Hikaye anlatıcılığı (Storytelling), son yıllarda akademik dünyada olduğu kadar günlük yaşamda da büyük bir ilgi görmektedir. 1970’lerden sonra hızla büyüyen bu alan, kişisel ve toplumsal kimliklerin inşasında oynadığı rol, disiplinler arası bağlayıcılığı ve sürekli evrilen yapısıyla dikkat çekmektedir. Bu makale, hikaye anlatıcılığının tarihsel gelişimini, toplumsal ve bireysel kimliklerin inşasında oynadığı rolü ve modern toplumdaki evrimini incelemektedir. Hikaye anlatıcılığı, bireylerin deneyimlerini, duygularını ve dünyaya bakış açılarını başkalarına aktararak hem kişisel hem de toplumsal bağları güçlendiren önemli bir araçtır. Ancak, kapitalizmin etkisiyle dijitalleşen ve metalaşan hikayeler, toplumsal anlam yaratma işlevinden saparak, daha çok bireysel tüketim ve ticari amaçlarla kullanılmaktadır. Makale, hikaye anlatıcılığının bu dönüşümünü ele alırken, aynı zamanda bu süreçte kaybolan toplumsal bağların ve anlamın yeniden inşa edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.
Hikaye anlatıcılığı (Storytelling) Nedir?
Hikaye anlatıcılığı, insan deneyimlerini, düşüncelerini ve değerlerini paylaşma sanatıdır. Bu sanatta, özellikle sözlü gelenekte, hikayeler genellikle büyükler tarafından konuşma biçiminde anlatılır ve bu hikayeler dolaylı tavsiyeler verir, ahlaki değerleri iletmeye çalışır. Her kültür veya topluluk, benzer pedagojik işlevleri yerine getiren ilham verici hikayeler ya da “ruhun edebiyatı”na sahip olup, bu hikayeler insan hayatı nasıl yaşanır sorusuna dair ipuçları verir (Campbell & Moyers, 1991). Ancak bu hikayeler, belirli bir duruma mükemmel bir şekilde uymak için değil, dinleyicinin durumuna göre uyarlanır; zaman, karakterler, tarihsel dönem ve olay örgüsü dinleyicinin durumuna göre değişir. Bu tür hikaye anlatıcılığının gücü, dinleyicilerin kişisel anlamlar ve yorumlar oluşturarak kendilerini keşfetmelerine olanak tanımasında yatar. Dinleyicinin kendisini bulduğunda, bu süreçte cevabı da bulacağına inanılır (Umaschi, 1996). Hikaye anlatıcılığı, fikirlerin, inançların, kişisel deneyimlerin ve hayat derslerinin güçlü duygular ve içgörüler uyandıran hikayeler veya anlatılar aracılığıyla canlı bir şekilde tanımlanmasıdır. Bu süreç, insanların hayatlarına dair anlamlı mesajlar iletmeyi ve duygu yoğunluğu yaratmayı amaçlar (Pérez de Francisco & Coronel Cuéllar, 2004).

Hikaye Anlatıcılığı ve Sosyal Anlam
Hikaye anlatıcılığı, bireylerin veya grupların deneyimlerini, duygularını, düşüncelerini ve dünyaya bakış açılarını anlatılar (hikayeler) aracılığıyla ifade etmeleridir. Bu, kişisel ya da toplumsal olayları, anlamlı bir bağlamda sunarak dinleyicilere veya okuyuculara bir deneyim aktarmak anlamına gelir. Hikaye anlatıcılığı, sadece bilgi verme amacı güdemez; aynı zamanda duygusal, kültürel ve sosyal bağlamları da ileterek insanları bir araya getirir. Sosyolojik bağlamda ise hikaye anlatıcılığı, insanların kendilerini tanımlamaları ve toplumsal dünyayı anlamaları için önemli bir araç olarak görülür. İnsanlar, yaşadıkları dünyayı ve kimliklerini anlatılar üzerinden şekillendirirler. Bu bakış açısına göre, anlatılar yalnızca bireylerin davranışlarını açıklamakla kalmaz, aynı zamanda onların sosyal yapı, kültür ve tarih içindeki yerlerini de yansıtır.
Kimi zaman “anlatı” ve “hikaye anlatıcılığı” birbirlerinin yerine kullanılmaktadır. William Labov ve Joshua Waletzky’nın anlatı üzerinde yaptıkları bir dilbilimsel analiz çalışmasında Anlatıyı, bir kişisel deneyimi, olayı ya da durumu bir dil tekniği olarak yapılandırılmış şekilde ifade etme biçimi olarak ele almışlardır (Labov & Waletzky, 1967). Anlatı, özellikle bir olayın zaman sırasını yansıtan anlatı birimlerinin bir araya getirilmesiyle inşa edilir. Bu birimler, anlatıcının toplumsal bağlamdaki deneyimlerini aktarmak ve dinleyicilere bir anlam iletmek amacıyla kullanılır. anlatı ve hikaye anlatımı arasındaki ortak yönler, her ikisinin de bireylerin veya grupların kişisel deneyimlerini, duygularını ve dünyaya bakış açılarını ifade etme amacını taşımasıdır. Anlatı ve hikaye anlatımı, insanlar yaşadıkları olayları ve düşüncelerini bir dil tekniği aracılığıyla başkalarına aktarmaya çalışır. Bu aktarımda, olayların zaman sırasına dayalı olarak düzenlenmesi önemlidir; her iki durumda da anlatıcı, olayları belirli bir sıraya koyarak bir deneyimi dinleyiciye veya okuyucuya sunar. Ayrıca, her iki kavram da toplumsal ve kültürel bağlamda yer alır, yani insanların kimliklerini ve dünyayı anlamalarını sağlayan bir araçtır.
Anlatılar ve hikayeler, toplumsal yapı, kültür ve tarih gibi faktörlere de ışık tutar, böylece insanlar arasındaki bağları güçlendirir. Bu anlamda her iki terimde birbirleri yerine kullanılabilmektedir. Kısaca anlatı, bir dizi olayı anlamlı bir sırayla sunarak bir mesaj veya anlam ileten hikayedir. Karakterlere, olay örgüsüne ve normatif bir mesaj taşıyan kültürel değerlere dayanır (Polletta et al., 2011). Anlatılar, yani hikayeler karmaşık sosyal gerçeklikleri anlamak için bir araçtır; olay dizilerinin formalize edilmesi, belirli örüntüler üzerinden genel anlatı sınıflarını oluşturmayı sağlar. Bu sebepten ötürü anlatılar sosyal hayatın her alanında ve birçok disiplinde kullanılmaktadır.

Hikaye Anlatıcılığının Faydaları
Stephen Rowcliffe hikâye anlatıcılığının bilim öğretiminde önemli bir rol oynadığını vurgulamaktadır. Hikâye anlatımı, öğrencilerin derslere olan ilgisini artırarak, bilimsel kavramları daha eğlenceli ve anlamlı hale getirir. Bu, öğrencilerin derslere katılımını artırır ve onları öğrenmeye daha motive eder. Ayrıca, hikâyeler öğrencilerin uzun süreli hafızalarına yerleşen bilgileri daha kolay hatırlamalarını sağlar. Fizyolojik araştırmalar da hikâyelerin hafıza üzerinde olumlu etkiler yarattığını ve öğrenmeyi kalıcı hale getirdiğini ortaya koymaktadır. Hikâye anlatıcılığı, aynı zamanda öğrencilerin bilimin gerçek dünyayla ilişkisini daha iyi anlamalarını sağlar ve bilimsel okuryazarlığı geliştirir. Bu sayede öğrenciler, bilimin sadece akademik bir alan olmadığını, aynı zamanda yaşamlarıyla bağlantılı bir konu olduğunu keşfederler. Sonuç olarak, hikâye anlatımı, bilim derslerinin daha ilgi çekici ve öğretici olmasına yardımcı olur ve bilim eğitiminin kalitesini artırır (Rowcliffe, 2004). Bununla birlikte Juan Jesús Zaro ve Sagrario Salaberri birlikte hikaye anlatımının yabancı dil öğretiminde önemli bir araç olduğunu vurgulamaktadır (Zaro & Salaberri, 1995).
Diğeri Alanlarda Hikaye Anlatıcılığı
Kristin Thompson ise kitabında film ve televizyon anlatıcılığını karşılaştırarak, her iki medya türünün de hikaye anlatma biçimlerine dair önemli noktalar sunar. Televizyonun genellikle sınırlı zaman dilimleri ve kesintilerle karşı karşıya kaldığını belirterek, bu formatın hikaye anlatımını nasıl etkilediğini tartışır. Özellikle televizyon dizilerinin, tek bir bölümü değil, birden fazla bölümü ve hatta sezonları kapsayan uzun vadeli anlatılar oluşturduğunu vurgular. Bu uzun süreli yapı, hikayenin karmaşıklığını gizler ve sadece tek bir bölüme bakıldığında hikaye basit gibi görünebilir. Thompson, televizyonun anlatımsal karmaşıklığının genellikle izleyicinin fark etmeyeceği şekilde bölümler ve sezonlar arasında gizlendiğini belirtir. Film ve televizyonun her birinin kendine özgü anlatı teknikleri ve format kısıtlamaları vardır, ancak ikisi de temel anlatı unsurlarını -örneğin, zaman ve mekan yönetimi, birden fazla hikaye hattının birleştirilmesi -benzer şekilde kullanır. Ancak televizyonun daha kısa süreli bölümler ve sürekli kesintiler nedeniyle, hikaye anlatımı daha basit görünebilirken, aslında derin bir yapısal karmaşıklık içeriyor olabilir. Thompson ayrıca, televizyonun “sanat” olarak değerlendirilmesi gerektiğini savunur ve televizyon dizilerinin estetik açıdan da analiz edilmesi gerektiğini vurgular. Bu bakış açısıyla, televizyonun genellikle sadece kültürel bir ürün olarak değil, aynı zamanda bir sanat formu olarak ele alınması gerektiğini ifade eder (Thompson, 2003).
Anlatı oluşturma aynı zamanda, antropolojide bireylerin ve toplumların kültürel, sosyal ve tarihsel gerçekliklerini anlamada ve aktarmada merkezi bir yöntem olarak öne çıkar. Antropoloji ve hikaye anlatıcılığı (anlatı oluşturma) arasındaki ilişki, toplumsal gerçekliklerin anlaşılması, yorumlanması ve aktarılması açısından oldukça önemlidir. Antropoloji, insanların kültürel ve sosyal yaşamlarını anlamak için sıklıkla anlatı yöntemlerine başvurur.
Hikaye anlatıcılığı bireylerin deneyimlerini, yaşam öykülerini ve sosyal olayları aktarmanın doğal bir yoludur. Bu anlatılar, antropologların toplumların değerlerini, normlarını ve sosyal ilişkilerini derinlemesine kavramalarına yardımcı olur. Abbott ve Abell gibi araştırmacıların çalışmaları, olayların sıralı yapısını analiz ederek belirli sosyal örüntülerin ve nedensel ilişkilerin ortaya çıkarılabileceğini gösterir. Abbott’un “karşılaştırmalı olay-tarih yaklaşımı” bireylerin ya da grupların yaşam öykülerini, zaman içinde gerçekleşen olay dizileri olarak ele alır. Bu yaklaşım, toplumsal yapıların bireylerin hayatına nasıl yön verdiğini ve belirli olayların nasıl birbiriyle ilişkili olduğunu ortaya koyar. Bu bağlamda anlatılar, kültürel hafızanın inşasında önemli bir rol oynar. Toplumsal normlar, değerler ve kimlikler bu anlatılar aracılığıyla aktarılır. Örneğin, bir toplumda ritüellerin ya da geçiş törenlerinin anlatıları, dayanışmayı ve aidiyet duygusunu güçlendirir. Aile içinde anlatılan yaşam öyküleri, nesiller arası kültürel aktarımı sağlar ve bireylerin toplumsal kimliklerini şekillendirir. Antropolojide hikaye anlatıcılığı, bireysel ve kolektif deneyimlerin analizini mümkün kılar. Bu analizler sayesinde toplumsal olaylar ve ilişkiler, yalnızca sayısal verilerle değil, anlam ve bağlam çerçevesinde de anlaşılabilir. Böylelikle anlatılar, hem bireysel yaşantıların hem de daha geniş kültürel ve sosyal yapıların anlaşılmasını sağlayan güçlü bir yöntem olarak antropolojide yer bulur (Aunger, 1995).

Hikaye Anlatıcılığının Gelişimi
Hikaye anlatıcılığı akademide 1970li yıllardan itibaren artan bir şekilde çeşitli alanlarda ilgi konusu olmaya başlamıştır. Bunun yanı sıra hikaye anlatıcılığına olan ilgi akademik camianın dışarısında da yayılmaya başlamıştır (Polletta et al., 2011). Michael Bamberg’e göre çağdaş dünyada hikayelere duyulan ilgi, onların bireysel ve toplumsal kimliklerin inşasında oynadığı merkezi rol, disiplinler arası bir bağlayıcı unsur olması ve sürekli yeniliklere açık bir araştırma alanı sunmasıyla açıklanabilir. Ayrıca Bamberg Hikayeler, bireylerin geçmiş deneyimlerini, kimliklerini ve dünyayla ilişkilerini ifade etmelerine olanak tanır. Anlatıların, bireylerin kendi hayatlarını anlamlandırma ve toplumsal bağlamlarını keşfetme aracı olduğu görülmektedir(Bamberg, 2009). Bu bağlamda hikaye anlatıcılığının çağdaş dünyada hikayelere duyulan büyüleyici ilgi, çeşitli faktörlerle açıklanabilir:
Anlatı Araştırmalarının Evrimi
- Disiplinler Arası Çeşitlilik: Anlatı araştırmaları, çok çeşitli disiplinlerden (dilbilim, psikoloji, sosyoloji, edebiyat, eğitim vb.) araştırmacıları bir araya getiren bir alan haline gelmiştir. Bu farklı perspektifler, hikayelerin anlaşılması ve kullanımı konusunda zenginlik sağlamaktadır.
- Kişisel ve Kültürel Bağlamların Vurgusu: Hikayeler, bireylerin geçmiş deneyimlerini, kimliklerini ve dünyayla ilişkilerini ifade etmelerine olanak tanır. Anlatıların, bireylerin kendi hayatlarını anlamlandırma ve toplumsal bağlamlarını keşfetme aracı olduğu görülmektedir.
- Yeni Ufukların Açılması: Metinde, konferanslar ve toplantılarda anlatı araştırmacılarının sunduğu yeni bakış açıları ve ufuklardan söz edilmektedir. Bu, hikayelerin sürekli evrilen ve araştırmacılar için merak uyandıran bir alan olduğunu göstermektedir.
- Anlatıların Evrensel Çekiciliği: Anlatılar, insan deneyiminin evrensel bir parçasıdır. İnsanlar hikayeler aracılığıyla anlam yaratır, bilgi aktarır ve sosyal bağlar kurar. Bu evrensel değer, hikayelere olan ilgiyi artırır.
- Geçmiş ve Gelecek Üzerindeki Tartışmalar: Metin, anlatı araştırmalarının geçmişten bugüne geleneksel yaklaşımlarla ilerlerken aynı zamanda yenilikçi ve geleceğe dönük alternatifler sunduğunu ifade eder. Bu da hikayelerin dinamik ve sürekli değişen bir alan olmasını sağlar.
Bunların yansıra Eva Illouz kişisel hikaye anlatımının yükselişini Freudyen psikolojiye bağlamıştır. Illouz’a göre Freud’un psikanalizi, insan zihninin karmaşıklığını ve bilinçdışı süreçleri anlamaya yönelik güçlü bir çerçeve sunmuştur. Freudyen bakış açısına göre, insanlar yalnızca dışsal dünyayı değil, içsel dünyalarını da anlamlandırma yoluna giderler. Bu içsel dünyayı keşfetmek ve anlamlandırmak için hikayeler, metaforlar ve anlatılar kullanılır. Freud’un teorileri, insan ruhunun derinliklerine inme, bastırılmış duyguları ortaya çıkarma ve kişinin kendi benliğini anlamlandırma sürecini teşvik etmiştir (Illouz, 2007). Bu, hikayelerin psikolojik bir araç olarak kullanılmasını sağlar.
Hikaye Anlatıcılığı ve Kimlik
Hikaye anlatıcılığı, insan zihnini ve deneyimini anlamada önemli bir rol oynar, çünkü bireyler kendi içsel dünyalarını ve yaşadıkları çatışmaları anlamlandırmak için “anlatılar” oluştururlar. Roy Schafer’in psikanaliz alanında önerdiği anlatı yaklaşımı, zihnin sadece pasif bir şekilde dışsal güçler tarafından şekillendirilen bir şey olmadığını, aksine bireylerin içsel deneyimlerinin ve eylemlerinin bir sonucu olarak ortaya çıktığını vurgular (Mitchell & Black, 1995). Bir kişinin yaşamını anlatı şeklinde kurması, o kişinin deneyimlerini anlamlandırma ve bir bütün haline getirme çabasıdır. Çağdaş dünyada hikayelere duyulan büyük ilgi, insanların bireysel ve toplumsal deneyimlerini anlamlandırma ihtiyacından kaynaklanmaktadır. İnsanlar, karmaşık duygusal ve psikolojik durumlarını, hikayeler aracılığıyla ifade etme ve başkalarına aktarma yoluna giderler. Bu ilgi, kişisel kimliklerin ve toplumsal bağların inşasında önemli bir araçtır.
Anlatılar, bireylerin dünyayı nasıl algıladıklarını ve bu algıyı nasıl yapılandırdıklarını anlamamıza olanak tanır. Hikaye anlatıcılığı, yalnızca kişisel bir ifadeden ibaret değildir; aynı zamanda kültürel, toplumsal ve psikolojik bağlamda derin anlamlar taşır. Bu nedenle, günümüzde hikayelere duyulan ilgi, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde insanın kendini ifade etme ve anlama çabasının bir parçasıdır. Anlatılar, insan deneyimini anlamlandırmak ve başkalarına aktarmak için güçlü bir araç olarak ortaya çıkmaktadır. Bu, hem klinik bir çerçevede, hem de daha geniş sosyal ve kültürel bağlamlarda geçerlidir.

1970’lerden sonra artan bir şekilde anlatı teorisi önemli bir yer kazanması, insanların yaşamlarını anlamanın en iyi yolunun, onların hayatlarını anlatılarla ifade etmeleri olduğu düşünmelerinden geliyor olabilir. Yani, bireylerin davranışlarını analiz etmek için hikayelerine bakmak, geleneksel yapısalcı teorilerden daha faydalı kabul edilmiş olabilir. Francesca Polletta’ya göre anlatı, pozitivist (bilimsel) araştırmaların yerine alternatif olarak ortaya çıkmış çünkü anlatılar daha öznel ve bireysel deneyimlere dayalı bir bakış açısı sunmuştur. O dönemler anlatı, sosyal yapıların ve bilimsel anlayışların geleneklerini sorgulayan güçlü bir araç olarak görülmüştür (Polletta et al., 2011).
1980’lerden önce sosyolojide anlatı, insanların tehdit altındaki benlik imajlarını korumak için nasıl açıklamalar yaptıklarını ve sohbetlerde etkileşim düzenini nasıl sürdürdüklerini incelemekle sınırlıdır. Ancak 1980’lerdeki “anlatı dönüşü” ile birlikte, hikayelerin bireysel ve toplumsal kimlikler oluşturmadaki rolüne odaklanılmıştır. Hikayeler, insanların kendilerini ve topluluklarını anlamlandırmak için kullandıkları temel araçlar olarak görülmeye başlandı. Ayrıca, bilim, hukuk ve tarih gibi disiplinlerin tarafsız gerçekler değil, hikayeler üzerine kurulu olduğu öne sürülmeye başlamıştır. Bu yeni yaklaşım, hikayeleri eleştirel ve özgürleştirici bir araç olarak değerlendirmiştir. Örneğin, kişilerin hikayeleri onların gizli motivasyonlarını veya toplumsal süreçlere verdikleri tepkileri açığa çıkarabilir. Anlatılar, toplumsal grupların kolektif hareketlerini şekillendirebilir ve kimliklerini güçlendirebilir. Metodolojik olarak, sosyologlar anlatının kısmi ve öznel doğasını kabul ederek kendi rollerini de araştırmalarına dahil etmişlerdir. Anlatı çalışmaları, otobiyografik ve empati odaklı yaklaşımlarla örtüşerek sosyolojide yeni yollar açmıştır (Polletta et al., 2011).
Günümüzde Hikaye Anlatıcılığı
Byung-Chul Han’göre günümüzde hikaye anlatıcılığı, önceki anlam ve kimlik oluşturma işlevlerini yitirerek, kapitalist tüketim kültürüne hizmet eden, metalaşmış bir biçim haline gelmiştir. Bu bağlamda, “storytelling” artık yalnızca topluluk yaratma amacını taşımaz, çünkü topluluklar daha çok bireysel tüketicilerden oluşur ve dijital ekranlar üzerinden izole olmuşlardır. İnsanların birbirlerine hikayeler anlatarak toplandıkları ateşin yerini, bireysel tüketiciliği destekleyen dijital platformlar almıştır (Han, 2018). Bununla birlikte Byung-Chul Han’göre “Hikaye Anlatıcılığı” artık yalnızca bir reklam ve tüketim aracı haline gelmiş, “Hikaye Anlatıcılığı” yani hikayelerin bir ürün gibi satılması şeklinde dönüşmüştür. Bu da toplumsal anlamda, bireylerin kaybolan yönelimlerini ve kimliklerini doldurmak yerine daha çok bireysel kazanç sağlama amacı taşır. Bu yüzden hikaye anlatıcılığı, toplulukları ve anlamı pekiştirme işlevinden daha çok bir ticari araç olarak varlığını sürdürür (Han, 2018).
Byung-Chul Han, günümüzde hikâye anlatımının etkisini büyük ölçüde yitirdiğini savunmaktadır. Ona göre, geçmişte olduğu gibi anlatma ve anlama çabası günümüzde aynı yoğunlukta devam etmemektedir. Modern bilimlerin gelişimi ve insanın kendisine olan ilgisinin artışı, bireyin anlamdan çok kendisini merkeze almasına yol açmıştır. Bu durum, hikâye anlatımının kolektif bir anlam taşıma özelliğini kaybetmesine neden olmuştur. Joseph Campbell de bu olguyu Friedrich Nietzsche’nin “Bütün tanrılar öldü” sözüyle ifade etmektedir. Campbell, tıpkı Byung-Chul Han gibi, çağdaş toplulukların ortak bir anlam yaratma kapasitesini yitirdiğini ve her şeyin bireyin merkezine indirgenmiş olduğunu dile getirmektedir (Campbell, 2023).

Sonuç
Hikaye anlatıcılığı, insanlık tarihinin en eski ve en güçlü ifade biçimlerinden biri olarak bireylerin ve toplulukların kendilerini anlamlandırmalarına, deneyimlerini aktarmalarına ve kimliklerini inşa etmelerine aracılık etmiştir. Ancak, kapitalist modernite ve dijitalleşmenin etkisiyle, bu güçlü ifade biçimi, toplumsal bağları pekiştiren bir araç olmaktan uzaklaşarak metalaşmış ve bireysel tüketimi destekleyen bir yapıya dönüşmüştür. Byung-Chul Han’ın vurguladığı gibi, hikaye anlatıcılığı, artık anlam ve topluluk oluşturma işlevinden ziyade bir tüketim nesnesi haline gelmiştir. Bu dönüşüm, hikayelerin bireylerin ve toplulukların ortak anlam yaratma çabalarını zayıflatmış, yerine bireysel kazanç ve tüketim odaklı bir kültür bırakmıştır.
Yine de hikayeler, bireylerin kendi iç dünyalarını keşfetmeleri ve karmaşık toplumsal yapı içinde kendilerini ifade etmeleri için önemli bir araç olma özelliğini korumaktadır. Sosyolojik ve psikolojik açıdan bakıldığında, anlatılar hâlâ insan deneyiminin anlaşılması, kimliklerin inşası ve toplumsal bağların kurulması için temel bir işlev görmektedir. Bu bağlamda, hikaye anlatıcılığını yalnızca bireysel tüketim aracı olarak görmek yerine, onun yeniden topluluk yaratma ve anlam inşa etme potansiyelini canlandırmak gereklidir.
Hikaye anlatıcılığı, disiplinler arası bağlayıcılığı, geçmiş ve geleceği bir araya getirme kapasitesi ve evrensel çekiciliği ile, bireyler ve toplumlar için vazgeçilmez bir anlam kaynağı olmaya devam etmektedir. Gelecekte, hikayelerin bireysel tüketim kültürüne hapsolmak yerine, kaybolan toplumsal bağları ve kolektif anlamları yeniden inşa edecek bir güç olarak değerlendirilmesi, insanlığın ortak deneyimlerinin sürdürülebilirliğini sağlamak için kritik bir öneme sahiptir. Sonuç olarak, hikaye anlatıcılığının modern toplumda giderek artan bir öneme sahip olmasının temel nedeni, hem bireysel hem de toplumsal bağlamda anlam yaratma ve kimlik inşa etme işlevini yerine getirmesidir. Ancak, kapitalizmin etkisiyle metalaşan ve dijital platformlarda yalnızca bireysel tüketimle sınırlı hale gelen hikayeler, toplumsal bağların ve anlamın yeniden inşa edilmesi açısından derin bir boşluk yaratmaktadır. Bu nedenle, hikaye anlatıcılığının geleceği, hem bireylerin içsel dünyalarını yansıtan bir araç olarak hem de toplumsal bağları güçlendiren bir araç olarak yeniden şekillenmelidir.
Kaynakça
- Aunger, R. (1995). On ethnography: Storytelling or science? Current Anthropology, 36(1).
- Bamberg, M. (2007). Introductory remarks. In M. Bamberg (Ed.), Narrative – State of the Art. Amsterdam: Benjamins.
- Campbell, J. and Bill Moyers (1991). The Power of Myth. Newyork: Anchor
- Campbell, J. (2023). Kahramanın Sonsuz Yolculuğu (S. Gürses, Çev.). İstanbul: İthaki Yayınları.
- Francisco ve Cuéllar, C. (2004). Storytelling. The Princeton Guide to Historical Research.
- Han, B.-C. (2018). Anlarının Krizi (M. Erşen, Çev.). İstanbul: Ketebe Yayınları.
- Illouz, E. (2007). Saving the Modern Soul: Therapy, Emotions, and the Culture of Self-Help. Berkeley: University of California Press.
- Labov, W., & Waletzky, J. (1967). Narrative analysis: Oral versions of personal experience. In J. Helm (Ed.), Essays on the Verbal and Visual Arts Seattle: University of Washington Press.
- Mitchell, S. A., & Black, M. J. (1995). Freud and Beyond: A History of Modern Psychoanalytic Thought. New York: BasicBooks.
- Umaschi, M. (1996). SAGE Storytellers: Learning about Identity, Language and Technology. International Conference of the Learning Sciences.
- Polletta, F., Chen, P., Gardner, B. G., & Motes, A. (2011). The sociology of storytelling. Annual Review of Sociology, 37(1).
- Rowcliffe, S. (2004). Storytelling in science. School Science Review, 86(314).
- Thompson, K. (2003). Storytelling in Film and Television. London: Harvard University Press.
- Zaro, J. J., & Salaberri, S. (1995). Storytelling. Oxford: Macmillan Publishers.
- Kapak Fotoğrafı: The Feast of St by Nicholas Jan Steen, 1665 – 1668
- Görsel 1.1.: The Fortune Teller by Georges de La Tour, 1630s
- Görsel 1.2.: The Storyteller by Giovanni Domenico Tiepolo
- Görsel 1.3.: Ancient Storytelle by Amrita Sher-Gil, 1940