Perşembe, Kasım 21, 2024

Düşüncelerin Sarmalında Bir Gün: Mrs. Dalloway

-

EDİTÖR:
Fatma Sude Taşdelen

-

Mrs. Dalloway, o akşam evinde düzenleyeceği bir davet için çiçekleri almak üzere sabahın erken saatlerinde evinden ayrılır. İşte o andan itibaren başta romanın merkezine aldığı Clarissa Dalloway olmak üzere, birbirinden çok farklı niteliklerle bezenmiş karakterlerin zihinlerine konuk olarak kendimizi hayata, zamana, varoluşumuza dair irdelediğimiz bir kurmacanın içerisinde buluruz.

Virginia Woolf’un ustaca kaleme aldığı bu kurmaca eser, I. Dünya Savaşı’nın sonlarında bir Haziran ayında geçer. Savaşın insan üzerinde yarattığı psikolojik etkilere Virginia Woolf’un hayatında tanık olduğumuz gibi, eserde de bu izler kimi detaylarda gün yüzüne çıkar.

Clarissa Dalloway’in etrafında gelişen roman; farklı karakterlerin zihinlerinde yer edinen geçmişe, o âna ve geleceğe dair düşünceleriyle gelişir. Bu esnada Virginia Woolf’un her bir karakterine kattığı derinliği, bilinç akışı tekniğiyle gerçekçi bir şekilde bizlere aktarmasıyla hikâye anlam kazanır.

Böylece kendimizi bizler gibi yaşayan, acı çeken, sevinen, seven, pişmanlıkları olan ve özlem duyan kişilerin düşüncelerinin içerisinde kaybolmuş buluruz. Şimdi dilerseniz karakterlerin aklındakileri okurken kendi hayatlarımızdan yansımalarla yüzleşip acı-tatlı tebessüm edebileceğimiz bu kurmaca eserdeki Mrs. Dalloway’in dünyasına birkaç adım daha atalım.

Virginia Woolf’un Anlatı Sanatı

Modern edebiyatın önemli isimlerinden olan Woolf, yaşadığı dönemde içinde bulunduğu siyasal ve toplumsal ortamın da etkileriyle farklı bir edebi anlayışa yönelmiştir. Öyle ki savaş sonrası bu dönemde dünya genelinde psikolojik bir çöküş ve bunalım hâkim olmuştur. Virginia Woolf da kendi içerisinde yaşadığı birey olma çatışmaları, bir kimlik arayışı ve ruhsal sancılarla birlikte, bireyin zihninde olup bitenleri anlamaya ve aktarmaya çalışmıştır.

Düşüncelerin Sarmalında Bir Gün: Mrs. Dalloway, Virginia Woolf’un Portresi, britannica.com

Woolf, bilinç akışı tekniğiyle bizleri karakterlerin içsel anlarına tanık ederken, modern hayatın kargaşasını ve insanın kırılgan doğasını gözler önüne sermiştir. Bu bağlamda insan ruhunun evrensel bir yansımasını kendine özgü edebi diliyle yüceltip kaleme almasıyla dünya edebiyatında kalıcı bir iz bırakmıştır.

Ancak bilinmelidir ki Woolf, bireye ve bireyin zihninden geçenlere odaklanırken salt bireyci bir tutum sergilememiştir. Karakterlerinin düşünceleriyle kendi hayatlarındaki çıkmazlara ışık tutarken bu sayede toplumsal gerçeklere de dikkat çekmiştir.

Mrs. Dalloway romanı da bu anlamda Virginia Woolf’un en önemli eserlerinden biri kabul edilir. Woolf, romanın merkezine aldığı Clarissa namıdiğer Mrs. Dalloway’in çevresinde olup bitenlere ve hikâyeleri iç içe geçmiş farklı karakterlerin zihninden geçenlere bir kapı açmıştır.

Bu sayede psikolojik gerçekçiliğin öncülerinden olan yazarımız, bilinç akışını kullanarak romandaki karakterler aracılığıyla yeni modern dünyadaki insanın parçalanmış gerçekliğini romana ince ince işlemiştir.

Geçmiş ve Şimdi Arasında

Londra’nın üst sınıf ailelerinden birine mensup olan Clarissa Dalloway, eşi Richard ve kızı Elizabeth ile sıradan bir hayat yaşar. Romana konu olan o günde de sıradan hayatlarında arada bir düzenledikleri davetlerden birini gerçekleştireceklerdir. Ve çiçekleri kendisinin alacağını söyleyen Mrs. Dalloway, evden ayrılarak Londra’nın caddelerinde yürümeye başlar.

Haziranın ortasında, savaş daha yeni sonlanmış ve Londra caddeleri her zamanki gibi daha erken saatlerde oldukça hareketlidir. Clarissa düşünür. Geçmişi, şimdiyi ve geleceği zihnindeki düşünceler birbirleriyle yarışırcasına aklından geçirir. Rastladığı herhangi bir kişi, yürüdüğü cadde veya bir ağaç fark etmeksizin bir anımsatıcı onu ard arda gelen düşünce akışına maruz bırakır.

Düşüncelerin Sarmalında Bir Gün: Mrs. Dalloway, Clarissa Dalloway’in 1920’li Yılların Londra Caddelerinde Yürürken Resmedilmiş İllüstrasyon Çalışması, behance.net

İşte o çoğunlukla uğradığı parka gelip oturduğunda da Clarissa düşlerin etkisindedir. Böyle anlarda Peter sıklıkla aklına gelirdi. Havanın bu denli güzel olduğu sabahlarda eskiden olduğu gibi onunla yürümek keyifli olabilirdi. Gençliklerinde birbirlerine âşık olan ama hayatın onlara farklı yollar çizdiğini anladığımız Clarissa ve Peter’dan söz ediyoruz. Yıllar sonra karşılaştıklarında -hatta karşılaşmaları gerekmeksizin onlara birbirlerini anımsatan ufak bir hatırlatıcı yeterli- zihinlerinde uçsuz bucaksız bir yolculukta kaybolurlar.

Çoğu zaman bizler de öyle değil miyiz? Bazen tesadüfen denk geldiğimiz bir şiirin dizeleri, bazen yolda yürürken önünden geçtiğimiz bir bank, bazense bir şarkının sözleri yeterlidir. Kendimizi başka zaman ve mekânda buluruz ansızın. Tek bir işaret farklı kapılar açar, kayboluruz.

Clarissa için de durum bundan farksızdı. Geçmişte beraber oldukları günlerde gelip vakit geçirdikleri o parka yeniden uğradığında mesela. Şimdi o, yani Peter, çok uzaklardayken Clarissa düşünürdü. Acaba yanımda olsaydı ne derdi, diye. Anılarında çokça üzücü görüntüler olsa da, kırgınlıklarını bir kenara bırakıp aklına getirirdi. Şimdi nerede ve ne yapıyor ya da yanında kim var?

“… ama ansızın Clarissa’ya eserdi, Acaba şimdi yanımda olsa ne derdi? –bazı günler, bazı görüntüler onu, eski kırgınlıklardan azade şekilde dinginlikle aklına geri getirirdi; bu belki de insanları sevip sayıyor olmasının ödülüydü; güzel bir sabah St. James Parkı’nın ortasında aklına gelirlerdi –gerçekten de gelirlerdi. Ama Peter ne kadar güzel bir gün olursa olsun ve dahi ağaçlar, çimenler, pembeli küçük kız da öyle- Peter bunları hiç görmezdi. Gözlüklerini takardı, şayet Clarissa ona söylerse, ve bakardı. Onu ilgilendiren şey dünyanın hali pürmelâliydi; Wagner’di, Pope’un şiirleriydi, ilanihaye insanların kişilikleri ve Clarissa’nın ruhunun kusurlarıydı. Clarissa’yı nasıl da paylardı! Nasıl da tartışırlardı! Clarissa bir başkanla evlenecek ve bir merdivenin tepesinde duracaktı; kusursuz ev sahibesi derdi Peter ona (bu yüzden gidip odasında ağlamıştı), kusursuz bir ev sahibesinin bütün özelliklerine sahipti, öyle demişti.” (Woolf, 2022, s. 9)

Bu düşünceler içerisinde Clarissa kendisini, yaşadıklarını ve hayatı sorgularken, aynı zamanda Peter’ın aklından geçenlere tanık olma ve onun perspektifinden görme fırsatını da yakalarız.

Peter da Clarissa’dan farksızdı aslında. Farklı bir ülkeye gidip yıllar sonra kendi ülkesine geri döndüğünde Clarissa’yı ziyaret eder. Uzun yılların ardından birbirlerini gördüklerinde heyecanlanırlar. Pek çok şey değişmiş, aynı zamanda da değişmemiş. Olayların nasıl gelişip de bu duruma geldiklerini düşünür. Kendi davranışlarını hiçe sayıp kolay olana başvurur tabii ki, Clarissa’yı suçlamak, onu eleştirmeye devam etmek.

“Hayır, hayır, hayır! Artık âşık değildi ona! Sadece, o sabah onu makası ve ipekleriyle partiye hazırlanırken gördükten sonra, onu düşünmekten kendini alamadığını hissediyordu; bir trenin vagonunda uyurken ikide bir başı omzuna düşen biri gibi geri gelip duruyordu; âşık olmak değildi bu elbette; onu düşünmekti, onu eleştirmekti, yeniden başlamak, otuz yılın ardından, onu açıklamaya çalışmaktı.” (Woolf, 2022, s. 82)

Clarissa ve Peter aradan geçen yılların ardından karışık duygular içerisinde sohbet ederler ve Peter ayrılırken Clarissa onu da akşamki partisine davet eder. Bu sırada Clarissa’nın Peter yerine tercih edip evlendiği eşi Richard ise eve dönerken Clarissa’ya bir hediye götürmek ister. Eşi ve kızına büyük bir sevgi besleyen Richard ise bir siyasetçidir. Clarissa’yla evlenmiş olmasını hayatının mucizesi sayar. Eve giderken ona bir buket çiçek almaya karar verir.

Richard kocaman çiçek buketi elinde eve giderken kelimeleri kelimelere katarak Clarissa’ya onu sevdiğini söyleyecekti. Çünkü insanın hislerini söylememesi yazık ki ne yazık, diye düşündü. Ama yalnızca, ona çiçekleri verebildi.

“An geliyor o şey söylenemiyor; insan onu söylemeye utanıyor, diye düşündü, bozukluklarını cebine atarak, kocaman buketini göğsüne bastırıp Westminster’a doğru ilerleyerek, dosdoğru karşısına çıkıp kelimeleri kelimelere katarak (Clarissa onun hakkında ne düşünürse düşünsün), elinde çiçeklerle, ‘Seni seviyorum’ demek için. Neden olmasın? Gerçekten de savaşı düşününce bu bir mucizeydi ve binlerce zavallı adam, önlerinde uzanan hayat onları beklerken küreğin altına birlikte gidip süpürülmüş, şimdiden yarı yarıya unutulmuşlardı; bu bir mucizeydi. Burada Londra’nın kalbinde Clarissa’ya kelimeleri kelimelere katıp onu sevdiğini söylemek için yürüyordu. Hani insan bunu asla söylemez, diye düşündü. Kısmen tembelliğinden; kısmen de utangaçlığından.” (Woolf, 2022, s. 124)

Bahsedilen akışla beraber saatlerin ilerlediği günde Woolf, karakterlerinin zihinlerinde zamanı kullanarak geçmiş ve şimdi arasında adeta bir köprü kurar. Böylece karakterlerin bilinç akışını takip edip, düşüncelerine ortak olurken hislerinde kayboluruz ve nihayet davet vakti gelir.

Ve İşte O An

Roman boyunca Clarissa Dalloway’in akşamında davet vereceği bir gün içerisinde, herhangi bir ortak nokta ile yaşamları kesişen farklı kişilerin zihinlerinden geçenlerle çok başka bir âlemin parçası oluruz. Sona gelindiğinde ise Peter da Clarissa’nın davetine gidiyor ve Clarissa’nın gelmesini bekliyor. Clarissa gelmiyor. Sonunda Peter kalkmaya karar verdiğinde ise sonunda Clarissa geliyor.

Ve işte o an, aradan yıllar geçse de, iyisiyle kötüsüyle ne kadar yaşanmışlık olsa da, ayrılıp kendilerine bambaşka kişilerle çok farklı hayatlar çizseler de, Peter olağanüstü bir heyecana kapılıyor. Çünkü Clarissa oradaydı. Peter’ın o anki hisleri, içerisinde bulunduğu ruh hali o kadar gerçek ki, bir yüzleşmenin içerisinde buluyoruz kendimizi. Evet, iz bırakanları unutmak imkânsızdı.

“ ‘Ben de geleyim’ dedi Peter, ama bir an oturduğu yerde kalakaldı. Bu dehşet de ne? Bu vecd hali de ne? Diye düşündü kendi kendine. İçimi olağanüstü bir heyecanla dolduran şey de ne? Clarissa bu, dedi. Zira o oradaydı.” (Woolf, 2022, s. 210)

İşte bu alıntıyla sonlanan romanda, dağılmış yeni modern dünyanın ufak bir kesitine Virginia Woolf’un bu şiirsel anlatısındaki düşünce sarmalında ortak oluruz. Olaylar Clarissa’nın çevresinde olsa da Peter, Richard, Elizabeth, Sally, Rezia ve Septimus gibi birbirleriyle herhangi bir noktadan ilişkilenen karakterlerle roman bütünleşir.

Elbette bu ölçüde derinlikle işlenmiş ayrıntıların hepsine değinmek çok güç. Daha aktarmak istediğim birçok detay ve alıntı olsa da Mrs. Dalloway’in dünyasına veda etme vakti geldi.

Bir günün olağan akışı içerisinde, insan zihninin uçsuz bucaksız derinliklerinde; zaman, kimlik, varoluş ve aşk üzerine sorgulamalarla kaybolduk ve sonra yine kendimize döndük. Öyleyse şimdi, Mrs. Dalloway’in dünyasından izlerle beraber ayrılıp, varoluşumuzun kaçınılmaz gerçekliğiyle yeniden yüzleşerek kendi arayışımıza devam edebiliriz.


Kaynakça

Aybike Ezgi Kazdal
Aybike Ezgi Kazdal
2002 yılında İstanbul'da doğdu ve burada yaşamını sürdürüyor. Lisans eğitimini Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü'nde tamamladı. Kendi alanının toplumsal boyutuyla ağırlıklı olarak ilgilenmektedir. Bu sebeple İstanbul Üniversitesi'nde Sosyoloji eğitimine başlamıştır. Şehir planlama ve kentsel sosyolojinin yanı sıra edebiyat ve sanat hayatında önemli bir yere sahiptir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz