Sabah kalkıyorsunuz ve ortalama bir yaşama sahipseniz ve yemeğe erişim konusunda bir sorun yaşamıyorsanız güzelce kahvaltı ediyorsunuz. Belki kahvaltıyı tercihleriniz doğrultusunda es geçiyorsunuz. Gün içinde bir şeyler atıştırıyor, akşam yemeği ile günü sonlandırıyorsunuz. Dünya’nın çeşitli yerlerinde aynı gün içerisinde yemeğe, suya erişimi olmayan insanlar da sizinle aynı günü geçiriyor. Ortak nokta beslenme gerekliliği ve beslenme arzusu. Nasıl yediğiniz, ne yediğiniz ve yemeğe erişim güçlüğü çekip çekmediğiniz aslında yaşamınızı şekillendiriyor. Tarih de gösteriyor ki beslenme, yemek yeme ve yemeğe erişim faaliyetleri insan yaşamının temelinde öncelikle bir ihtiyaç daha sonra kültürel bir sembol olarak büyük öneme sahiptir. 19. yüzyılın ünlü gastronomu Brillat-Savarin de tam da bu noktada “Ne yediğini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” (Savarin, 2016) sözü ile yeme-içmenin felsefi boyutuna dikkat çekmiştir. “Ne yiyorsak oyuz” sözünün kaynağı da bu cümledir. Yemek, diğer her şey gibi, ciddi bir felsefe barındır. O hâlde buradan da yola çıkarak insanı anlamanın veya insanın kendini ve doğayı anlamlandırma yollarından birinin yemek olduğunu söyleyebiliriz.
Peki tarihsel süreçte yemeğin insan toplumlarındaki felsefi değeri nasıl oluştu? Burada üç aşamada ele alabileceğimiz bir ayrım yapalım.
1. Aşama: İnsanın Besin Kaynaklarını Keşfi
Başlangıçta insan tek başına veya toplu hâlde yaşarken varlığını ve soyunu devam ettirebilmek için beslenme kaynaklarını ele geçirmek için mücadele vermiştir. Bu mücadelenin kaynağı temelde içgüdüsel durumu ve biyolojik zorunluluklardır. Besin kaynaklarını denetim altına alma çabası bu aşamada insanın doğayla, hayvan türleriyle kendi türüyle savaşlarına ve çatışmalarına neden olmuştur. Günümüze ulaşmış çoğu mağara resminin duvarında gördüğümüz ilkel motifler bizlere bu açıdan ışık tutmaktadır. O dönemlerde beslenmek üzerinde sistematik, cesur ve öncü adımlar atmayı gerektiren tehlikeli bir iştir ve genellikle tek başına değil kolektif bir eylemin ürünüdür.
2. Aşama: Besin Kaynaklarının Üretimi, Örgütlenmesi, Siyasal ve Sosyal Yapılanma
Geliştirilen alet ve araçların, doğanın ehlileştirilmeye başlanmasının bir getirisi olarak bu aşamada insanların araç-gereç ve örgütlenme ile yemeği daha sistematik bir hâle gelmiştir. İnsanlığın bu dönemi, ilk araç yapan insandan (homo habilis) Mezopotamya’da ortaya çıkan ilk devletlerin kuruluş yıllarına kadar süren dönemidir. Bu aşamada insan hem zihinsel etkinliğinin bilincine varmış hem de gün geçtikçe gelişen bedensel tecrübe ve yeteneklerini akıl ve zekayla daha da geliştirmeyi öğrenmişlerdir. Göz, diş, kol ve bacaklarımızın yerini taş, ahşap, maden vb. unsurlarla geliştirdiğimiz balta, ok ve mızraklar gibi teknolojiler almıştır. Tasarlanan her alet ve araç, başlangıçta belirttiğimiz uzuvlarımızın yeteneklerini desteklemek içindir.
3. Aşama: İşlenen Besin Kaynaklarının ve Ürünlerin Nasıl Paylaşılması Gerektiğine İlişkin Felsefi Yaklaşımların Gelişmesi
Bu aşamada insan, besin ürünlerinin hangi ilke ve kurallara göre paylaşılıp tüketilmesinin insanlık açısından daha akıllıca, daha işe yarar olduğuna ilişkin siyasal, sosyolojik ve felsefi yasaların keşfindedir. Burada siyasal örgütlenme biçimleri ve ahlaki değerler temeli oluşturur. Bu süreçte insan, insan-insan ve insan-doğa ilişkilerinde “olması gereken” değerlerin saptanmasına çalışarak yeni toplumsal kültürler, yeni bir insan tipleri ve yeni bir yaşam tarzları benimsemeye yönelmiştir. Günümüzde bireysel veya toplumsal olarak bu aşamanın içerisinde felsefi yaklaşımlar üretilmeye sürdürülmeye devam edilmektedir.
Yukarıdaki süreçlerde kabaca yemek kültürü ve felsefesinin tarihsel oluşumunu açıklayarak bir çerçeve çizdik. Tabii ki bu tarihsel süreç içerisinde peygamberler, filozoflar ve düşünürler, yemek yeme üzerine kurulu önermelerde bulunmuşlardır. Çünkü daha önce de dile getirdiğimiz gibi yemek yeme, sadece biyolojik bir ihtiyacın karşılanması değil, aynı zamanda sosyolojik, felsefi ve tarihsel anlamı olan simgesel bir unsurdur. Beslenmeyle de bağlantılı olarak tüketimde ölçülü olma, kanaatkârlık, haz alma, iradeye sınır biçme gibi kavramlar doğarken, bu değerleri öğütleyen dinler ve siyasi ideolojiler ortaya çıkmıştır.
Yemenin Felsefi Boyutu Üzerine Düşünceler
Platon’a göre ideal toplumda toplumun refahı ve toplumsal sağık için doğru beslenme ve düzenli yemek yeme alışkanlıkları oldukça önemlidir. Besinler temiz, sağlıklı ve ölçülü olmalıdır.
Platon lüks ve zevke dayalı yemek kültürünü eleştirir. Ona göre, yeme-içmeye tutku besleme insanları hırslı, doyumsuz ve kontrolsüz hale getirir. Bu da toplumdaki gelenek-görenek ve düzene, vicdana ve adalet duygusuna zarar verir. Platon, ölçülü ve sade bir beslenmenin daha sağlıklı bir yaklaşım olduğunu savunur.
Devlet, adlı eserinde bu konuyla alakalı şunları söyler:
Yurttaşlarımızın elbette tuzu, zeytini, peyniri olacak. Köylülerin
yaptığı gibi, soğan kıracak, lahana pişirecekler. Üstüne tatlı niyetine incir, nohut, bakla da yiyecekler. Bir yandan, mersin yemişiyle, palamudu kızgın ateşte kızartacak, bir yandan da azar azar içkilerini yudumlayacaklar. Böyle beslenerek, sağlıklı ve huzurlu bir şekilde uzun bir ömrü tamamlayacaklar. Çocuklarına da böyle huzurlu bir hayatı miras bırakacaklar.” (Platon, 2005, p. 68)
Burada vurguladıklarına ek olarak ise bozulmuş ve hastalıklı bir toplum için şunları da dile getirir:
…İstiyorsanız, kendini olduğundan önemli gösteren, abartılı devleti de inceleyebiliriz. Bizi engelleyen hiçbir şey yok. Besbelli ki bu bahsettiğim basit yaşama tarzından tatmin olmakta, yanında bir de koltuklar, masalar, yemek üstü yiyecekler, kokular, tütsüler, kadın, kız arkadaşlar, tatlılar hem de her çeşidinden istemektedirler. O zaman da sadece başta söylediğimiz ev, elbise ve kundura gibi temel ihtiyaçlar değil, resim ve nakışla birlikte altın, fildişi ve buna benzer değerli maddelerin de bir yerlerden bulunması gerekecek. (Platon, 2005, p. 68)
Özetle Platon için yemek, insanın yaşam felsefesini derinden etkileyerek önce kişinin kendisini sonra da toplumun tamamını etkilemesi bakımından ölçülü ve sade olması gereken bir rol üstlenmelidir.
Platon’un konu ile alakalı yaklaşımından da yola çıkarak söyleyebiliriz ki yemek yemek yalnızca kalori almak demek değil, toplumların yaşam felsefelerinin oluşumunda etkili olan yapıtaşlarından biridir.
Nietzsche’nin sözleri de bu konuya verdiği önemi ortaya koymaktadır.
“İnsanlığın selâmeti” için o tanrıbilimci antikalıklarının hepsinden çok daha önemli bir sorun var ki, beni daha başka türlü ilgilendirir: Beslenme sorunu. Günlük uygulamada şu kılığa girer sorun: “Sen sen olarak nasıl beslenmelisin ki, gücünün, erdeminin- uyanış çağında (Renaissance) anlaşıldığı gibi, düzmece sofuluk karışmamış erdeminin doruğuna varabilesin?” Benim bu konuda başımdan geçenler olabildiğince kötüdür; bu soruyu nasıl olup da böyle geç duyduğuma, görüp geçirdiklerimden nasıl böyle geç “uslandığıma” şaşıyorum…. Yaşlı Almanların -yalnız yaşlıların değil ya- o gerçekten hayvanca yemek üstüne içme alışkanlıklarını da katarsanız, Alman düşüncesinin nereden çıktığını anlarsınız: Bozuk bağırsaklardan… Almanlarınkiyle -Fransızlarınkiyle de- karşılaştırılınca bir çeşit “doğaya dönüş”, yani yamyamlığa dönüş olan İngiliz beslenme düzeni de iyice aykırıdır benim içgüdülerime; sanırım, hantallaştırır düşüncenin ayaklarını… (Nietzsche, 2017, p.22)
O, düşünce ekseninde beslenmenin önemini görmüş ve adeta kötü beslenme alışkanlıklarının düşünceyi hantallaştıracağına vurgu yapmıştır. Aşırı ve abartıya kaçan yeme kültürü Nietzsche’de tahammül edilemez bir hantallığa ve boşluğa işaret eder.
Thomas Hobbes, çok yemek yemenin insanı güçsüz bir filozof yapacağını savunmuştur. Ona göre dolu mide bilme arzusunu yok eder. Sadece yiyeceği yemek üzerine yoğunlaşanlar saçma sapan şeylere inanmaktan, aptallıktan haz alırlar. Filozofların büyük çoğunda kendini aşırı yeme ve yemekten haz almak için yeme olgularına karşı bir duruş vardır. Bu durumun insanın kendini oyalaması ve sürekli haz almaya koşullanarak kaygı, stres ve umutsuzluk gibi aslında insanı derinden yapılandırarak düşünmeye iten duyguların süpürülmesi ve önemsenmemesi gibi nedenlere yol açacağını düşünürler. Psikolojide de “hedonik açlık” olarak nitelendirilen bir durumda kişi haz almak amacıyla beslenmek istemektedir. Bu durumda yeme eylemi yalnızca enerji için değil haz alma için geliştirilmiş araca dönüşmüştür. Psikolojide “yeme bozuklukları” olarak bir sorun şeklinde ele alınan teşhisler de bu durumun ulaşabileceği uç noktaları gözler önüne sermektedir. Tam zıt bir yerden bakmak istersek iradeyi sınırlandırma ve Tanrı’ya yaklaşma biçimi olarak bazı dinlerde oruç, bazı dini oluşumlarda “çilecilik” gibi hazzı kısıtlandırma biçimi de yemenin felsefi bir önemi olduğunu koymaktadır. Gündelik zevklerden uzaklaşarak az ile yetinme öğretisi dinlerin ve dini yönelimlerin temelindedir. Çünkü beslenme insanı ve diğer tüm canlıları yaşamda tutma kapasitesinin doruk noktasıdır. Âdem ve Havva’nın anlatımında da “yasak elma” sembolü aslında yemenin ve beslenmenin çeldirici gücü olarak önemli bir metafordur. Yine İslamiyet de “temiz ve helal olan yiyecekler” şeklindeki vurgusu ve ölçülü olmaya yaptığı atıfla bu konunun inanç temelindeki yerini sağlamlaştırır.
Günümüz toplumlarında artan modernite ile birlikte oluşan bireyci, bireysel yaşam tarzları yemeği daha kişi özeline indirgemektedir. İnsan artık birlikte avlanma ihtiyacı ve yemeğini paylaşma zorunluluğu içerisinde değildir. Bu konuda genel kabul içinde ahlaki bir yaklaşımı yoksa kendini paylaşıma ve tasarrufa zorunlu hissetmez. Ancak yaşamı bir felsefe ve anlamlandırılmış bir süreç olarak gören kişilerin içinde bulundukları kültürden bağımsız kendi bakış açıları oluşturduklarını da görebiliriz. Bunlar çeşitli beslenme akımlarından da etkilenebilir. Yemek yapmak ve yemek yemek, çoğunlukla, kültürel alanın ince zevklilik, yaşamdan keyif alma, kendine zaman ayırma, kendini tanıma, iyileştirme ve başkalarıyla iletişim kurma gibi olumlu çağrışımlarla yüklü, incelikli, yaratıcı, sağaltıcı ve birleştirici mecrasında konumlandırılmaktadır. (Yiğitler, 2018)
Bu noktada vejetaryen ve vegan beslenme örnekleri de yemenin bir felsefe ve ahlaki çerçevede değer gören bir unsur olduğunu koymaktadır. Hatta bu genel iki başlığın kendi içerisinde de çeşitli türleri ve kuralları vardır. Kimi insan gerçekten biyolojik sebeplerle et ve süt ürünü tüketemezken kimileri doğaya karşı bir sorumluluk ve etik bir değer olarak bu ürünleri tüketmemeyi tercih etmektedir. Bu noktada çatışmalar ve fikir ayrılıkları da doğmakta ve beslenme felsefenin konu ve sorgulayıcı kapsamında yerini almaktadır.
O hâlde genel çerçeve ve tarihsel süreçten hareketle kendimize doğru bir yolculuk yapacağımız noktaya gelmiş bulunuyoruz. Şuradaki soruları sorarak başlayabiliriz: Bir yemeğe davet edilmek, market rafları arasında gezinmek, tatlı yiyip tatlı konuşmak, bir kedinin karnını doyurmak aslında tam olarak ne ifade eder? Bir kediyi yemekle bir koyunu yemek aynı şey olabilir mi? Homo sapiens ve diğer hayvan türleri arasında ayrım yapmak “türcülük” müdür? Yemek ile var olmanın arasında nasıl bir bağ var?
Bu soruların cevaplarını verme konusunda çaba sarf ettiğimizde aslında yaşamımızın en temel ihtiyacına ve hazzına felsefi bir bakış açısı geliştirerek yaklaşabiliriz. Bizi bozkırlardaki vahşet döneminden barbarlığa ve ardından sanayi toplumlarına ulaştıran bu “temel arzumuzun” kim olduğumuza etkisini görmezden gelmeden yaşamı deneyimleyebiliriz.
Kaynakça
- BORGHİNİ, Andrea. (2022, Kasım 26). “Yemek Felsefesi: Yemeğe Gerçekçi Bir Yaklaşım için Öneriler” Çev. Talha Dereci, Sosyal Bilimler. https://sosyalbilimler.org/yemek-felsefesi-yemege-gercekci-bir-yaklasim-icin-oneriler/
- HOBBES, T.(2018) Leviathan. (I.Basım) Gece Kitaplığı. İstanbul.
- NİETZSCHE,F. (2017) Ecce Homo. (I. Basım) Türkiye İş Bankası Yayınları. İstanbul.
- PLATON.(2005) Devlet, (C. Saraçoğlu-V. Atayman, Çev.) (I. Basım) Bordo Siyah Yayınları, İstanbul.
- SAVARİN, B.(2016) Lezzetin Fizyolojisi ya da Yüce Mutfak Üzerine Düşünceler. (I. Basım) Oğlak Yayıncılık. İstanbul.
- USTA, S. (2024, Şubat 29) “Ütopya, Yemek Kültürü ve Minimalist Felsefe” Sadık Usta. https://sadikusta.com.tr/utopya-yemek-kulturu-ve-minimalist-felsefe/
- YİĞİTLER, Ş. Ş. (2018). Mutfak Çıkmazı’nda Felsefi Bir Eylem Olarak Yemek Yapmak ve Yemek Yemek. Dil ve Edebiyat Araştırmaları, 18(18), 169-197.