Cumartesi, Kasım 23, 2024

Şehir Planlaması ve Kentleşme

-

EDİTÖR:
Nur Seda Korkmaz

-

Kent, kendi değişim ve gelişim yasalarını üreten bağımsız bir olgu değil; toplumsal yaşamla bağlantılı tarihsel ve toplumsal bir üründür. Bu çerçevede kentsel süreçlerde çok geniş ölçekli toplumsal ilişkiler kümesinin bir ürünüdür. Bu iki alan sürekli birbirini etkiler. Bir toplumsal sistem içinde fertlerin ne türden davranışlarda bulunması gerektiğini belirten kavramlar rol ve statü kavramlarıdır. Rol ve statü kavramları bu nedenle toplumsal organizasyonu anlamada önemlidir. Kırsal alandan kentsel alana göç eden bireylerin, burada yaşayanlarla kuracakları ilişkilerde rol ve statü karmaşası yaşamaları beklenir. Kente göç eden bireylerin en temel sorunlarından biri, yakın çevre oluşturmaktır. Bu sorun, en akıllıca hemşeriler ve daha önce kente gelen akraba ve hısımlarla kurulan ilişkilerle çözülür. Bu ilişkiler farklı amaçlarla kullanılır. Geçici konaklama, bir ev ve iş bulmada yardımlaşma bu amaçlar arasında sayılabilir. Böylelikle temelde kırsal alanda görülen sosyal sistemin kentsel alana uzantısı oluşur. Genel bir kavram olarak grup, örf ve adetleriyle kısaca bir alt kültür özellikleriyle diğer gruplardan farklıdır. Birbirleriyle sıkı ilişkiler içinde bulunan ve belli birey sayısından oluşan sosyal sistemlerdir. Hızlı kentleşme olgusu içinde gruplaşmayı düşünürsek, sadece az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde değil gelişmiş olarak kabul edilen ülkelerde de görülebilir.

Gruplaşma ve Sosyal İlişkileri Kullanma Şekilleri

Gruplaşma

Gruplaşma eğilimi ve bu sayede oluşan sosyal ilişkiler çok farklı alanlarda kullanılır. Örneğin gecekondu yapan bir grup üyesi, diğer üyelerden yardım ister. Memleketine acilen dönen bir göçmen, eşini ve çocuklarını bir akrabasına yoksa hemşerisine emanet eder. Ekonomik olarak birbirlerinden yardım alabileceklerini bilirler. Memleket ve kentteki insanlarla haberleşme bu kanal yardımıyla yapılır. Sosyal kontrol ile grubun genç üyeleri eğitilir. Kente göç ve uyum sürecinde yine bu grubun ilişkileriyle düzenlenmektedir. Sosyal ilişkileri kullanma şekillerine ek olarak en yaygın kullanımlardan biri iş piyasasıdır. Kentsel alanda çok çeşitli gruplar vardır. Gruplarda görülen yapı kırsal alandaki sosyal sistemlerin kentsel alandaki sosyal sistemlere dönüşüm süreci olarak kabul edilmelidir (Redfield-Singer 1976:337). Bir grup, kentsel yaşamın ya da ülkenin bir ihtiyacını karşılamakla yükümlü olup monopolleşmektedir. Kentteki bu tür monopolleşmeler hem grup üyeleri tarafından oluşturulur hem de grup üyeleri arasındaki ilişkileri güçlendirir. Yani, grup ile monopolleşme arasında çift yönlü etkileşim vardır. Kente olan göçün başlangıcında grup oluşumu zordur. Çünkü etkili ve güçlü bir grup oluşturacak yeterli sayıda birey yoktur. Öncüleri kişisel bağlar yoluyla diğerleri izleyerek grubun temelleri atılır. Bazen bir mesleğe birden fazla grup el atmış olabilir. Bu durumda gruplar organize olarak grubun gücünü artırır. Eğer bir bütün olabilirlerse kendi sahalarında monopolleşmeye çalışırlar. Bu süreçte hakimiyeti elde eden grup, piyasa kontrollerini de elde eder. Monopolleşme sürecinde gruplar bir bütün olamazlarsa da, gruplar arası çatışmalar yaşanabilir. Monopole girmek için, monopole sahip olan grubun üyesi olmaktan geçer. Kentteki her grup üyesi kente göçenlerin iş bulması konusunda bir garanti olarak görülür. Belirli meleklerdeki monopolleşen gruplar, toplumun kendi kendine koruduğu ve düzenlediği sosyal kurumlara iyi bir örnektir.

Gruplaşma eğiliminin en bari gözlenebildiği bir alanda yerleşmedir. Bir grubun üyeleri ya aynı semtte ya da birbirine yakın semtlerde ikamet ederler. Daha geniş yerleşme alanında gruplaşma eğilimi gecekondu bölgelerinde gözlemlenebilir. Böylesine sıkı ilişkiler içerisinde, herhangi bir sorunda ilk başvurulan kişiler akraba ve hemşerilerdir. Sonuç olarak hemşeri ve akrabalık bağları ile oluşan ilişkiler ağı kente göçte hemen kendini belli ederek iş bulma ve ikamet edilecek mesken bulma/yapma konusunda devreye girmektedir. Komşuluk ve arkadaşlık ilişkilerinde de aynı yörenin insanlarıyla ahbaplık edilmektedir. Sevinci paylaşmanın yanı sıra dert ve problemlerin çözümünde ilk başvurulanlar yine akraba ve hemşerilerdir. Bir bütün gibi gözüken kent yaşamı, belirli çerçevede grupların meydana getirdiği karmaşık bir yapıya bürünmektedir. Bu yapı içinde ise fertler arası ilişkiler geleneksel karakterini sürdürmektedir.

Şehir Planlaması

27 Mayıs devriminden sonra, Devlet Planlama Teşkilatı kurulmuştur. Teşkilatın temel amacı, yurdun her türlü kaynak ve imkanlarını tespit ederek hükümete, güdülecek sosyal ve ekonomik politika ve hedefleri tayinde yardımcı olmak, bu hedefleri gerçekleştirecek planlar hazırlamak ve bunları koordine etmektir. Devlet Planlama Teşkilatı kurulduktan sonra, şehir ve bölge planlaması ve bunun ekonomik ve sosyal olarak koordine edilmesi gibi konular önem kazanmıştır. Şehir ve bölge planlaması insanın fiziki çevresinin belli amaçları gerçekleştirecek şekilde organize edilmesine dayanan bir faaliyettir. Fakat fiziki plancılar sadece fiziki çevreyle ilgilenirler. Halbuki fiziki planlama ile sosyal/ekonomik planlama karşılıklı ilişki içindedir. Öğretim, trafik, üretim gibi faaliyetler toprağa dayanır. Ama toprağı nasıl kullanacağımız planlanırken memleketin sosyal, ekonomik ve stratejik hedeflerini göz önünde bulundurmak gerekir. Devlet Planlama Teşkilatı bünyesi içinde sosyal ve ekonomik planlama faaliyetleri için ayrı ayrı iki daire kurulması yoluna gidilmiş, fakat şehir ve bölge planlaması düşünülmemiş veya lüzum görülmemiştir. Şehir ve bölge planlamasının içine giren konularla teşkilatın “sosyal planlama dairesi” ilgilenir. Sosyal ve ekonomik kalkınma çabası içinde bulunan ve çok hızlı nüfus artışı görülen memleketimizde şehirleşme gittikçe hızlanmakta, fakat büyük şehirlerin daha fazla büyümesi yönündedir.

Toprak kaynağının yani fiziki çevrenin kullanılmasıyla insanların refahını artırmaya çalışan planlama faaliyetine şehircilik denir. Şehircilik faaliyetlerine sahne teşkil eden toprak da planlı bir şekilde kullanıldığı takdirde iktisadi ve sosyal verimi yüksek olur. Sanayinin şehircilik için taşıdığı önemin anlaşılması, sanayiye atfedilen anlama bağlıdır. Sanayi denilince, ham maddeleri mamul hale getirmek için gösterilen faaliyetlerin ve bu faaliyetlerde bulunmak için gerekli vasıtaların tümü anlaşılmaktadır. Sanayide çalışan nüfusun oranı ile şehirleşme derecesinin büyüklüğü genel olarak doğru orantılıdır. Şehircilik, gerek tarihi gerekse de fonksiyonel bakımlardan, sanayinin yer ve toprak ihtiyacının planlanması gereğinden kaynak almıştır. Teorik olarak şehirleşme, sanayileşmeyi takip etmek zorundadır. Her şehirde sanayiye ayrılacak yer miktarı farklıdır. Bir sanayi bölgesinde hektar başına 100 işçinin çalışması normal sayılır. Dolayısıyla, bir şehirde sanayi bölgesinin yer ihtiyacı için nüfusa bakılır. Bir şehrin gelecekteki nüfusu göz önünde tutularak, çeşitli şehirsel fonksiyonların yerini ve buna ayrılacak arazi miktarını gösteren planlara şehir planı veya daha çok bilinen adıyla imar planı denir. İmar planlarının hazırlanması ve uygulanması bakımından önemli noktalar:

  • Şehirde yerleşecek sınai tesislerin ne çeşit tesisler olacağı
  • Şehir içinde nerelere yerleştirilecekleri
  • Ne kadar araziye ihtiyaç duyacakları
  • Tahsis edilen arazilerin imarına başlanması için belli bir zamanın tespit edilmesi

Deprem Bölgelerinin Önceden Belirlenmesi ve Şehir Planlamasına Katkısı

Depremlerin En sık görüldüğü yerler

Depremlerde belirli alanlarda hasar oluşurken bazı alanlarda az hasar veya hiç hasar oluşmamaktadır. Bu durum yerleşim yeri ve çevresinin yeraltı yapısına ve zemin özelliklerine bağlıdır. Hasar oluşturan depremlerdeki en temel etkenler; depremin büyüklüğü, mekanizması, yeri ve süresi gibi etkenlerin yanı sıra deprem dalgalarının yayıldığı ortamın yapısal özellikleri de etkilidir. Bir yapı bulunduğu ortama statik etki yapar ve aynı zamanda o ortamın bir parçasıdır. Yapını yapılacağı ortam ile yapı arasında bir denge oluşturulmalıdır. Bunun için deprem dalgalarının zemindeki yayılımı, yeraltı yapısının depreme göstereceği direnç gibi özellikler araştırılmalıdır. Yapılan jeoteknik çalışmalar ile daha az hasar görebilecek yerler belirlenebilmektedir. Önceden deprem tahmini mümkün değildir, ancak deprem ağır hasar mevkilerinin tahmini mümkündür. Bunun için büyük bir deprem beklemeye gerek yoktur. Depremde ağır hasar alanlarının önceden tespit edilmesi üç aşamalı çalışmalara bağlıdır. Bu aşamalar ise makro bölgelendirme, mikro bölgelendirme ve parsel bazlı bölgelendirme şeklinde sıralanır. Bir şehir planlamasında veya imara açılacak bir alanın belirlenmesinde büyük bir deprem beklemeye gerek yoktur. Hasar alacak alanlar yapılacak çalışmalarla belirlenebilir. Daha sağlıklı yerleşim planlaması için, yöneticiler, jeoteknik uzmanlarından asgari düzeyde bazı parametrelerin belirlenmesini istemelidir.

Bağımlı Kentleşme

Az gelişmiş/gelişmekte olan çevre ülke kentlerinin, gelişmiş merkez ülke kentleriyle kurduğu ekonomik ilişkilere bağımlı kentleşme denir. Günümüzde farklı biçimlerde etkilidir. Bu etki en çok kentsel dönüşüm süreçlerinde kendini göstermektedir. 1980’li yıllar sonrasında dünya sistemindeki makroekonomik değişime yönelik politik ekonomi yaklaşımları şehir araştırmalarında karşılık bulmuştur. Bu çerçevede bağımlı kentleşme, ilgili çalışmalarda kendisine başvurulan bir kavramdır. İlk olarak 1972 yılında Manuel Castells’in Urban Question (Kent Sorunu) adlı kitabında ele aldığı bağımlı kentleşme, az gelişmiş ülkelerin büyüme düzeyleriyle kentsel gelişme düzeyleri arasındaki karmaşık ilişkiyi anlamlandırma çabasından doğmuştur. Bağımlı kentleşme, az gelişmiş/gelişmekte olan “çevre” ya da “yarı çevre” ülkelerin kentlerinin, gelişmiş “merkez” ülkelerin kentleriyle kurduğu ekonomik ilişkilerin bir sonucu olan hızlı gelişme sürecinin ve bu sürecin ortaya çıkardığı mekânsal örgütlenmenin kavramsallaştırılmasıdır. Buradaki temel kabul, toplumların birbirine bağlı olduğu ancak aralarındaki ilişkilerin eşitsiz olduğudur. Temelde üretim ve tüketim ilişkilerinin yansıma mekanı olan kent, bağımlı kentleşme sürecinin günümüzde aldığı biçimle giderek insan gelişiminin önemli bir unsuru olmaktan uzaklaşmakta ve kentsel yaşam her geçen gün daha kaotik bir hale gelmektedir.

Sürdürülebilir Kentleşme

Karbon ayak izi

Birleşmiş Milletlerin 2008 yılında dikkat çektiği noktalardan biri, sürdürülebilir kentleşmenin zorluğudur. Kentlerin hızlı büyümesi ve nüfusun kentlerde yoğunlaşmasının yarattığı ekonomik, politik, kültürel, ekolojik ve çevresel sorunlar nedeniyle sürdürülebilir kentleşme mümkün gözükmemektedir. Sürdürülebilir bir kentleşmenin nasıl olması gerektiği tartışmaları planlama, çevresel ve ekolojik sorunlar, iklim değişimi, kanalizasyon ve altyapı sorunları, yasal düzenlemeler, temel hakların sağlanması, hizmetlere erişebilirlik, güvenlik, kent kaynaklarının sürdürülebilir kullanımı ve üretimi gibi çok çeşitli konuları kapsamaktadır. Kentlerin barındırdığı ekonomik potansiyel, istihdam ve vaat edilen olanaklar dolayısıyla, nüfus kentlerde yoğunlaşmaktadır. Kentlerin fiziksel olarak büyümesi, çevresel ve ekolojik olduğu kadar toplumsal ve ekonomik bir sorun olarak kabul edilmektedir. Bu sorunların kaynağı olarak da kent planlama anlayışı gösterilmektedir. Dolayısıyla sürdürülebilir kentleşmeyi mümkün kılacak kent planlaması üzerinde çalışılmaktadır. Kentleşme sürecinin temel dinamiklerinden biri olan ulaşım üzerinde önemle durulmaktadır. Herkesin eşit yeterli düzeyde eğitim ve sağlık hizmetlerine erişmesi hedeflenmektedir. Benzer şekilde herkesin temiz bir çevrede yaşama hakkından yola çıkılarak alt ve üst yapının buna uygun olması da hedefler arasındadır. Bir diğer hedef ise daha demokratik ve şeffaf kent yönetimleri oluşturmaktır.

Kentleşme ve Çevre Sorunları

Hızlı ve kontrolsüz büyüme, gelişmiş, gelişmekte olan ve üçüncü dünya ülkelerinde, besin temini için gerekli tarım arazilerinin, balıkçılık ve ormanların yani biyolojik sistemlerin bozulmasına neden olmuştur. Bütün iktisadi faaliyetler, üretim ve tüketimin her aşamasında katı, sıvı ve gaz halinde atıkların oluşmasını sağlamış ve global bir çevre sorunu ortaya çıkmıştır. Kentleşmenin kontrolsüz yayılması aynı zamanda kentsel çevre ve ekonomik sorunlar yaratmıştır. Artan nüfus, gelişen endüstri ve doğal kaynakları tehdit eden kirlenmeler, insanlığın ve ülkenin geleceği için önemlidir. Sanayileşmiş ülkelerin dünyanın her yerine uzanabilmeleri, dünya kaynaklarını ve enerjisini çektikleri için, enerji tüketimleri fazladır. Bu nedenle çevre kirliliği konusunda birinci sıradadırlar. Gelişmekte olan ülkelerin kentlerinde, kentleşme ve sanayileşmenin ilk aşamalarında, gelir yükselirken çevre şartlarının bozulmaya başladığı görülmektedir. Üçüncü dünya ülkelerinde ise, konut ve hizmetlerin baskısı, kentsel dokunun bozulmasına sebep olmuştur. Kentleşme, çevreyi, toprakların şehir kullanımında yerleşim bölgelerine dönüştürülmesi, doğal kaynakların tüketilmesi ve atıkların oluşması şeklinde üç yönden etkilemektedir. Kentlerde doğal kaynakların iyi bir şekilde yönetilmesi için, kaynakların sürdürülebilir kullanımı dışında bu kaynakların yenilenebilme trendi de göz önünde bulundurulmalıdır. Birçok ülkede kentsel sorunlar, sınai gelişmenin uygun olmayan yapısı ile tarımsal ve kentsel gelişme stratejileri arasındaki tutarsızlıkla ilgilidir.


Kaynakça

  • Uyanık, O. (2015). Deprem Ağır Hasar Alanlarının Önceden Belirlenmesi ve Şehir Planlaması İçin Makro ve Mikro Bölgelendirmenin Önemi. Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi, 19 (2), 24-38. deprem bölgelerinin şehir planlaması.pdf

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz