İkinci Dünya Savaşı’nın Japon İnsanına ve Sinemasına Etkisi
İkinci Dünya Savaşı, bütün dünyada etkilerini hissettiren bir savaş olarak tarihte yerini almaktadır. Bu kanlı savaşın dünya üzerinde yarattığı travmatik etki Japonya’da da ayrı bir yankı uyandırmıştır. Özellikle savaşın yaşandığı 1940-1950 döneminin son demlerine doğru atom bombaları (Little Boy-Fat Man), deniz ve hava saldırılarında alınan darbeler (Okinawa, İwo Jima, Leyte Körfezi, Madway Muharebesi) Japonya’nın Amerikan kuvvetlerine yenik düşmesine önayak olmuştur. Yaşanan bu zorlu sürecin bedelini hem maddi hem de manevi anlamda ödeyen Japonlar, kendilerini toplumsal sorunların içyüzünü konuşmaya, insani ilişkilerin toplumsal ortamda irdelenmesine önem vermişlerdir. Bu kaygılı ve çaresiz düşüncelerin gölgesinde kendi iç dünyalarını toplumun her alanına yansıtmak durumunda kalan Japonlar aynı zamanda edebiyat, sinema, resim, tiyatro ve felsefe gibi alanlara da yaşadıkları bu ruhani problemlerin aksettirilmesi hususunda adeta bir mecburiyet duymuşlardır.
Japon Yeni Dalgası ve Hiroshi Teshigahara
İkinci Dünya Savaşı sonrası Soğuk Savaşın izleri, Japon insanının içsel kaygılarını sinematik şekilde gözler önüne sermeye vesile olmuştur. Kaybedilen savaşın trajedisi; toplumun geleneksel eğilimlerinde radikal bir bireyselleşme mücadelesi, insanın benlik kaygısına ve arayışına ulaşma yolundaki ilk adımları olarak kendini göstermiştir. Bundan dolayı Japonlar yarattıkları eserlerde cinsel şiddeti ve yabancılaşmayı ayrımcılık ve sosyal izolasyon bağlamında ele almışlardır. Toplumsal problemlerin yanı sıra bireyin kendi ile alakalı sıkıntılardan yola çıkarak Japon toplumundan çok daha öte bir Japon insanının, hatta insan denen varlığın hayatına ve Soğuk Savaştan daha soğuk olan varoluş sorunlarına ayna 1tutmuşlardır (Akdemir, 2019). Bütün bu radikal değişimlerin ardından sinemada da aynı değişiklikleri gösteren bir tema ve kılavuz belirlemişlerdir. Japon sinemasında farklı konularda ve temalarda filmler üreten yönetmenler haricinde yeni bağımsız şirketler, sadece belirli bir topluluğun siyasi mesajlarına değil, Japon sinemasının sınırlarını genişletmeyi amaçlayarak filmler üretmeye başlamıştır. Bu girişim, Yeni Dalga akımının doğuşuna vesile olmuştur.
Yeni Dalga akımının oluşumunda büyük katkı payı sunan İkinci Dünya Savaşı, yönetmenlerde farklı şekillerde zuhur ederek yeni temaların ortaya çıkmasını sağlamıştır. Özellikle savaş sonrası yaşanan travmatik ve kaotik duyguların bir dışavurumu olarak yönetmenler “Kanagawa Oki Nami Ura” isimli “Yeni Dalga” akımında kendi ekollerini yaratmışlardır. Akira Kurosawa, Yasujiro Ozu, Nagisa Oshima, Sejun Suziki, Hiroshi Teshigahara gibi isimler toplumda modernizasyona uğrayan kesimin sancılı değişimini, kimliksel sorgulamaları, hafıza geçişi temalarını, Non-lineer anlatı tekniğini yani zaman çizgisinin oynaması gibi yöntemlerle geleneksel anlatı yapılarının yerine farklı teknikleri sinemada uygulamayı tercih etmişlerdir. Teshigahara da kendi sinematik tarzını gerçeküstücü temalarla ortaya koyarak bilimkurgusal anlatımını kimlik bunalımına entegre etmiştir.
Jacques Lacan Felsefesi: Ayna Teorisi
Jacques Lacan, 1901-1981 yılları arasında ömrünü sürdürmüş, bireyin benlik oluşumunu aşamalandırarak belirli evrelere tabi tutmuş ve ortaya meşhur ayna evresini koymuştur. Bu anlamda her ne kadar Freud’dan etkilendiği bilinse de insanın benliği ve kendiliği noktasında kendi radikal fikirlerini oluşturarak psikoloji alanında yeni bir ekol yaratmıştır (Erkan, 2019). Bireyin benlik oluşumundaki aşamaların başına Reel/Gerçek Dönem(r)2‘i koyan Lacan, bu seviyede bireyin kendinin farkında olmadığından, dilsel hiçbir gelişime adım atmadığından ve gerçeklik algısını kazanmadığından dolayı post-ontolojik bir noktada olduğunu savunmaktadır. Çünkü bu evrede birey henüz anne karnında bir bebektir. Anne karnındaki gelişim evresini bile insanın benlik algısının yapılanması yolunda bir seviye başlangıcı olarak gören Lacan, bu seviyenin 0 noktası3 olduğunu, benlik oluşumunun temel taşı olduğunu söylemektedir. Dolayısıyla henüz insan varlığının herhangi imgesel ya da simgesel bir öze sahip olmamasına rağmen bu evrede ilk tohumların yeşerdiğini söylemek mümkündür. Benlik algısındaki bu hiçlik durumu doğum sonrası 6. ay ile bireyin aynayla tanışmasıyla sona erecektir. 6. aydan sonra birey aynada kendisini görerek biçimsel ifadesini tanıyacaktır. Bu tanışıklığın beraberinde kendinin görsel anlamda görüntüsüne hakim olan birey ben ve öteki4 kavramlarının farkındalığını kazanacak ve İmgesel Dönem5e doğru adımlarını usulca atacaktır (Abedkouhi, 2021). Bu dönemde ayna ile tanışıklık yaşayan birey artık kendinin farkında olarak hareket edecek fakat bu tanışıklık aynı zamanda bireyin kendisine yabancılaşması olacaktır. Çünkü artık Freud’un da deyimiyle kendi egosunu yaratmaya başlayacaktır. Bu düzlemde kişi artık Freudyen bakış açısıyla Birinci Narsistik Dönem’e girecek, aynada gördüğü görüngüye aşık olacak ve onu hoşnut etmek için hayatı boyunca çabalayacaktır.
Özdeşlik Krizinde Aynadaki Yabancı
Lacan felsefesine göre imgesel dönemde olan kişi, “öteki” farkındalığını kazandığı için “ben” ve “öteki” arasında zaman zaman gitgeller yaşamaktadır (Abedkouhi, 2021). Çünkü imgesel dönemin öncesinde “0” noktasında olan birey kendi benliğini sadece annesinin bir uzuv parçası olarak bildiğinden dolayı ayrı bir kendi farkındalığına erişmemiştir. Fakat birey, imgesel dönemde aynada kendisini gördükten sonra artık kendi için yeni bir sayfa açacak ve anlamlandırmalar ışığında düşünsel bir sürecin kapısını aralayacaktır. Bu düşünsel süreç “Ben varım diye mi öteki var, yoksa öteki var diye mi ben varım?” şeklinde Hegel’in diyalektiğine kadar uzanacaktır. Yalnız bu noktada önemli olan şey, kendisini tanıyan bireyi, kendisini kabul eden birey olarak düşünmemektir. Çünkü burada bireyin daha önce hiç tanımadığı biri bir anda kendisi olarak vuku bulmuştur. Dolayısıyla bu evrede yaşanacak olan kendini tanıma arzusu, yabancılaşma mücadelesine kafa tutan bir karakter trajedisi olarak karşımıza çıkacaktır (Akdeniz, 2017).
Semiyolojinin Psikanalitik Bir Perspektifi: Simgesel Dönem
Ayna döneminin ardından İmgesel dönemi tamamlayan birey, dil aracılığıyla toplumsal düzen ve yasalarla karşılaşmaktadır. Bu yasalar, “Öteki6“nin, yani toplumun ve otoritenin belirlediği kurallardır. Jacques Lacan buna “simgesel dönem” adını verir (Erkan, 2019). Bu aşamada, çocuk, yaşamının geri kalanında karşılaşacağı normlar ve değerler hakkında bilgi edinir. Ancak, çocuğun hayatına dokunan sadece simgesel düzen değildir. Dil öncesi dönemin etkileri de hâlâ yaşamını şekillendirmektedir. Bu, simgesel düzenin dışında kalan, dilin ötesindeki gerçek dünyadaki deneyimlerin etkileri anlamına gelir. Yani, çocuğun yaşamı, hem simgesel düzenin dikte ettiği kurallarla hem de dil öncesi dönemin yaşantılarının etkileriyle biçimlenmektedir. Bu çift etkileşim, bireyin davranışları, inançları ve değerleri üzerinde belirleyici bir rol oynamaktadır (Sarıkavak, 2020).
0 Noktasında Benlik Aşaması
Filmin başkahramanı olan Bay Okuyama isimli karakter, geçirdiği bir kaza sonucunda suratına büyük bir hasar alarak neredeyse bütün yüzünün sağlıklı formunu kaybetmiştir. Geçirdiği bu kaza karakterin topluma olan bakış açısını negatif yönde beslerken aynı zamanda toplumun da karaktere olan bakış açısı, dışlama yönünde kendisini göstermeye başlamıştır. Bay Okuyama diğer insanlardan kendisine karşı sergilenen aşağılayıcı ve dışlayıcı tavırları yüzündeki yarası ile bağdaştırmakta, bu nedenle hem kendine hem de diğer insanlara karşı büyük bir öfke duymaktadır. Her ne kadar kendisini özgüvenli olarak görmek istese de yaşadığı bu travmatik olayın kendisinde bıraktığı aşağılık kompleksi, karısından şüphelenerek onu takip etmeye kadar uzanan nevrotik bir bozukluk olmaya kadar uzanmaktadır. Bu davranışlarının sonucunda kendi benliğinde içsel çatışmalar yaşayarak karakterinde yaşadığı başkalaşım problemleri ile mücadele etmeye çalışmaktadır. Bütün bunlarla baş etmek karakterin hayatında derin bir anlamsızlık yarattığından dolayı baş kahraman (Bay Okuyama), yüzünün estetik bir biçime girmesi için ameliyat olacaktır. Ameliyat olmayı istemesinin tek sebebi yüzünün estetik bir forma girmesinden ibaret değildir. Burada karakterin kendisini topluma yeniden kabul ettirme arzusu ve sosyalleşme istencinin yanı sıra önemli bir soru işareti vardır. Kişinin yüzü ile karakter yapısındaki bağlantının sorgulanmasıdır. Filmin kilit noktasını oluşturan bu sorgulama, yüz-kimlik münasebetinin anlamını irdelerken toplumun bakış açısına da savaş açmaktadır. Filmde Bay Okuyama’nın sorgulama süreci karakterin eşi ile olan diyaloglarında kendini ele vermektedir.
EŞ: Gözler yalnızca yüzlere bakmak için değildir.
BAY OKUYAMA: Yüz sadece boynun üstünde bulunan birkaç düzine inç karelik hamur tabakasıyla kaplanmış bir yüzeyden ibaret. Katılıyor musun? Böyle düşünmek istedim. Ama şimdi bundan o kadar da emin değilim.
Yüz kapandığında ruh da kapanıyor. İçeri kimse giremez oluyor.
Diyaloglar baz alındığında karakterin yaptığı bu sorgulamalar, henüz bir yüze yani kimliğe kavuşmadığı bu evrede onun henüz başlangıç aşamasında olduğunu göstermektedir. Ameliyat sayesinde yeni bir hayata yeni bir kimlikle başlayacak olan karakter henüz ameliyat öncesinde hayatının 0 noktasındadır. Lacan teorisindeki imgesel dönem öncesi benlik dönemine tekabül eden 0 noktası, Bay Okuyama’nın ameliyat olmadan önceki kendi saf benliği ile örtüşmektedir. Bay okuyama ameliyat öncesi döneminde aynı Lacan’ın İmgesel dönem öncesindeki gibi henüz bir başkalaşım yaşamamış ve yabancılaşma ile tanışmamıştır. Burada yabancı ile tanışma kelimeleri birbiri ile ilişik olarak verilmiş olup kişinin kendini bir başkası gibi tanıması olarak addedilmektedir.
Bay Okuyama’nın “Ayna”sı
Bay Okuyama, filmin geneli itibariyle devamlı olarak bir aşağılık kompleksi içerisinde özgüvensizlik yaşamaktadır. Yaşadığı bu özgüvensizliğin kökeninde geçirdiği kazanın yüzünde bıraktığı hasarın yanı sıra sosyal bağlamda toplumdan soyutlanma söz konusudur. Bu anlamda bir türlü kendini sevemeyen ve sevdiremeyen karakter soluğu en sonunda ameliyat olmak amacıyla doktorun yanında alır. Doktorun karaktere armağan ettiği yeni yüz, Bay Okuyama’nın topluma kendini kabul ettirmesi noktasında bulunmaz bir nimet olurken kendini kanıtlamasına da imkan sunmaktadır. Yeni yüzün inşasından sonra karakter eline aynayı alır ve kendine dikkatli gözlerle en küçük detayına kadar bakar. Doktorun uyarısıyla bu yeni yüzü günde sadece 12 saat takacaktır. Yani bu yüz bir nevi maske, personanın farklı bir tezahürü olmuştur. Maskesini taktığı zaman dilimi içerisinde karakter kendi normal benliğinden çıkarak farklı bir insan kişiliğine bürünmekte ve bu durumdan da oldukça hoşlanmaktadır. Çünkü maskeden önceki hayattan farklı olarak girdiği her ortamda güzel karşılanmakta ve dışlanmamaktadır. Her ne kadar kendisini bu şekilde topluma kabul ettirse de her an yakalanacağım korkusu yaşadığı için insani ilişkileri şizoid 7bir boyuta taşınacaktır. Apartmanın bahçesinde tanıştığı kızın kendisini tanıması, bireyin görüngüsel ifadesinin karakter çıkarımından bağımsız olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda bu durum Bay Okuyama’nın hoşuna gitmeyerek kimlik bunalımına girmesine neden olmuştur. Maskesini taktığı anda daha farklı bir kişiliğe bürünen karakter burada bize “Dr. Jekyll and Mr.Hyde” isimli eserin esintilerini hissettirmeyi unutturmuyor. Ayrıca filmin ilerleyen sahnelerinde de toplumla kurduğu iletişim anlarında karşı tarafa dikkat kesilerek ameliyattan önceki kişiliğinin fark edilip edilmediğini kontrol etmektedir. Çünkü bir sosyalleşme istenci ve kültürel dogmatizm olarak içerisinde bulunduğu toplumun parçalarından kendi bütününü oluşturmaya çalışmaktadır. Yani bireyin karakteristik inşaasında konstrüktif olarak ilerlediğini görmek mümkündür. Fakat bu yapılanmanın bir anda yıkılması, altüst olması ve tekrardan inşa edilme çabası ayna evresindeki çocuğun kendinden koparken yaşadığı sancılı sürece işaret etmektedir. Burada yapısalcılık kendi ışıklarını film içerisinde yer yer yakarken bireyin kendini kabul ettirme yolunda yaşadığı özdeşlik krizi göz kırpmaktadır.
Sonuç
“İNSANLAR GÖRÜNDÜKLERİ GİBİ DEĞİLLERDİR.”
Jacgues Lacan bireyin kendi benliğini oluşturması problemini psikanalitik bir çerçevede kendi terminolojisi ile isimlendirdiği dönemler altında açıklamaya çalışmıştır. Bu dönemler kendi içerisinde belirli zihinsel süreçleri gerektirmektedir. Özellikle ayna evresi olarak verilen dönem, insanın kendi benliğini tanıması olarak ele alındığında oldukça önemli bir husustur. Çünkü birey ayna ile olan tanışıklığında kendini tanımaya başlayacaktır. Fakat bu tanıma bir yabancıyı tanımadır. Yani insanın kendisini tanıması aslında bir nevi kendisine yabancılaşmasıdır. Çünkü İmgesel dönem öncesinde olan birey için kendini tanımak gibi bir durum mühim değildir. Ayna ile olan münasebet bireyi öyle bir duygu durumuna sokar ki, bu durum insanın egzistansiyalizmin karanlık taraflarına kadar uzanmaktadır. Dolayısıyla ayna metaforu insanın kendine olan tanışıklığının oluşturduğu kaotik duyguların dışavurumudur. Geçirilen ayna evresinin akabinde karakterin yaşadığı çiftli karakter karmaşası ve özlük tanımsızlığı kötücül bir karakter boyutuna ulaşmıştır. Fakat ulaştığı karakterin bu boyutu toplum tarafından kabul edilebilir bir surette fiziki estetik kazandığı için karakterin yüzüne taktığı maske bağımlılık haline gelmiştir. Aynı Bay Okuyama’nın eşinin makyajsız halinden utanç duyup yüzünü çevirmesi gibi. Ve artık bir maskeden ziyade, yeni bir yüz, karakter ve persona olmuştur. Peki bu persona sadece Bay Okuyama’nın personası mıdır? Bay Okuyama yalnızca bu personanın gözle görülür kısmıdır. Gözle görülmeyen personalar toplumun içerisindeki her bireyin yüzündedir.
Kaynakça
- Akdemir, N. (2012). JAPON EDEBİYATINDA VAROLUŞÇULUK AKIMI ETKİLERİ. Ankara Üniversitesi.
- ERKAN, Ü. (2019). LACAN’DA ÖZNENİN KURULUMU VE ÖTEKİNİN İNŞASI: PSİKANALİZ VE ORYANTALİZM. International Balkan University.
- Akdeniz, E. (2017).LACAN’DA ARZU VE ÖZNENIN ETHOSU OLARAK TRAJEDI.The Journal of Academic Social Science.
- Abedkouhi, F. (2021). LACAN VE LEVİNAS’ TA ÖTEKİ VE ÖZNE [Yayınlanmamış doktora]. Ankara Üniversitesi.
- Sarıkavak, K. (2020). JACQUES LACAN VE FELSEFESİ. Gazi Üniversitesi.
Dipnot
- Ayna kavramı Jacques Lacan’ın insanın kendini keşfetmesi yolunda ayna ile yaşadığı münasebet
sonucu belirli evrelerden geçerek kendini tanımasını ifade eden bir kavramıdır. ↩︎ - Reel/Gerçek Dönem, Lacan terminolojisinde bireyin anne karnında olduğu, henüz 0 noktasında kabul edildiği başlangıç dönemidir. ↩︎
- 0 noktası anne karnındaki bebeğin konumunu ifade etmektedir. Lacanyen bakış açısına göre bu konumda olan birey henüz hiçbir imgesel ya da simgesel döneme ulaşmamıştır. ↩︎
- öteki kavramı Lacan terminolojisinde küçük ö harfi, (ö) ile sembolize edilen diğer Öteki kavramından farklı olarak, kişinin kendisi dışındakı herhangi bir varlığı nitelendirebilmesi için kullanılmaktadır. ↩︎
- İmgesel Dönem, bireyin 6.aydan sonra ayna ile tanışmasından kaynaklı olarak kendini biçimsel olarak tanıması evresidir. Birey bu evrede görüntüsünü tanıyarak kendisini ötekiden farklı bir varlık olarak tanımlamaya başlar. ↩︎
- Jacques Lacan’a göre, “Öteki” terimi, bireyin kendi kimliğini ve değerlerini toplumsal normlar ve otoriteler aracılığıyla belirlediği kavramını temsil eder. ↩︎
- Şizoid kişilik bozukluğu, duygusal soğukluk, sosyal izolasyon, duygusal ifadelerin (duyguların mimik veya davranışlarla belli edilememe durumu) kısıtlı olması ve sosyal ilişkilerden zevk alamama gibi belirtilerle karakterizedir. Şizoid kişilik bozukluğu olan bireyler genellikle duygusal olarak içe dönük, ilişkisel olarak geri çekilmiş ve sosyal etkileşimlerden kaçınan bireyler için kullanılan psikolojik bir terimdir. ↩︎