Goffman, Althusser ve Dahrendorf’dan Toplumsal Eşitsizlik

-

EDİTÖR:
Nur Seda Korkmaz

-

 

Toplum içerisinde toplum tarafından üretilen birçok eşitsizlik mevcuttur. Sosyoloji bilimi, üretilen eşitsizlikleri kimin ürettiğini, kime uygulandığını ortaya koyarken eşitsizliği ortadan kaldıracak bir sürü çıkarımlarda bulunmaktadır. 

Erving Goffman

Goffman, “bireylerin kendilerini ve etkinliklerini günlük hayatlarında nasıl gösterdiklerine bakmaktadır.” (Wallace&Wolf, 2020:319) Bireyin günlük yaşamdaki döngüsünü “makro bir yaklaşımla” incelerken aynı zamanda “insanların kendilerini diğer insanlara sunuşunun sosyolojik çözümlemesini yaparken tiyatro dili ve betimlemesini” (Poloma, 2011:227)  kullanmaktadır. 

Karşılıklı etkileşim sürecinde bireyleri birer aktöre, bulundukları alanı sahneye benzeten Goffman; bireylerin ön ve arka sahnede takındıkları tavırlara da dikkat çekmiştir. Dekorun kullanıldığı, bireyin (aktörün) performansını sergilediği yerde izleyicilerin izlenimlerini kontrol ederken aslında oyuncu, “ön sahnede metne göre uygun olmayan her şeyden kaçınır.” (Wallace&Wolf, 2020:320) Sahne arkasında ise “Goffman’ın da söylediği gibi ‘Oyuncu artık ön görünümü bırakabilir, söyleyeceklerinden vazgeçer ve o karakter olmaktan çıkar.’” (Wallace&Wolf, 2020:321) 

Karşılıklı etkileşim sürecinde izleyicilerin beğenmediği, metnin istediği karakter olmayan her birey “damgalı birey” olarak tanımlanmaktadır. Damgalı birey kelimesini ilk olarak Yunanlılar kullanmaktadır. İnsanların gün geçtikçe halen kategorize edildiği günümüz dünyasında eşitsizlikler ortaya çıkmıştır. Goffman’ın belirlediği üç damga tipinden birincisi, fiziki deformasyona sahip bireyler toplum tarafından dışlanır. Örneğin, gözü “ideal birey” kadar iyi görmeyen birey artık ideal bireylerin oluşturduğu toplum tarafından “damgalanır” ve “damgalı birey” olarak adlandırılmaktadır. Toplumsal olarak atfettiğimiz kimliklerin yarattığı eşitsizliklere başka bir örnek verecek olursak “sağcı” veya “solcu” şeklinde tanımladığımız, giyinişine, yüzündeki sakal-bıyık-saç bölgesine dikkat ettiğimiz bireyleri verebiliriz. Sağcı olarak damgalanan bireyler, solcu olarak damgalanan bireylerin gittikleri yere gitmez, yedikleri şeyi tüketmez, bulundukları “tarafsız” insanlar dahi olsa onlarla iletişim kurmaz. (Az önce yazdığım cümle, toplumda hâkim olan bir görüşü simgelemektedir. Sağcı olarak damgalanan bir bireyin toplum tarafından nasıl algılandığını yazdım. Aynı cümleyi solcu olarak damgalanan bir birey için yazmakta mümkündür.)

Toplumsal eşitsizliklere bakmadan önce kabul gören “ideal tip”lere bakmak gerekmektedir. Çünkü damgalanan tüm bireyler kabul gören “ideal tip” olmamasından kaynaklanmaktadır. Örnek verecek olursak Türkiye’de “Suriyeli” diye damgalanan bir kesim vardır: Kimisi çok uzun ve ıslak gözüken saçları, terlik giyen, erkeklerin el ele dolaştığı, esmerlerin çoğunluk oluşturduğu, kullandıkları parfümlerin birkaç metre öteden anlaşıldığı bir kesim. 

Türkiye’de damgalanan Suriyeli bireylere baktığımızda “ideal tip”lerle iletişime girmediğini, kendilerini anlatmadıklarını gözlemlemekteyiz. Üç damga tipinden diğeri; ırk, din, ulus kısacası etnolojik dalgaların oluşturduğu damga tipine uygun örnek olarak verdiğimiz Suriyeli bireylerin neden kendilerini açıklamaya girmediğini Goffman şöyle açıklamaktadır: Damgalı bireyler, karşısındaki ile eşit olamama korkusu altında, ne kadar söylerse söylesin eksiğini kapatamama düşüncesine girdiği için kendisini açıklamamaktadır.  

Türkiye’de yaşayan ‘Suriyeliler’ olarak adlandırılan kesim, Antalya’dan bir görüntü

Her toplumun ayrı ayrı damgaladığı bireylerin hizmet ettiği toplumsal eşitsizlik, artık yavaş yavaş ortak bir eşitsizlik sorununa dönüşmektedir. Çünkü her toplum gittikçe “ortak kod” lardan damgalar üretmekte ve bu da belli başlı eşitsiz türlerine sebep olmaktadır. 

Yüzyıllardır kadın ve erkek arasındaki “damgalar” artık birkaç toplum için değil günümüzde gittikçe evrensel bir damga sorununa oradan da “cinsiyet eşitsizliğine” yol açmaktadır. (Kadının özel alana hapsolması çünkü duygusal olarak damgalanması, erkeğin kamusal alanda faaliyet göstermesi çünkü duygusuz, güçlü ve otoriter olarak tanımlanması örnek olarak verilebilir.) 

Damgalanan bir kişiye “damganı kabul et” olgusu da hâkim olarak devam etmektedir. Müslümanların çoğunluk oluşturduğu bir ülkede bir Alevi mezhebine veya Hristiyan dinine mensup olan bir kişi başvurduğu bir işten ret cevabı aldığında bunun sebebini “damgasına” bağlayabilir fakat sebep o da olmayabilir. Aynı şekilde “eşcinsel” olarak damgalanan bireyler de toplumsal alandan dışlanmakta ve “ortak kod” un getirisi olarak tüm dünyada eşitsizlik olarak baş göstermektedir. Son olarak da köyde yaşayan bir genç yurt dışında bir okul veya burs kazandığında “tüm engelleri aştı” diyerek hem damgamızı belirtiyor hem de engelleri tekrardan üreterek var olan eşitsizliğe hizmet ediyoruz. 

Louis Althusser

Althusser, Marx’ın “devlet” teorisini incelerken zenginleştirdiği kendi “ideoloji” teorisi, toplumsal eşitsizliğin hangi alanlarda yol açtığını açıklarken bize yardımcı olacaktır. 

Hiçbir şeyin tek nedeni olmadığını dile getiren Althusser, üretim güçlerini yeniden üreten devletin aygıtlarını detaylı incelemektedir. Freud’dan önce rüyalar hakkında bilinçle alakası olmadığını dile getirirken Freud ile beraber rüyanın bilinçaltımızla ilgisi olduğu bilim camiası tarafından artık kabul edilmektedir. Devlet’in baskı aracı olduğunu dile getiren Marx’a ziyaden Althusser’den sonra tıpkı Freud’un teorisi gibi devletin iki ayrı aracı olduğunu, baskı ve ideoloji aygıtı diye iki alanda incelendiğini kabul etmekteyiz.  Devletin nasıl oldu da bu kadar ön plana çıktı sorusunu soran Althusser, aynı zamanda devletin ideoloji barındırdığı da iddia etmektedir. 

12 Eylül darbesini televizyon aracılığıyla halka bildiren Evren, yıllar sonra haber kanalları darbeyle alakalı ideolojilerini televizyon aracılığıyla halka ulaştırmaktadır.

Eşitsizlik bağlamında baktığımızda ideolojiler, kendi dönemlerine ait düşünceler üretirken bir önceki dönemin insanlarını ayrıştırır. Devletin baskı araçlarından ordu, bundan on sene öncesine kadar içerisinde “dini cemaat üyesi” barındırırken şimdi barındırmamaktadır. Devletin içerisinde değişen bu durum, dini cemaatlere üye olan, askeri okullara giden pek çok kimseyi bu alanların dışında bırakmaktadır. Sendikalar aslında devlete karşı mücadele eden kurumlar gibi gözükse de devletin ideoloji aygıtlarından biri olarak kabul edilmekte ve günümüz kapitalist sistemini yeniden üretmekte kullanılan bir araçtır. Sendikanın toplumsal düzendeki konumu, devletin aracı olması, işçiler ve patronlar arasında çatışmayı körüklemekte, işçilerin haksızlığa uğramasına yol açmakta, aynı zamanda işçilerin birleşmesini önleyerek devletin ideolojik aygıtına hizmet etmektedir. 

Ralf Dahrendorf

Nazi Almanya’sı tarafından toplama kampına gönderilen daha sonra da siyaset ve sosyolojiyle ilgilenen Dahrendorf, ‘çatışma’ teorisiyle yeniden incelediği sanayi toplumundaki birçok duruma dikkat çekerken toplumsal eşitsizlik bağlamında açıklayacağız. 

Marx’ın ön göremediği değişimlerin post-kapitalist toplum oluşturulduğu ve meydana gelen değişimin toplumdaki eşitsizlikleri nasıl ürettiğine bakıyoruz. Marx için önemli olan üretim araçlarının mülkiyetine sahip olmak önemliydi fakat Dahrendorf için otorite sahibi olmak (meşru güç/kontrol) üretim araçlarının mülkiyetine sahip olmaktan daha önemlidir. Bu durum çatışma ürettiği gibi toplumun normlarla oluşturduğu otoritenin de çatışmaya hizmet ettiği kanısına varmaktadır. 

Post-kapitalist ortamda emeğin parçalanmasıyla farklı maaşlar ve farklı kategoriler (vasıflı, vasıfsız, tam zamanlı, dönemli, yarı zamanlı vb.) ortaya çıkmıştır. İşçilerin arasında çıkan ayrışmalar ve parçalanmalar emeğin parçalanmasıyla yeni bir eşitsizlik alanı ürettiğini söyleyebilmek mümkündür.  

Pandemi döneminde çalışmak zorunda olan işçi ve eğlenen turistler, Türkiye 2021 yılından bir eşitsizlik görüntüsü

Ne kadar zıtlık varsa o kadar çatışma olacağını dile getiren Dahrendorf’a, iş yerindeki cinsiyetler, cinsel yönelimler arasındaki eşitsizlik ve çatışma ortamına, ülkemizdeki siyaset arenasını birbirinden farklı ideolojiye sahip gruplar arasındaki çatışmanın, o gruplara mensup bireyler için farklı alanlarda (iş alanında, televizyon, basın alanında, aile içerisinde, toplum içindeki konumunda vb.) eşitsizlikler ürettiğini söylemek mümkündür. 

Kadın ve erkek alanındaki en büyük eşitsizlik konusu “ev içi alan” yani “domestic” alandır. Ailedeki ilişkiler de erkeğin çıkarına göre hizmet etmektedir. Erkek çalışır, paranın kontrolü erkeğin elindedir, kadın evi temizler ve erkeğin getirdiği paraya muhtaçtır. Fakat kadın, evi temizlemek istemediğini ve erkeğin de temizlemesi gerektiğini dile getirdiği anda çıkar açığa çıkar ve çatışma başlar. Çatışmanın ortadan kalkması için feminist hareketler ve sendikalar tarzı kuruluşlar ortaya çıkar. Eşitsizliğin ortadan kalkmasına yardımcı olacak kurumlara Dahrendorf da kurumsallaşmanın önemli olduğunu ve daha fazla artması gerektiğini dile getirmektedir.  

Sonuç olarak Goffman, damgalı bireylerin eşitsizlik ürettiğini değil eşitsizliğin bir parçası olduğunu dile getirirken Althusser, devletin ideolojik aygıtlarının eşitsizlik ürettiğini ve halen üretmekte olduğu belirtirken Rahrendorf da var olan toplumsal eşitsizliklerin çatışmalara sebep olduğunu dile getirmektedir. 


Kaynakça

  • Çeğin, G. & Esgin, A. (2018) “Avamperestane Vehmedilenin Kurnazlığı: Erving Goffman”, Gündelik Hayat Sosyolojisi, Ankara: Phoenix Yayınları 
  • Polama, M. (2011) “Çatışmacı Yapısalcılık II: Toplumsal Yapıyı Açıklamaya Bir Öneri”, Çağdaş Sosyoloji Kuramları, Palme Yayıncılık 
  • Poloma, M. (2011) “Hayat Oyununda Oynama: Kuram Olarak Dramaturji,” Çağdaş Sosyoloji Kuramları, Palme Yayıncılık 
  • Poloma, M. (2011) “Sembolik Etkileşimci Perspektif: İnsan ve Anlam,” Çağdaş Sosyoloji Kuramları, Palme Yayıncılık. 
  •  Ritzer, G. (2011) “Çatışma kuramı,” Sosyoloji Kuramları, Ankara: De Ki Yayınları 
  • Swingewood, Alan (1998) “Marksizm ve Yapısalcılık,” Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. 
  • Wallace, A. & Wolf A. (2020) “Çatışma Kuramı”, Çağdaş Sosyoloji Kuramları, Ankara: Doğu Batı Yayınları.

Nusrettin Bahadır
Nusrettin Bahadır
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji mezunu Nusrettin; Sosyolojiye, Psikolojiye, Sinemaya, Edebiyata, Tiyatroya olan ilgisi küçük yaştan beri devam ediyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz