(1997) ve Manuel Castells(2013), modernitenin mekanının tümüyle kapitalizm tarafından şekillendirildiğini, kapitalizmin sadece kentin karakterini değil aynı zamanda sakinlerinin çeşitli etkileşimlerini de şekillendirdiğini ileri sürerler. Metropoller, bu değişimin en yoğun yaşandığı yerlerdir. İlişki veya etkileşimlerin arka planında ince dokunmuş bir plan, bir hesap ve bürokratik bir oyun vardır. İnsanlar istemeyerek de olsa bu oyuna katılırlar. Çünkü hayatın içinde aktif olmak isterler. Değerlerin geçerliliğini yitirmesi, sosyal rollerin geçicileşmesi ve istikrarsızlık kimlik sorunları yaşamamıza neden olur. Kent, özgürlük ve özerklik hissi verirken, aynı zamanda kurum ve aygıtlar yolu ile özel veya resmi olarak bir gözetim, kontrol ve baskılanma duygusu yaratır. Kentin özgür ve gayrişahsi dünyasında yer kapmanız ve aynı zamanda kendinizi yabancı ve düşman bakış ve müdahalelerden korumanız gerekir. Hal böyle olunca kişiler insanlardan uzaklaşmak ister. Klişeleşmiş “emekli olunca küçük bir sahil kasabasına yerleşmek” düşüncesi akıllara gelir.
Kapitalizm ve Ruh Sağlığı
Kentli insanın diğerlerine karşı tutum ve davranışları, genelde resmi, ikircikli ve çekingendir. Modern kent, geniş kapsamlı ve esnek toplumsal ilişkiler doğuran, parasal ekonominin baskın olduğu bir toplumsallaşma üretir(Scaglia, 2011, s.399). Simmel’in ifadesine göre, bu süreçte birey içsel güvenliğini kaybeder, yerine modernliğin içsel çelişkilerinden kaynaklanan belirsiz bir gerilim, hoşnutsuzluk, huzursuzluk hissi ve telaşesi geçer. Kente hakim olan rasyonel ve nakite dayalı ilişkiler, idealist ve spontane tutkuların göz ardı edilmesine sebep olur. İnsanlar, başkalarının ne yaptıklarıyla ilgilenmedikleri havasına bürünürler. İnsanlar birbirlerini görmeden, umursamadan modern kayıtsızlık içinde yaşarlar. İnsanların bu kayıtsızlığına sosyolog Bauman da işaret eder ve kapitalist modern kent kurgusunun bunu beslediğini belirtir. Kent yaşamının hızlı ve canlı temposu içinde soğuk insan ilgisizliği baş gösterir. Nakit bağı, sırf para miktarıyla değerlendirilen karşılıklı ilişkiler, hizmetler, hesapçılığa dayalı duygusuz ve tutkusuz kentsel tutuma adeta pik yaptırır(Bauman, 1998, s.80-81). Metropol her ne kadar duyarsızlaşma yeri gibi görünse de, aynı zamanda kontrolden uzaklaşma ve bireyselleşme yeridir. Çıkara dayalı ilişkisellik her şeyin ölçüsü olur. Bireyselleşme sürecinde, kişi keskin gelgitler yaşar, sağlıklı tutumlar sergileyemez. Çünkü ruh hali patolojiktir. Ait olduğu bir toplumsal küme yoktur. Aslında bir grubun içinde yaşar ama fiziki varlığı, ruhsal ve zihinsel yokluğunu karşılamaz. Bireyin duyduğu yalnızlık hissi tek başına olmaktan farklı bir şeydir. Bir grup insanla iletişim içinde olmanız sizi yalnızlıktan kurtarmaz. Başka insanlarla, her iki taraf içinde anlamlı ve ortak bir şeyler paylaşmanız gerekir. Metropole özgü dinamikler modern yalnızlıklar için metropol hayatını oldukça verimli bir yere çevirmiştir. Modern yaşam koşulları, bireyin kalabalıklar içinde yalnız hissetmesine yol açıyor. Robert Putnam, yalnızlığın küresel bir salgın olarak bütün dünyayı etkileyen bir sosyal afete dönüştüğünü ifade eder. Bu tek başına olma hissi aslında insan doğasına aykırıdır. Toplumdan uzaklaştığımız halde ailemizle daha çok vakit geçirmiyoruz. Son yıllarda, ailece yapılan etkinlikler giderek azalmakta. Bireylerin yalnızlığı tercih etmelerinde kişisel bir istekten ziyade, endüstriyel ve kentsel organizasyonlara sinmiş rasyonel tasarrufların payı büyüktür. Teknolojik araçlarda bireyin yalnızlığını giderici bir maske takınarak, daha derin yalnızlık çekmesine ortam hazırlıyor. Yoğun ve hızlı trafiğin hüküm sürdüğü küresel şebekeler, bir bakıma bilgi, sermaye, imge ve göstergelerin akışının mekanlarıdır, elektronik düğümler ise sanal gerçeğin mekanlarıdır. Bu soyut mekan, aynı zamanda özellik ve farklılık vurgusunu etkisizleştirir. Emberley, bunun giderek toplumu teknolojiye bağımlı hale getirdiğini belirtir. Modernliğin yarattığı özgürlük ve bağımsızlık hali, bireyi rasyonalize etmekte, beraberinde ise varoluşsal soyutlanma, güvensizlik ve kaygı duygularını artırarak yalnızlık duygularını pekiştirmektedir(Yaşar, 2007, s.250). Kapitalizm ve modernlik koşulları, yalnızlığı tetikleyici, kişiyi baskı ve dayatmalardan korunmak için içe dönmeye, sadece kendisinin olabileceği korunaklı alana hapseder. Bu yönleriyle kentler, özgürlüğün, yabancılaşmanın, varoluşun ve yalnızlığın mekanlarıdır.
Kentteki hızlı tempo ve karmaşık teknolojiler, zihinsel gerilimleri artırır, algılama, hissetme ve duygu durum bozukluklarına yol açar. Bu duruma yol açan sebeplere ek olarak sınıfsal eşitsizlik ve rekabetçi ilişki ağları da sayılabilir. Yaşanan sınıfsal gerilimler, zihinsel gelgitler, öfke ve hınç kentte yaşamayı olumsuz etkiler. Metropole özgü rasyonel tasarruflar, bireyi bir tükenmişlik sarmalı içinde tutar. Her şey bireye eşit ve gri renkte görünür. Hiçbir şey diğerinden ön plana çıkmaz. Çünkü para, her şeyin nitel farklılıklarını “kaça?” sorusuyla eşitler (Simmel, 1996; Yaşat, 2008, s.129). Bu durumda hayatın spontaneliği ile modernliğin kesinliği arasında ruhsal gelgitler yaşamamızın öncüsüdür. Farklı ruhsal hastalıklar şehrin iç dinamikleri ve sosyo-kültürel mimarisi ile yakından ilişkilidir(Turner, 2015,s.334). Kaybolan sosyal bağlar da insanlar güven ve bağlılığın iyileştirici gücünden yoksun kalmakta ve bu durum ruhsal anomalileri besleyen ve büyüten bir etki yaratmaktadır. Zihinsel çöküşe en yatkın bölgeleri şehrin en haraketli, yoğun ve merkezi kısımlarıdır. Ruhsal sıkıntıların sebeplerine ek olarak, sosyo-ekonomik yoksunluklar, çevresel koşullar, hız ve devingen ilişkiler dünyası, birbirinden farklı ve çoklu statü rollerine sahip olma vs. sayılabilir.
Kaynakça
- Aytaç, Ömer. (2017). Kent, Metropol ve Değişen Yer/Mekan İmajları. Mukaddime,8(1),1-23 Aytaç, Ömer. (2020). Kentin ve Kentsel yaşamın Patolojisi. Şehir ve Medeniyet Dergisi
- Güngen, Burçin. (2001). Metropol Kültürü, Yaşamı ve Mimarlık. İstanbul Teknik Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi. yöktez.gov
- Simmel, George. (2003). Modern Kültürde Çatışma. İletişim Yayınları