17 Mayıs Cuma, 2024

Felsefe Yazıları

Benzer Yazılar

Hobbes: Korkudan Doğan Devlet

EDİTÖR:
Meliha Çakır

Bireylerin bir araya gelerek oluşturduğu en küçük oluşumlardan bu yana toplumsallaşmasının dayandığı ilkeler ve şekli, o toplumlardan ortaya çıkan devletlerin oluşumu Antik Yunan’dan günümüze sorgulanmış, incelenmiştir. Bu sorgulama tarihi boyunca devletin oluşumu filozoflar arasında fikir ayrılıklarıyla tartışılan bir konu olarak süregelmiştir. Bu tartışma genelinde devletin ve daha öncesinde insanın toplumsallığı ve siyasiliğinin kaynağının doğallığını kapsamıştır. Bu tartışmaya verilen yanıtlar 17. yüzyıla kadar doğadan kaynaklanan bir devlet yapısı olsa da Antik Yunan’ın doğal oluşumlu devlet yapısına darbeyi toplumsal sözleşmeciler vurmuştur.

Yunanlıların Toplumsal Hayvanı: Zoon Politikon

Felsefenin sistematik bir şekilde ilk defa filizlendiği ve insani toplum, devlet kavramlarının ilk defa mantık çerçevesinde tartışıldığı Yunan topraklarında Aristoteles, insanın doğası gereği toplumsallığını, dolayısıyla siyasiliğini “zoon politikon” kavramıyla dile getirmiştir(Özkan, 2020). İnsanın toplumsal bir hayvan olduğu görüşüyle Aristoteles, toplumun oluşumunu bununla beraber devletin oluşumunu da doğal bir oluşuma bağlar. Ona göre, insanın kendini gerçekleştirebileceği yegane yer toplumdur, onu iyiye yönlendiren ve en nihayetinde onu iyiye ulaştıracak olan tüm yetiler ve ihtiyaçlar ancak devlette bulunur. Devletin var oluşu insanın kendini gerçekleştirmesine olanak tanımaktır. İnsan doğal olarak duyduğu ihtiyaçları ancak toplumdan karşılayabilir ve toplumla (devletle) bu ihtiyaçlar yoluyla kopmaz bağlarla bağlanmıştır. Ona göre ise insan toplumsal hayatın içinden istese de çıkamaz. Doğası gereği ihtiyaç sahibidir ve toplumsallığa mecburdur. Bu yüzden, insanın toplum içerisinde diğer insanlarla sürekli bir ilişki ağı kurmak ve yaşamını buna göre şekillendirmek mecburiyetinde olduğunu belirtir. O, kenti bütün, haneyi ve insanı parça olarak görür ve zorunlu olarak bütünün parçalardan önce geldiğini ileri sürer. Çünkü O’na göre bir beden yok edildiğinde geriye ne ayak kalır ne de el. Beden önceden mevcuttur, ayaklar, eller ve diğer parçalar ona sonradan eklenir. Eğer beden olmazsa parçaların ekleneceği bir şey yoktur. Bu sayede tek tek parçaların bir bütüne ihtiyaç duyduğunu söyleyen Aristoteles, insanın da ihtiyaçlarının olduğunu ve bunu sadece toplumsallık ile karşılayabileceğini savunur. Bu ihtiyaçlar sonucunda insanların tümünün “içinde bu tür bir ortaklığa doğru doğası gereği bir dürtünün mevcut” olduğunu ileri sürer (Özkan, 2020).

Toplumun doğallığı meselesine gelindiğinde, Aristoteles, kentin oluşumunu doğal bir evre olarak niteler. Bu evreleri sırası ile hane-köy-kent şeklinde belirler. Devletin oluşumunda aile teorisini benimseyen Aristoteles, insanın toplumsallığının doğduğu ailede başladığını belirterek toplumun temel yapı taşını aileye indirger, ailede iyiye ulaşmada ilk adımını atan insan ailelerin birleşmesiyle önce hanede, sonra köy ve en sonunda kentte devletleşmeye başlar. Aristo bu oluşumu doğal ve ortaya çıkmasının insanın toplumsal fayda ve mutluluk istemi olarak tanımlarken bu tanımdan yüzyıllar sonra 17. Yüzyılda, insanın toplumsal olmadığı daha sonrasında toplumsallaştığı (siyasileştiği) devletin de daha sonrasında bu toplumsallaşmanın ürünü olarak yapay bir şekilde ortaya çıktığı görüşünü savunan toplumsal sözleşmeciler ortaya çıkmıştır. Toplumsal sözleşme savunucuları olarak karşımıza 17.yy.da Locke ve Rousseau çıkarken Yunanlıların özellikle Aristoteles’in görüşlerine en sert darbeyi toplumsal sözleşme savunucusu Thomas Hobbes vurmuştur.

toplumsal sözleşme resmedilmiş

Bencil İnsanın Doğumu: Toplumsal Sözleşmeciler

Antik Yunan filozoflarının doğal oluşumlu devletinde toplumsal faydayı gözeten insanın yerinin toplumsal sözleşmeci üç düşünürde insanın bencilliği olarak önce çıkar. Bu bencilliği doğa durumundaki halleri üzerinden değerlendirir ve toplumun doğa durumu sonrasında oluştuğunu savunurlar. Locke, insanı hem bencil hem de toplumsal olarak niteler. Ona göre, insan yaratılış olarak toplumsal değildir, çünkü bencildir. Ancak, Tanrı insana, bir arada yaşama isteği aşılamıştır ve bu yönüyle toplumsaldır. Locke insanı hem bencil hem de toplumsal olarak tanımlamış, insanın toplumsallaşmasını diğerleriyle olan ilişkilerinden doğduğunu savunmuştur. Ona göre doğal yapısında barış ve özgürlük bulunan insan ve toplum toplumsallaşırken özgürlüğün sınırsızlığından doğan mülkiyet ve hak tahribinden dolayı güvensiz bir ortama, kaosa sürüklenmiştir, toplumda bu kanunsuzlukları önceleyecek ve cezalandıracak bir sisteme ihtiyaç duyulduğundan devlet kurulmuştur.  Locke gibi Rousseau da insanın bencilliğinin yanı sıra toplumsallığını öne sürmüş onun doğal yapısında eşitlik mutluluk ve barışın hâkim olduğunu savunmuştur, ancak bu huzurlu ortam özel mülkiyetin gelişiyle tepetaklak olmuş eşitlik bozulmuştur. Eşitliği tekrar sağlamak, güven duygusunu yeniden hâkim kılmak için insanların kolektif bilince sarılıp bir varlık meydana getirmesi gerekmiştir, bu da devleti oluşturmuştur (Gözler, 2023). İnsanın “Non-Zoon Politikon” olduğunu ve toplumun sonradan sözleşme ile kurulduğunu öne süren bir diğer düşünür de Thomas Hobbes’tur. Hobbes da Locke ve Rousseau gibi ilk olarak insanın bencilliğini öne çıkararak, asosyal bir dönem olarak doğa durumunu işaret eder. Ancak Hobbes meseleyi ele almanın taraflılığı konusunda diğer ikisine göre daha sert ve fanatik olarak nitelendirilmektedir (Özkan, 2020).

Thomas Hobbes

Hobbes’un Korku Devleti

Yunanlıların ve özelinde Aristoteles’in toplumsal hayvan olarak tanımladığı insan Hobbes’un felsefesinde asosyal, apolitik (siyasi olmayan) olarak tanımlanır. Zira, insanı toplumsallığa iten ortak fayda, ortak iyi gibi kavramlar insanın ilkel doğasından kaynaklanan çıkar, rekabet duygusu, bilinme isteği, güvensizlik gibi duygular ve hükmetme yönelimi ile yok edilir ve sonucunda ortaya toplumsallıktan uzaklaşmış bireyler bütünü ortaya çıkar. Böyle bir ortam doğa koşullarında kaosa ve kavgaya sebep olur. Kaos içinde yaşayan insanları hayatta kalma korkusu sarar bu korku insanları bir araya getiren etmendir. Ortak korkuları onların hayat güvencelerini sağlamalarına yarayacak bir sisteme mahkûm eder, yani insan hükmetme ve hükmedilme dengesizliğinde rekabet ederken yaşamını güvence altına almak için denetleyen ve güvence altına alan devleti oluşturur. 

Bencil İnsan ve Onun Çıkarları

Hobbes ilk olarak toplumsal fayda tezine karşı çıkarak insanın bencil bir varlık olduğunu ileri sürer. Çünkü O’na göre “Her insan kendi çıkarının peşindedir” (Hobbes, 2007: 22). Ortak iyi ya da ortak çıkarın olmadığını, insanlarda sadece bireysel iyi ve çıkarın olduğunu ileri sürer. Ancak bu bencillik insanın doğası gereği kötü olduğu sonucunu vermez (Özkan,2020).

“Fakat bu ilkeden insanlar doğaları gereği kötüdür sonucu çıkmaz. Zira iyi ile kötüyü birbirinden ayıramayacağımızdan, iyilerden daha az sayıda kötü insan olsa bile, dürüst ve iyi insanlar mümkün olan her yolla kendilerini korumak için diğerlerini izleme, onlara güvenmeme, tedbirli olma ve diğerlerinden daha güçlü olma ihtiyacı içindedirler. Yine de, kotu olanların doğaları gereği böyle olduğu sonucuna varamayız. Zira hoşlarına giden her şeyi isteme ve korku ve kızgınlıkla kendilerini tehdit eden kötülüklerden kaçmak veya onları bertaraf etmek icin ellerinden gelen her şeyi yapma şeklindeki bu karakter, bir hayvan olarak doğdukları icin doğaları gereği, eş deyişle doğuşla gelen, bir şey olsa da, bu durumda genellikle bunların kötü bir şey oldukları düşünülmez. Zira hayvansal bir doğadan kaynaklanan duygular, her ne kadar bunlardan kaynaklanan edimler bazen, eş deyişle göreve zararlı veya aykırı olduklarında, kötü olsalar da, kendi başlarına kötü değildir” (Hobbes, 2007: 12). 

Hobbes’a göre insan doğası gereği doğal bir sevgiyle hareket ederek ortak dayanışma, fayda gibi kavramlar yüzünden diğerleriyle ilişkilenme yaşamaz, yalnızca diğerleriyle kendini kıyaslamaktan ve rekabetten aldığı haz ve kendini tanıtma, varlığını meşrulaştırma gibi bencil isteklerle hareket eder ve zorunda olarak sosyalleşir ancak burada Aristo’nun savunduğu gibi insanın doğasından gelen bir sevgi yoktur.

Mutlak Güç: Leviathan

Herkesin her şeye hakkı vardır anlayışıyla yola çıkan Hobbes, bu durumu, insanların farklı çıkarlara sahip olmalarından dolayı toplumsal barış ve insan hayatı için bir tehdit olarak telakki eder. Dolayısıyla o, toplumda düzenin ve barış ortamının sağlanabilmesi için bir egemenin varlığını zorunlu görür. Hobbes’a göre insanlar bencildirler ama aynı zamanda akıl sahibi varlıklardır. Dolayısıyla güvende olmak ve hayatlarını sürdürmek isterler. Hobbes’a göre doğa durumundaki güvensizlikten kurtulup güvenli bir barış ortamının sağlanabilmesi ancak, herkesin sahip olduğu hak ve güçlerini aralarında yaptıkları bir sözleşmeyle bir egemene devretmeleriyle mümkündür. Ona göre egemen mutlak güç sahibi olmalı ve bu gücü hiçbir koşula bağlı olmamalıdır. (Geçit, 2021)

Siyaset hakkındaki görüşlerini ve toplumsal sözleşmesini temellendirdiği kitabı olan Leviathan ‘da Hobbes toplumun korkusunu dindiren o gücün, devletin iktidar sahibini doğa yasası olarak tanımlar, bu doğa yasası uygulayıcısı bir nevi ölümlü Tanrı olarak tanımlanır. Hobbes’a göre asıl sorumluluk Tanrı’ya karşı olan sorumluluktur. Tanrının yasalarına uygunluk aslında doğa yasalarına uygunluktur. Hobbes’un ana kavramının doğal yasadan çok doğal hak olmasıdır. Bu, esas olarak, insanın varlığını sürdürme hakkıdır. Hiçbir insan, eğer kendi güvenliğine aykırı görüyorsa, doğa yasasına uymak zorunda değildir. Doğa yasaları Tanrı’nın emri olduğuna göre, insanın buna uymama hakkını kendine alarak, bir yandan siyaseti kurmakta, öte yandan da sivil toplumu inşa ederken, yönetim olgusunu laikleştirmektedir.

Mutlakiyetçi (Monarşi) yönetim anlayışının savunucusu olan Hobbes’a göre “ bir devlete katılırken her insanın itaat etmeyi akdettiği kişiye gücünü ve elindeki araçları bırakması gerekiyordu; böylelikle emredilecek kişi onların araçları ve gücü sayesinde korku salarak onları birleştirebilirdi”. Hobbes, burada devletin birleştirici unsur olarak “korku ve gücü” alması krala olan bağlılığın tartışmasız bir göstergesidir(Temiz, 2018).


Kaynakça

Meltem Sıla Özkan
Meltem Sıla Özkan
2003 İstanbul doğumlu. İstanbul Sosyal Bilimler lisesi mezunu, Ankara Sosyal Bilimler üniversitesi Hukuk fakültesi öğrencisi. Felsefe, sosyoloji, psikoloji, tarih ve edebiyat ilgi alanları. Felsefede ahlak, din ve siyaset felsefesi, Nietzsche, Spinoza, Thomas Hobbes ilgi alanları

1 Yorum

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Önerilen Yazılar