Kısa Bir Biyografi
Dünyayı tam anlamıyla sarsan, tartışılmaya uzun yıllar devam edilecek olan ve 19. yüzyılın Aydınlanma düşüncesini devam ettiren, akılcı ve bilimci Karl Marx. 1818 yılında Prusya’da Yahudi ve kalabalık bir ailenin üçüncü çocuğu olarak dünyaya gözlerini açtı. Babası ailede ‘seküler’ eğitim alan ilk kişiydi. Dini inancının çok da kuvvetli olduğu söylenemeyecek bir avukattı. Aynı zamanda Kant ve Voltaire’e önem veren aydınlanmacı bir kimliği vardı. Destek verdiği çalışmalar arasında mutlak monarşi ile yönetilecek Prusya için anayasa ve reformların hazırlanması vardı.
Marx, on üç yaşına kadar evde babası tarafından eğitildi. Daha sonra babasının arkadaşının müdür olduğu bir okula geçip eğitimine orada devam etti. On yedi yaşındayken felsefe eğitimi alabilmek için Bonn Üniversitesi’ne gitti fakat babasının ısrarıyla hukuk okumaya başladı. Üniversitede iken çeşitli siyasi kavgalara karışmaya başladı ve bunun sonucunda notlarının düşmesi ile babası, Marx’ı Berlin Üniversitesi’ne göndermeye karar verdi. Berlin’e, hukuk fakültesine kaydolmak için gittiğinde hâlâ içinde olan felsefe hayranlığı sebebiyle hukuk ve felsefeyi birleştirmenin yolunu aramaya başladı. Bu yıllarda Hegel ile ilgilenen farklı gruplarla tanıştı ve böylece çevresini genişletti.
Katıldığı gruplarda “Genç Hegelciler”, Hegel’in felsefesindeki metafiziksel durumları eleştirmiş, aynı zamanda sol perspektifle o zamanki toplumu, siyaseti düzeltebilecek diyalektik yönteme yönelik çalışmalar yapmışlardır.
Marx daha sonra bir süre Köln’de gazete editörü olarak çalıştı ve eşiyle Paris’e taşındı. 1843’te bazı radikal gazetelerde yazmaya başladı. Sosyalizm hakkındaki ilk fikirlerini de bu gazetelere yazdı. Tabii o yıllarda her fikri rahatça yazmak gibi bir özgürlüğe sahip değillerdi ve hatta bunun üzerine Marx şöyle bir cümle kurmuştu: “Gazetemiz öncelikle polisin denetiminden geçmek zorundaydı ve eğer polisin burnu Hristiyanlık veya Prusya aleyhine bir koku alırsa, gazetenin basılmasına izin verilmiyordu.” (McLellan, 2006) Görünen o ki bazen coğrafya fark etmeksizin tarih tekrar ediyor.
Bu yıllardan sonrası birçok gazete deneyimi ve birçok gazetenin kapanmasıyla devam ediyor. Fakat daha sonra Marx’ın hayatına, hayatı boyunca ona yoldaş olacak bir kişi katılıyor.
Marx ve Engels
Alman sosyalist Friedrich Engels, Marx ile 28 Ağustos 1844’te tanışmıştır. Ömür boyu arkadaş kalmışlar ve hatta beraber pek çok çalışmaya imza atmışlardır. 1848’de yayınlanan Komünist Manifesto da ortak çalışmalarındandır. Komünist Manifesto yayınlandıktan sonra Belçika’dan sınır dışı edilmişler ama daha sonra Köln’e geçip radikal bir sol gazete çıkarmaya başlarmışlardır. Marx öldükten sonra Engels, onun çoğu eserine editörlük yaparak yayınlanmasını sağlamıştır hatta Das Kapital‘in ikinci ve üçüncü cildini de o yayımlamıştır.
Marx, kendinden önceki Comte gibi kapitalizmin yarattığı problemlerden kurtulmak için bazı yeni değerler üretme çabasında olmuştur. Bu çabanın sonucunu da Marksist materyalizmde görmekteyiz.
Marksizm
19. yüzyılda kapitalizm yüzünden oluşan, hem bireyin hem de toplumun acımasız bir şekilde sömürülmesine karşı koymak amacıyla Marx, yeni bir ekonomik ve politik sistem düzenlemiştir. Bu sistemdeki asıl amaç kısaca; mülkiyetsiz ve sınıfsız bir toplum oluşturmak ve aynı zamanda kapitalist toplumların içinde bulunduğu kötü şartları gözler önüne sermektir.
Marksist materyalizm iki koldan oluşmaktadır: Diyalektik materyalizm ve Tarihsel materyalizm.
Diyalektik materyalizmin geliştirilmesinde öncü isim Engels olmakla beraber, bir varlık ve bilgi teorisi olarak ortaya çıkmıştır. Metafiziği, doğaüstü kavramların her şeklini bütünüyle reddedip, dine karşı çıkan bir varlık kuramı olarak ortaya atılan diyalektik materyalizm; gerçekten var olan şeylerin madde, maddenin özünün ise hareket olduğunu öne sürmektedir. Maddenin bu hareketi de diyalektik bir hareket olmalıdır. Bilgi anlamında ise; bilginin deneyimle başladığını ileri sürer ve bilimsel veya ampirik yöntemlerin üzerinde durur.
Tarihsel materyalizm ise büyük ölçüde Marx tarafından geliştirilmiştir. Bu ise daha çok toplum teorisi olarak ileri sürülmüştür ve tarihi oluşturanın maddi koşullar olduğunu dile getirmektedir. Marx bu teorinin dünyadaki tüm topluluklara fakat en çok da ilkel kalmış toplumlara uygulanabileceğini düşünmüştür. Sosyal bir sistem düşünüp içindeki belli ögeleri birbirinden ayrı düşünen Marx, “üretim güçleri” ve “üretim ilişkileri”nin söz konusu olduğunu savunmuştur. Üretim güçleri ve ilişkilerinden meydana gelen altyapı, toplumsal sistemde üstyapıyı belirler.
Tarihsel diyalektiğin itici gücü olarak kabul gören “üretim ilişkilerinin” anahtarı mülkiyettir. İnsanların birbirleriyle olan ilişkilerini belirleyen temel yapı onların mülkiyetle olan ilişkileridir ki mülkiyet biçimini kontrol edenler toplumdaki egemen gücü oluşturur.
Marx’ın açıkladığı kavramlardan biri de yabancılaşmadır. Bu kavram iki boyuttan incelenebilir: Manevi yabancılaşma ve sosyal yabancılaşma.
Kapitalizm var olduğu sürece, yabancılaşmanın devam edeceği, ortadan kaldırılmayacağı ileri sürülmüştür. Yani yabancılaşma ancak komünizmle ortadan kalkabilir, insan yalnız böyle bir ortamda özgürleşebilir ve buna bağlı olarak mutlu olabilir.
Komünist Manifesto
1848 yılında yazılmaya başladı ve o zamanlarda da Avrupa’da karışıklıklar devam etmekteydi. Yayımlandığında Fransa ve Almanya başta olmak üzere çeşitli ülkelerde gelişmeler yaşandı. Yapılan devrimlerin çoğu bastırıldı fakat yine de bu Marx ve Engels için gelecekte yeni fırsatların var olduğu anlamına geliyordu. Manifesto’da söylenen en temel şey, proletaryanın devrimiyle burjuvanın düzeninin ve özel mülkiyetin ortadan kaldırılıp; sınıfsız bir toplum düzenine geçiş yapılması gerekliliğidir.
Son
Özetle Marx, insanlık tarihini sınıfların mücadelelerinin tarihi olarak görüyor ve bu mücadelenin işçi sınıfının zaferiyle sonuçlanacağını söylüyordu. Bu yıllarda Avrupa’da ciddi ayaklanmalar yaşandı. Pek çoğu bastırıldı fakat yine de önemli izler bıraktı. Sonrasında olan başka bir olay da bugünlere kadar gelen sağlam bir ses bıraktı: Lenin önderliğinde Marksist Bolşevikler‘in yapmış olduğu Ekim Devrimi. Bu da bize Marksizmin, yalnız teoride kalmayıp pratiğe de döküldüğünün en büyük göstergesidir.
Komünist Manifesto’nun başlarında yazılı olan “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor:Komünizm hayaleti.” cümlesini sanıyorum ki biz de her zaman Marx için söyleyebileceğiz. Gelir adaletsizliği, yoksulluk; dünyanın en zengin birkaç ailesinin servetinin, yoksul milyarlarca kişinin servetine denk düşmesi, sömürülme, ezilme, her şeyi olanın hiçbir şey yapmaması ve rahatça orada bulunmaya hiçbir şeyi olmayanın her şeyi yapmasıyla devam etmesi… “Dünyada hep bir hayalet dolaşacak: Marx’ın hayaleti.” Yazıya da Komünist Manifesto’nun son sayfasındaki cümlelerle son vermek istedim. Sana da selam olsun Marx!
Bütün ülkelerin işçileri,
Birleşin!
Karl Marx, Komünist Manifesto, syf. 92.
Kaynakça
- Cevizci, Ahmet. Felsefenin Kısa Tarihi, Say Yayınları, İstanbul, 2022.
- Osborne, Richard. Herkes İçin Felsefe (çev. İbrahim Şener), İstanbul, Nokta Yayınları, 2021.
- Marx, Karl. Das Kapital(çev. Mehmet Selik ve Nail Satlıgan), İstanbul, Yordam Yayınları, 2021.
- Marx, Karl. Komünist Manifesto(çev. Celal Üster ve Nur Deriş), İstanbul, Can Yayınları, 2019.