Tanrılar Çatışıyor: Farabi, İbn-i Sina – Gazali 

-

EDİTÖR:
Meliha Çakır

-

Orta Çağ’da felsefe dinle karşılaştığında filozoflar skolastik düşünceyi merkeze alıp vahiyle aklı birleştirmeye çabalıyorken Antik Yunan’ının önemli filozoflarını keşfeden İslam düşünürleri, Tanrı’nın varlığını felsefe ve mantık aracılığıyla açıklamaya çalışıyorlardı. Bu dönemde Aristoteles ve Platon’un yolundan giden İbn-i Sina ve Farabi dinin ancak akıl ve felsefe yoluyla kavranabileceğini görüşende olup tanrının varlığını mantıkla açıklamaya çalışırken kelamcılar onların mantık temellendirmelerini kabul etmiyordu. Her iki taraf da kendilerince en makul tanrı tanımını oluşturmaya çalışırken belirli noktalarda fikir ayrılıklarına düşmeleriyle dönemin en büyük düşünürlerinden olan Gazali bu fikir ayrılıklarını ileri boyutlara götürüp Farabi ve İbni Sina’yı İslamiyet’ten tekfir (İslamiyet’in kural ve öğretilerinin dışına çıkılmasıyla kafir addedilmek) etmeye kadar ulaştırmıştı.  Gazzali’ye göre din, filozofların yolundan gidilerek kavranamayacaktı, onlar yalnızca eski filozofları taklitten yola çıkıyorlardı. Farabi ve İbn-i Sina’nın Tanrı’nın yetilerini kısıtlayan tanımlamaları, suudur teorisi Gazali’nin iddialarının başlıca kaynağıydı. 

Farabi ve Sudur Teorisi

Her varlık tam olsun, eksik olsun zorunlu bir varlığın cevherinden sudur etmiştir (taşmıştır). Cevheri öyle bir cevherdir ki bütün mevcutlar mertebelerine göre ondan taşınca her bir varlık da sırasına göre ondan payını alır. Tam olsun, eksik olsun ilk olarak bunların en mükemmeli hasıl olur, peşinden daha eksiği hasıl olur. Bu durum üzerine eksikten daha eksiğe doğru giderek sonunda öyle bir mevcuda varılır ki ondan aşağıya gidildiği taktirde tam bir hiçliğe ulaşılır. (Uyanık, Akyol, Arslan, İslam Felsefesi Tanımlar Sözlüğü, 2016) Farabi suudur teorisiyle evrenin yoktan var olma görüşünü reddetmiş, Tanrı’yı ilk sebep olarak kabul ettiği zorunlu ve mükemmel varlık olarak nitelendirmiştir. Farabi’nin tanımına göre evrendeki her şey Tanrının zorunlu olarak taşmasıyla oluşmuştur, bu taşma onun iradesi dışında gerçekleşmiş ve herhangi bir nedene bağlı olmadan yaşanmıştır. Farabi bu tanımlamalarıyla döneminin kelamcılarının vahiyle inandığı tanrı anlayışına ters bir anlayış ileri sürmüş olsa da görüşleri İbn-i Sina tarafınca kabul görüp tekrardan temellendirilmiştir. 

İbn-i Sina Tanrı Temellendirmesi

İbn-i Sina çalışmalarını yazıyor,

Aristoteles ve Platonun tanımlarında yoktan var olmayan, zorunlu bir şekilde var olan ilk sebep ve ilk hareket ettirici olarak görülen Tanrı, İbn-i Sina’nın varlık görüşlerinde kendini şu şekilde göstermiştir: Varlık vardır. Varlığın varlığı apaçıktır. Varlık olumsaldır, (olması ya da olmaması mümkün) bu varlıklar mümkün varlıklar kategorisine girer, ancak varlığı konusunda bir açıklamaya gerek duyan olumsal bir varlık başka bir varlığın sebebi olamaz bu nedenle Tanrı olumsal değil zorunlu varlıktır. (Bozkurt, 50:1, 69) İbn- Sina’ya göre Tanrı’nın yaratma eylemi iradesizce olmuştur, Tanrı’nın dilediğini yapması ve dilediğini yapmaması O’nun irade ve kudretinin bir sonucu olarak kabul görse de bu tür bir irade Tanrı’da değişim ve başkalaşmayı gerektirmesinden dolayı kabul edilemez olarak görülmektedir. (Yıldırım, 10:2, 2012) İbn-i Sina’ya göre Tanrı’nın iradesinde yenilenme ancak bir etkenle meydana gelebilir ki bu da Tanrı hakkında kabul edilemez çünkü Tanrı’da bir şeyin varlığını yokluğuna tercih etme durumu onda bir ikilik yaratacaktır ancak tek ve eşsiz kabul edilen Tanrı’da çoğulculuktan, bir dualiteden bahsedilemez.  Aristoteles’nin, tanrının yalnızca hareket ettirici olup, kendi zatı dışında bir şey hakkında düşünmediği iddiasını izleyen İbn-i Sina, Allah’ın cüz’îleri (tikel, bir) bilemeyeceğini iddia ediyordu. Ona göre Tanrı cüz’îleri bilseydi, bu O’nun ilminin değiştiği anlamına gelirdi. Çünkü bilgi, bilim, bilinene tabidir. Bilenin değişmesi halinde ilim de değişir. Bu değişim tanrıda da bir değişim yaratıyordu ki bu tanrının yüceliğine aykırıydı (Demirkol, 2010: 146).

Filozoflarla Kelamcılar Fikir Ayrılığında

islam filozofları

İbn-i Sina ve Farabi’nin suudur teorisiyle Tanrının herhangi bir tercihi olmadan zorunlu olarak var olması ve evrenin iradesizce zorunlu olarak kendinden taşmasıyla mümkün kıldığı görüş karşısında dilediğini dilediği şekilde ve dilediği zaman yapan Kadir’i Mutlak bir Tanrı’nın yaratma biçimi olarak “yoktan yaratma” kelamcılar tarafından daha makul görülüyordu. Burada hem Tanrı’nın mutlak kudretine daha geniş̧ bir alan açılıyor hem de Tanrı ile alem arasında herhangi bir ortaklık ya da niteliksel bir yakınlık da güçlü bir şekilde reddediliyordu. Kelâmcılar “yoktan yaratma” biçimini benimsediklerinden Tanrı’nın bulunup, âlemin bulunmadığı bir varoluş kategorisini kabul etmektedirler. Burada Tanrı’nın mutlak bir tekliği vardır. Kelamcıların Tanrı’nın önceliğinden kastettikleri budur. İbn Sînâ ise yoktan yaratma biçimini kabul etmez. Ona göre Tanrı sebepler zincirinin ilk halkasıdır. Kendisi İlk Sebep olan Tanrı’nın âleme önceliği de sebebin sonuca önceliği şeklindeki varlıksal bir önceliktir. Evrenin onun Müdahalesine açık hale gelmesini de yine O’nun iradesi ve kudreti ile temellendiriyorlardı. (Yıldırım, 2012).

Gazali’nin Filozoflara Eleştirileri – Üç Mesele

Yaratma fiilinin başlangıcı neydi? Ne oldu da tanrı bir anda yaratma ihtiyacı (!) duydu? Yaratmasından önce ne vardı? İşte tam da bu sorular filozoflarla Gazali’yi ayrı düşüren cevaplar doğuruyordu. Antik Yunan filozoflarının ve İbn-i Sina’nın vahiydenayrı bir şekilde oluşturduğu mecazi tanrı Gazali’ye göre, Kur’an’da bahsedilen tanrıdan ayrıydı. İbn-i Sina’nın tanrının yoktan var etmemiş olduğunu, Tanrı’nın ancak iradede değişim varlığının zorunlu sonucu olarak evreni yarattığı görüşündeyken Gazali bir seçim olmadan, iradesizce yaratmış bir tanrının dünyada fiziki kurallara zorunlu ayak uyduran aciz nesnelerden bir farkı kalmayacağını, Tanrı’nın ancak ve ancak belirli bir noktada kendi iradesiyle varlığı var etmiş olduğu görüşündeydi. Kısacası Gazali filozofların mantık yollarıyla oluşturdukları bu tanrının vahiylerle tanınan tanrıdan ayrı olduğunu düşünüyordu. (Alper, 100-102) Düşüncelerini tehafütü’l felasife (filozofların Tutarsızlığı) kitabında açıklayan Gazali, filozofları öncelikle üç gruba ayırmış; materyalistlertabiatçılar ve metafizikçiler, Aristoteles ve Platon’u ve onun yolunda gidenleri -ibn-i Sina ve Farabi- metafizikçiler katına koymuş ve onların tanrı temellendirmelerini yirmi konuda geçersiz saymıştır. Özellikle üç madde üstünde durmuştur. Bu üç madde; Alemin kıdemi, Allah’ın cüzileri bilemeyeceği, dirilişin sadece ruhsal olacağı şeklindeydi.  Gazali’ye göre, bunları dile getiren İbn-i Sina’nın tekfir edilmesi gerekiyordu. Ona göre İbn-i Sina ve Farabi‘nin Sudur teorisiyle alemin kıdeminetanrının yüceliğine hakaret etmişti. Ayrıca, Allahı’ın her şeyin bilgisine sahip olan ve küllî olsun cüz’î olsun her şeyi mutlak bir ilimle bildiğini savunan Gazali (Gazzâlî, 2011: 109; Sînâ, 2005: 168) ‘nin karşısında ibn-i Sina, Allah’ın kendi zâtını ve zâtı dışındakilerini ancak külli bir şekilde bilebileceğini iddia ediyordu. Üçüncü konu ise İbn-i Sina’nın ahirette gerçekleşecek olan dirilişi yalnızca ruhsalolacağını iddia etmesiydi. Vahye göre ölümden sonra ruhlarımızın bedenleriyle bütünleşerek dirileceği bilgisi sabitken İbn-i Sina’nın bu görüşü de vahye karşıydı.  

imam gazali okuma yapıyor.

Gazali Felsefe Karşıtı mıydı? 

Gazzali’nin filozoflara eleştirisi incelendiğinde açıkça görülebilir ki, filozofları eleştirirken aslında felsefeyi tüm olanaklarıyla kullanmış, onların argümanlarını akıl yürütmeleri ve kanıtlarıyla çürütmüş, bir felsefi akıl yürütme silsilesiyle onları eleştirmiştir. Gazali’nin asıl eleştirdiği şey felsefeden ziyade filozofların doğru yorumladıklarına inandıkları tanrıyı gerçek bütünlüğü içinde tam olarak inceleyemeyip onun yüceliğini görmezden gelerek sundukları iddialarıydı.

‘Kesin olarak inandım ki bir kimse herhangi bir ilmin yanlışlığını o ilmin son noktasına kadar kavramadıkça bilemez hatta bu ilmin özünü en iyi bilenin düzeyine gelip sonra onu aşmalı ve derecesini geçmelidir. Böylece o ilimde otoriter kişinin farkına varmadığı derinliğin ve tehlikenin farkına varır. O vakit bir şeyin yanlışlığıyla iddiası gerekçeli olur. Kelamcılar kitaplarında filozofları reddetmeye yönelik sözleri anlaşılmaz, dağınık, apaçık çelişki ve yanlışlarla dolu kelimelerden ibaretti… Bir mezhebi anlamadan ve bütün inceliklerine vakıf olmadan reddetmek karanlığa taş atmaktır.’ (Gazzali, 1117, s.26)

Gazali’nin Filozofların Tutarsızlığı kitabında felsefe yaparak gerçek ilme ulaşılamayacağını söylemesinden yola çıkarak Hakikatin Arayışı kitabındaki bu sözleri dikkate almadan onun felsefe ya da bilim karşıtı olduğu ileri sürülüp sürülemeyeceği bir tartışma konusudur. 


Kaynakça

Meltem Sıla Özkan
Meltem Sıla Özkan
2003 İstanbul doğumlu. İstanbul Sosyal Bilimler lisesi mezunu, Ankara Sosyal Bilimler üniversitesi Hukuk fakültesi öğrencisi. Felsefe, sosyoloji, psikoloji, tarih ve edebiyat ilgi alanları. Felsefede ahlak, din ve siyaset felsefesi, Nietzsche, Spinoza, Thomas Hobbes ilgi alanları

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz