Pazar, Şubat 9, 2025

Eros, Her Nerede Yaşıyor ve Yaşatılıyorsa (*)

-

EDİTÖR:
Çağla Büşra Karakuş

-

Hesiodos’un ‘Theogonia’sında, Eros, varlıkları ilişkilendiren, bağ kurucu bir güç olarak tanımlanmaktadır. Buna göre bu güç sayesinde toprak ana Gaia ve gök baba Uranos ilişki kurabilmiş ve evrende yeni soylar ortaya çıkmıştır. (Çakmak, 2024) Burada eros, çekim gücü misali, daha sonraları libido da denilebilecek yaşam gücü, cinsel güç gibi anlamları da temsil etmektedir.

Antik Çağ filozoflarından Platon’un, “Şölen” adlı eserinde katılımcılar arzu ve eros ile ilgili konuşurlar. Aristophanes bir hikaye anlatır. Eskiden insanlar, kafalarından birbirlerine yapışık, tamlık ve bütünlük içinde yaşamaktalardı. Hiçbir şeye ihtiyaçları olmadığı için tanrılara karşı umursamaz, hatta saygısız bir tavır sergiliyorlardı, güçleri de oldukça fazlaydı. Zira kendi kendilerine yetmektelerdi. Zeus, onları başta yok etmek istedi, ancak kendisine ibadet edecek kişilerin de var olmasını istediği için güçlerini azaltmakla yetindi. Onları, şimşekle ikiye böldü. Böylece bugünkü tek cinsiyetli insan ortaya çıktı. (Platon, 1997) Bu ayrılma, insanın tamlık ve huzurdan kopup, kendisiyle barış içinde olduğu ortamdan ayrışması, cennetten kovulması, varoluşa; huzursuzluğa atılarak o ilksel tamlık hissini dış dünyada aramaya başlamasına sebep oldu. (Kaya, 2019)

aristophanes plato symposium - Man as Monster_ Eros and Hubris in Plato_s Symposium Peter von Mollendorff

Eros and Hubris in Plato’s Symposium
Peter von Mollendorff: ‘Man as Monster’ Article

Platon manevi aşkın güzelliklere yönelmeyle bitmediğini, ruhun güzellik ideasına kavuşmasını sağlayan manevi bir yolculuğun aracı olduğunu düşünmektedir. Burada fiziksel arzu ruhsal bir gayeye götürür. İnsanlar Zeus’un ikiye biçmesi sonrasında eros ilkesinin itkisiyle diğer yarısını aramaya yönelmiştir. Aristophanes’e göre, Zeus onların tekrar birleşmelerinden imtina ettiği için insanların içlerine özlem ve arzu hislerini de yerleştirmiştir. Bu ve başka sebeplerden dolayı bazı kişiler de bu aşamadan, erosun yitirilişi olarak söz etmektedir. (Kaya, 2019)

‘Eros’ başlıklı bu yazıda aşk tanrısı Eros ve onun sevgilisi Psyke’nin Yunan mitolojisinde anlatılan hikayesinden biraz bahsedelim.

Psyke çok güzel bir kızdır. Güzelliği dillere destandır, insanlar onu bu yüzden oldukça yüceltirler. Lâkin Psyke tüm güzelliğine rağmen oldukça yalnızdır… Onun güzelliği ve bu kadar seviliyor olması Venüs’ü kıskandıran bir özellik olmuştur, bunun üzerine onu ok atarak çirkin bir canavara aşık etmesi için oğlu Eros’u görevlendirir. Lakin Eros görevi ıskalayarak oku kendine atar ve Psyke’ye aşık olur. Sonunda Psyke’nin yalnızlığı son bulmuştur. Göz alıcı bir sarayda yaşamaya başlarlar. (Apuleius, 2017)

Ama Eros’un bir şartı vardır, Psyke’nin bu birliktelikleri sırasında onun yüzüne asla bakmaması… Psyke bu  şartı kabul eder, ta ki kız kardeşleri bir gün bu konuda şüphe uyandırıp onun aklını çelene kadar. O gece mum yakıp Eros’un yüzüne bakmaya gittiğinde ise çok güzel bir yüzle karşılaşmıştır, lakin üzerine damlayan mum ile Eros uyanıp öfkelenerek onu terk etmiştir. Birlikte yaşadıkları saray da yok olmuştur.

Italian School, Venetian, early 18th century – ‘Psyche Discovering the Sleeping Cupid’ – Royal Collection

Psyke, Eros’u geri kazanmak istemektedir. Eros onun hayatının en önemli, en anlamlı şeyidir. Gider ve Eros’un annesi Afrodit (Venüs)  ile konuşur, Eros’u geri kazanabilmesinin tek yolunun yeraltı dünyasında bir takım zorlu görevleri tamamlaması olduğunu öğrenir. Görevler arasında tahıl tanelerini ayıklamak, vahşi koyunların yünlerini toplamak, Styx nehrinden su almak, üç başlı köpek Cerberus’a arpa ekmeği vererek oyalamak, yeraltı tanrıçası Persephone’den güzellik iksirini alıp kapağını açmadan Venüs’e ulaştırmak gibi görevler vardır. Psyke bu görevleri hayvanlardan ve tanrılardan yardım alarak bir bir tamamına erdirir ve Afrodit’e vermek üzere Persephone’den kremi elde eder. Çeşitli kaynaklarda bu hikayenin çiftin ölümsüz aşkıyla yahut Psyke’nin ölümüyle sonuçlandığını yazar. Çoğu kaynağa göre Psyke ölümsüzleşmiştir.

Anadoluda ve çeşitli coğrafyalarda da, aslında canavarla yahut hayvanla evlendirilmek istenen, gündüzleri hayvan, geceleri yakışıklı prense dönüşen, kız kardeşlerinin kışkırtmasıyla yüzüne mum – ışıkla bakılan ve böylece büyünün bozularak  kahramanın çeşitli yollara savrulduğu pek çok masal vardır. Masal anlatıcısı (cuentista) ve masalları Jungiyen açıdan yorumlayan Clarissa Pinkola Estes, ‘Kurtlarla Koşan Kadınlar’ kitabında Vasalisa masalında bu görevleri, kadının kendi ruhsal bütünleşme yolculuğunda aşması gereken adımlar – psişenin ödevleri olarak ayrıntılı yorumlar. (Estes, 1992) Jungiyen psikolojide de eros, ilişkilenme ilkesi olarak görülmektedir.

Saraylarında gözlerden uzak oturmaktalardı, yani Eros’un animası olan annesinin haberi yoktu. Olsa kabul etmeyecekti. Tıpkı Psyke’nin onu tüm çıplaklığıyla ışıklar altında görürse kabul etmeyeceğini düşünmesi gibi. Psyke de analitik psikolojiye göre Eros’un bir animası. Tıpkı Eros’un da Psike’nin animus yansıtması olduğu gibi. (Animus, personasında kadın cinsiyeti yansıtanların bilinç dışlarındaki  karşıt cinsiyetten olan ruhları. Anima da dışarı kadın cinsiyeti yansıtanların içinde yer alan karşıt cins ruh) (Jung, 2018)

Bu mitin yazılan sonu ne olursa olsun, biz bunu aslında günümüzde, varlığının, mutluluğunun tek şartını, romantik bir ilişkiye bağlama hikayesine benzetiyoruz.

Kişi (kadın veya erkek) kendine o denli yabancıdır ki, kendiyle ilgili bildiklerinin büyük çoğunluğunu toplumun ona yakıştırdıkları oluşturur. (Güzellik, fiziksel özellikler, başarı, statü) Aslında kendi ruhuyla bağ kurmamış bu kişi, ilişkide de bağ kurmaktan kaçınarak, seçimlerini kendi otantik ihtiyaçlarına göre değil, sadece personasının ihtiyaçları doğrultusunda yapar. (Persona: Analitik psikolojiye göre benliğin en dışta sergilenen katmanı. Latince ‘maske’ kelimesinden gelmektedir.) Ailesinin ve toplumun dayattığı değerlere göre insan seçimini yaparak çevresini, gerçek yüzünü ve duygularını göstermeyen insanlarla donatır. Hatta bir gün eşinden şunu bile duyabilir “Benim şu veya bu şekilde ki yanlarıma karışmayacaksın. Neler yaptığımı fazla merak etmeyeceksin. Böyleyim, işine gelirse.” Aldatma, psişede bir bölümümüzü ondan gizlemek için çaba harcadığımız psişik bir alanın olmasında yatıyor. Nitekim gizlenen yanlar ortaya çıktığında kabul görmeyecek ve ayrışma gerçekleşecektir.

Psyke de partnerinin ona kapattığı şeyin yüzü değil kalbi olduğunu başta anlamamıştır. Yeraltında, yani kendi benliğinin içsel merkezinde, öncesinde göremediği, tanıyamadığı gücünü keşfedecek; bilinçdışıyla ve kendisiyle bağ kuracaktır. Başta kendine inancı da tam değildir, lakin yola çıktığında hayvanlar ve tanrılar gibi doğanın güçleri ona yardım etmek üzere gelirler. Şartlar ne kadar zor olursa olsun, en azından güçlenecek, erginleşecek, kendi hayatıyla ilgili zorlu bir yolu başarmış olacaktır. Bu bağlanmayı da doğa ananın rahmi olan yeraltında gerçekleştirmesi bir tesadüf değil. Onun oraya gitmesine üvey – kötücül annenin sebep olması da… Psyke burada kendiyle daha otantik bir ilişkilenmeye geçecek,  kendi eros prensibiyle kendini yüzde yüzüyle kabul edecekti. Sonrasında eski safdil haline kalbini açmaktan imtina eden Eros’u tekrar seçer miydi, orası tartışılır. Nitekim Robert Johnson  ‘Biz: Romantik Aşkın Psikolojisi’ adlı kitabında, iki tarafın birbirinin gerçek yüzünü görmesiyle romantik aşkın bitip, birbirlerini oldukları gibi kabul ettiği yerde gerçek aşkın başladığını savunur.

Kule Kartı, Marsilya Tarotu
the tower – tarot de marseille

Psyke, Eros’un yüzüne mum ışığını tuttuğu anda kendine ait bir gölgesine ışık tutmuştur. (Zaten Jung’a göre anima – animus da bir gölge arketipidir.) Yok olan sarayları ise, sarsılan personanın; dışa yansıyan hatlarıyla çok şaşaalı görünen lakin benliğe yabancı bir kimlik algısının tuzla buz olması gibi düşünülebilir. Burada, personanın yıkılmasında Tarot’un Büyük Arkana kartlarından, bir patlamayla alt üst olan Babil kulesini ve içinden sıçrayan insanları gösteren ‘Kule’ kartı arketipi iş başındadır. Ama Mevlana’nın deyimiyle, her şey alt üst olduğunda, ne biliriz altının üstünden daha iyi olmadığını?

Günümüz ilişkilerinde kadın erosundan o denli kopmuştur ki, ya patriyarka içinde kendisinin, oluşumunda parmağı olmayan bir dizgede, kendisine uymayan yapılarla yapay bir uzlaşı içine girmeye zorlanmış, ya aşk hayatında toplumun ve ailesinin dayatmalarına mahkum edilmiş, ya iyileşmekten uzak travmatik bağlarla hayatını çürütmeye yazgılanmıştır. Bu olguyu her geçen gün hem çevremizden hem televizyon ve internet basınından sıkça takip etmekteyiz.

Ailedeki ve toplumdaki kral arketipi olan baba ve devlet de onu korumaktan uzak, acımasız kral Agamemnon1 gibi kendi annesine, kendi kızına, kısacası kendi animasına (ruhuna) saldıran bir yapı sergilemekteyken, onu koruyacak hukuki sözleşmelerden yaptırımlardan imtina ederek aslında baltayı kendi aile yapısına ve ahlak değerlerine vurmaktadır. Bu saldırılara sadece kadınlar değil erkekler, hatta hayvanlar da çoğu kez hedeftir. Çünkü aslında ötekileştirilen kadın adı altında ‘doğa’dır.

10 yaşındaki Defne’nin, alternatif tasarlayarak sunduğu, marka tarafından onaylanan ‘ÇokoPrenses’ adlı ürün.

Genç kızlar, “prenses olmak istiyorsan ona göre davran diye had bildiren zihniyete reva görülmektedir. Anlaşılan o ki bu toplum, beyaz atlı prensler arzulayan, bu uğurda ne gerekiyorsa yapacak olan prensesler hayal etmiştir. Kral arketipinin sağlıksız, tiran kutbunda kalan toplumların prensleri de çoğu açıdan eksiktir. (Gillette, 2022) Kadın olgusunu kendi gözlerinin zevki için yaratılmış birer nesne olarak görmekte, kendi varoluşlarını da kadını ölçen, tartan, kategorize eden, sınıflandıran, menfaatleri doğrultusunda yöneten ‘kişi’ olmak üzere kuran bir patoloji söz konusudur. Sağlıklı eril bireyler hayat tatminlerini karşı cinsin güzel veya çirkin olup olmamalarına, ne kadar kadın olup ne kadar olmadıklarına karar vermelerine veya karşı cinsten elde ettikleri çıkarın miktarı üzerinden değerlendirmekten ziyade kendi sağlıklı benlik krallıklarını kurmaya çalışmalıdırlar. Maddi ve manevi anlamda ebeveynlerinden ve toplumun dayattıklarından ayrışarak kendi cumhuriyetlerini ilan etmelidirler. Televizyonda ve internet basınında karşılaştığımız don juanizme örnek oluşturan topluma mal olmuş kişiler, röportajlarında kadınlara yönelik bu tüketici ve menfaatçi düsturun, anneleriyle ile olan ilişkilerinin doğal sonucu olduğuna ve kendilerinin aslında bunun mağdurları olduklarına dair itiraflarda bulunmuşlardır.

Bu noktada Irigaray’a göre toplumda kadın, mitolojide Gaia’nın toprak ana olmasıyla başlayan süreçte, erkek öznesine ana yapı sunan, efendiyi kuran bir zemin olarak konumlandırılarak, özne olmaları onlardan esirgenmiştir. (Braidotti, 2017) Burada kadına düşen görev kendi ruhsal, zengin benlik sarayını – ülkesini inşa etmek, bir kraliçe olduğunu hatırlamak, ebeveynlerinden ayrışamamış beyaz atlı prensi beklemeyip, krallığını refah içinde sürdürmektir. Böylece erosunu anlayabilir ve sağlıklı bir cinsiyetler arası ilişkinin temininde topluma yol gösterici rol oynayabilir ve sağlıklı krallar doğurabilir.

Psyke, Eros’u geri kazanmak adı altında, kendini bulmak yolculuğunda toplumun yakıştırmalarından, alışılagelmiş konumlandırmalardan ölümü göze almak pahasına uzaklaşmıştır. Belki de mitin sonunda Persephone’den aldığı kremi koklayıp zehirlenerek ölmüş ve bu ölüm onun nefsinin dönüşmesine sebep olmuştur.

Tasavvufta ‘ölmeden ölmek’ kavramından söz edilir. İnsan nefsinin getirdiği tüm arzuların, eksikliklerin, arayışın sonlandırılarak, hakiki varlık ile bir olması, tamlık bilincine erişmesi anlamını taşır. (İbnü’l- Arabi, 2016). Mevlana’nın “Hamdım, piştim, yandım” cümlesi de bunu ifade eder.

Psyke yeraltı ölüler dünyasında fani benliğini ateşe atmıştır. Varoluşla bir olmanın Diyonizyak coşkusuyla ölüm-yaşam, haz-acı, itibar-değersizlik, varlık-yokluk akslarından ötede, gerçek birliği bularak yukarı geri dönmüş, ölümsüz bir tanrıçaya dönüşmüştür.

“En küçük şeylerde neşe ancak ölümü kabullendiğinde gelecek sana. Oysa yaşayabilecek olduğun her şeye açgözlülükle baktığında hiçbir şey seni memnun edecek kadar büyük değildir ve seni sarmaya devam eden en küçük şeyler artık neşe olmaz. İşte bu yüzden ölüme bakıyorum çünkü bana nasıl yaşanacağını öğretiyor.” Carl Jung – Kırmızı Kitap, sf 229)

“Duanla yaşamıyordum ki, bedduanla öleyim.” (Anonim)

 


Kaynakça

*: Reha Muhtar’ın Show Haber’de kullandığı program kapanış cümlesine gönderme.

  • Apuleius, L. (2017). Metamorphoses (Çev. Ç. Dürüşken). Alfa Yayınları.
  • Braidotti, R. (2017). Göçebe Özneler (Çev. Ö. Karakaş). Kolektif Kitap.
  • Estes, C. P. (1992). Kurtlarla Koşan Kadınlar: Yaban Kadın Arketipi Üzerine Efsaneler ve Hikâyeler. Ballantine Books.
  • Irigaray, L. (2024). Bir Olmayan O Cinsiyet  (Çev. Sinem Özer). Otonom Yayıncılık (Orijinal eser 1977’de yayımlanmıştır.)
  • Gillette, D. (2022). Kral, Savaşçı, Büyücü, Aşık. Pinhan Yayıncılık.
  • Johnson, R. A. (1994). Biz: Romantik Aşkın Psikolojisini Anlamak, HarperCollins.
  • Jung, C. G. (2018). Jung Seçme Yazılar (Çev. L. Özşar). Alfa Yayınları.
  • Jung, C. G. (2023), Kırmızı Kitap, (Çev. Okhan Gündüz), Kaknüs Psikoloji, dördüncü basım
  • İbnü’l-Arabî. (2016). Füsûsü’l-Hikem (Çev. E. Demirli). Litera Yayıncılık.
  • Platon. (1997). Şölen (Çev. B. Jowett). Dover Publications. (Orijinal eser MÖ 385-370 civarında yazılmıştır.)
  • Hesiodos. (2006). Teogoni (Çev. H. G. Evelyn-White). Harvard University Press. (Orijinal eser MÖ 700 civarında yazılmıştır.)

Online Kaynaklar:

  • Şengül, Sibel (2022). “Psyke ve Eros: Bireyleşme Tuzağı, Cennetin Rehavetine Kapılmak”, BABG [Podcast]. Spotify. https://open.spotify.com/episode/1NQheH9Que7IrvHzV6HG37?si=9e5ee3f0ba444e8a
  • Çakmak, Cengiz, (2024), “Masaldan Felsefeye Geçiş”, Felsefenin Serüveni 3. Bölüm

TRT2 [Video] https://www.youtube.com/watch?v=9At35vgVBLw&list=PL0gMcF5aNgrObfUBwmF5RNokhXvZPMv-Z&index=3

  1. Şengül, Sibel (2022). “Tanrı Kompleksi, Güç Zehirlenmesi, Hubris Sendromu” BABG [Podcast]. Spotify.
    https://open.spotify.com/episode/24vGL5tP986U71RapLFPd4?si=40b9223e911b40b2 ↩︎

Görkem Dikel
Görkem Dikelhttp://www.gorkemdikel.com
Lisans ve yüksek lisansını Mimar Sinan Gsü Resim bölümünde gerçekleştirdi. 2009- 2010 öğretim yılını Universidad de Sevilla Bellas Artes'te geçirdi. Halen Mimar Sinan GSÜ'de 'Sanatçının Üretiminde Mitlerin ve Bilinçdışı İmgelerin Sorgulanması' başlıklı doktora tezine devam etmektedir. Diğer yandan İU Felsefe lisans öğrencisidir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz