Halkların Ölümü ve Hegel Felsefesinde Tarihi Süreç

-

EDİTÖR:
Meliha Çakır

-

Hem yaşadığımız çağda hem de tarihte incelediğimizde pek çok olaylarla karşılaşırız. Bu karşılaşmalarımızın ve tanıklıklarımızın pek çoğu yıkıcı eylemlerle örülü, insan vicdanını sarsan muamelelerle sarılı olabilir. Bu durumda yapmamız gereken iki şey vardır, ya olayların içerisinde kalıp yas tutar acı çekeriz ya da tüm bu olayları anlamaya çalışırız. Peki, akıldışı tutumlara da tanıklık eden tarih sahnesinin tikel olaylarından arınıp tüm bu olayların ardında temel bir ilke varsayabilir miyiz? Üstelik bu ilke öyle bir ilke olmalı ki yaşanan haksız muameleleri meşrulaştırmadan somut gerçeklikle örtüşsün. İşte, Hegel’in tarih kavrayışı bize bu ilkenin olanaklığını sunar. Olanak diyorum çünkü Hegel’in felsefesinde bu belirlenimlilik ‘yanılsama’ olarak tartışmaya açıktır. Onun felsefesinde gerek özgürlük gerek ussallık anlaşılması güç açıklamalar taşır ki bu felsefenin eleştirisi başka bir yazının konusu olmakla beraber biz şimdi Hegel’in tarihi süreçleri nasıl açıkladığına geçelim

Hakikati Kavrama Biçimi Olarak Felsefe

Hegel’e göre felsefenin işi olay ve olgulardan yola çıkarak hakikati kavramaktır. Tarihte var olan olayları rastlantı eseri, kişisel çıkarlar olarak görebiliriz. Fakat Hegel, bunu savunmaz. O, rastlantısallığı bir kenara koyarak tek tek olayların ardındaki anlamı kavramaya çalışır. Ona göre tarihteki tüm olaylar bir amaç üzerinedir ve bu şekilde anlam kazanır. Tarihte anlamı olan şey ancak evrenselle ilişkisi yoluyla anlam kazanır. Bu evrenseli algılamak demek anlamı kavramak demektir (HEGEL, 2018) Ona göre bizi biz yapan şey tarihtir fakat bu tarih bizi hemen şimdide öz bilinçli hale getirmez. Şimdiki bilinçli halimiz önceki etkinliklerin, olayların emeğidir. İşte zihinsel dünyanın ortaya koyduğu şey bu emektir. Ve evrensel zihin yani tin, değişmeden duramaz. Hegel’e göre yerde ve gökte olan tüm olaylar, zamanın bütün işleri de tinin kendisini bilme eylemidir. Tabi buradan tin ve tarihin ayrı iki şey olduğunu düşünmemeliyiz. Tin, tarihe hâkim olmaz o zaten tarihteki eylemlerin kendisidir.

O halde buraya kadar açıkladıklarımızdan şunu diyebiliriz ki, tarihte yaşanılan olaylarda rastlantısallığı bir kenara koyacaksak ve tarihteki tüm eylemleri evrensel zihnin yahut tinin kendisini bilme yolundaki eylemleri olarak bakacaksak şunu diyebiliriz ki Hegel’in dizgesinde hakikat sadece töz değil öznedir de. Hakikatin özne olarak kavranması onun kendinde bir çelişki barındırabilmesinin önünü açar. Çünkü Hegel’e göre her şey kapsadığı çelişki yoluyla etkin olur. Tarihsel olaylardaki devingenlik de bu çelişki yoluyla etkin olur. (Bravo, 2004) Bu çelişki ile sınırlar aşılır ve devinim ortaya çıkar.

Tin öznedir, özünde bireydir fakat Hegel’de sınırlı tikelliklerle işimiz yok. Ussal olan tüm bunların ardındaki ilkedir. Tek tek bireylerle ilgilenmez. Halk tininden bahsedeceksek eğer o, genellik taşıyarak belirlilik kazanan bir bireydir ancak. Halk tini, halka genel karakterini verir. Onlar, halk tiniyle çatışan eylemde bulunamazlar. Hegel’e göre tarih, felsefi olarak ele alınacaksa şöyle söylemekten kaçınmalı, ‘şunu yapan birisi iktidara gelseydi bu devlet batmazdı vb. Tözsel olanın önünde bireyler yiter ve Töz kendi erekleri için gereksindiği bireyleri kendisi bulur. Bireyler tarihte olması gereken olayları engelleyemezler. (Hegel, 2014)

Buradan da anladığımız gibi halk tini aslında halkın içinde var olan bir potansiyeldir, güçtür; Hegel’in deyimi ile o, karanlık bir içgüdüdür. Öyle bir içgüdü ki bireyler kendi istençlerini yerine getiriyor olsalar da sonuçta halk tininin ereğindelerdir. Bu noktada tüm halkların farklı oluşunu öne sürebilir ve ortak bir halk tini olup olmadığını sorabiliriz. Hegel’de ilkelerin birbirinden farklı olduğu gibi halklar da birbirinden farklıdır ve her halk kendi gelişim basamağında ilerler. Her basamağın ereği kendine özgüdür, bu erek halk tininde potansiyel olarak vardır. Tin ise sabit değildir, bir halktan diğerine geçer. Tinin ereğine erişmesi ancak tüm halkların ereğine erişmesi ile mümkün olur.

Tinin gelişimine bakmak için halkın eylem ve bilgisine bakarız. Nasıl ki insanın içinde ne olduğunu biz onun eylemlerinden anlıyorsak halk tini de kendini halkın eylemlerinde belli eder ki burası tarih felsefesi açısından kilit noktadır. Halk tinini biz o halkın dini ile, sanatı ile, bilimi ile tüm düşünsel ve kültürel etkinliğinde kavrarız. Halk tini hem bireyin eylemlerini belirlerken hem de bu eylemler aracılığı ile kendini gerçekleştirir.

Peki, bu insanların dışsal bir istenç ile yönetildiği anlamı taşır mı? Hegel’e göre taşımaz. Davranışlar özgürdür fakat bununla hak, parlaklığını yitirmez. İnsanları harekete geçiren içsel tutkular ile ussallık farklıdır. Tutkular, eyleme çağırır ve eylem bireysel ise de genele karşı değil onun için araçtırlar.

“Herkes kendi halkının çocuğudur” (Hegel,2014,sy 129)

Kimse halk tininden kaçamaz demiştik. Ona göre “herkes kendi halkının çocuğudur” ve ona düşen buna katılmaktır. Peki, birey bilmediği bu tine nasıl katılım sağlayacaktır. Burada karşımıza devlet çıkar. Hegel’e göre birey ile halk tini yani öznel istenç ile genelin oluşturduğu birlik devlettir. (Hegel, 2014) Devlet, yurttaşların yüzü suyu hürmetine olmuş değil aksine o insanın ussallığa kavuşmasını sağlayan bir araçtır. İnsan, devlet ile tikel yanını usla sınırlar ve yasaya boyun eğdirerek özgürlüğe katar. O’na göre özgürlük ancak devletle nesnellik kazanır. Burada özgürlük ve devlet noktasında aklımıza sorular gelebilir. Hegel, bu noktada şunu der, Özgürlük yalnızca bireyin istediğini yapmasının engellenmesi ise bu anlayışta sıkıntı var demektir. Çünkü ona göre özgürlük doğal bir şey değil kazanılması gereken birşeydir. Doğal durumda haksızlık, şiddet, dizginlenmemiş içgüdü bulunur. Bu durum ise devletle sınırlanır, ussallık kazanır. Yani içgüdü ve keyfiliğin sınırlanması özgürlüğün sınırlanması sanılırken aslında bu, özgürleşmenin koşuludur.

Bu bağlamda devletin yasalarının kendisine göre belirleneceği anayasaya gelince onun da içeriğini halk tini oluşturur. Bir halkın eylemi ve eğilimi ne ise yasalar da ona göre oluşur. Dolayısıyla Hegel’de başka bir halktan alınan anayasa fikri olumlu yer etmez.

“İyi düzenlenmiş bir devlette yöneten ile yönetilen ayrımı yoktur. Yöneten, buyruklarını zaten halka, halkın özüne uygun anayasa ile verir. Yönetilenin eylemini belirleyen, kendi dışındaki bir güç değil kendi özüdür. Bundan dolayıdır ki iyi bir anayasa yöneten –yönetilen ilişkisini ortadan kaldırır. Bireyin köle olarak değil özgür yurttaşlar olarak hissetmesini sağlar.” (Bravo, 2004,s.160) Bireyler nasıl devlete katılarak ussal bir kavram kazanıyorsa devlet de anayasaya katılarak ussallık kazanır.

Tüm bu açıklamaları toparlayacak olursak Hegel’in dizgesinde Tin, kendisini tarih sahnesinde açımlayan bir töz ve aynı zamanda bir öznedir. O, yerde ve gökte olan tüm olayların ardındaki devindirici güçtür. Öyle ki daldan düşen bir yaprak dahi onun amacına uygun olmuştur. Fakat bu sahneler aynı zamanda kaotik, debdebeli ve fazlasıyla tikeldir. Hakikatin ise bu tikelliklerle işi yoktur. O, olay ve olguların ardındaki asıl ilkeyi araştırır. İşte dünya tarihini düşündüğümüzde tek tek bireylere karşılık gelen şey, halklardır. Her halkın içinde var olan tinin amacına hizmet eden potansiyele Hegel, halk-tini der. Halk tini kendini halkın eylemlerinde ve düşüncelerinde açımlar. Amacı özgürlüğe varmak ve kendisini kendisine nesne yaparak kendi bilincine varmaktır. Tarihteki tüm işler de bu amacın işleridir.

Peki, Tin isteğine vardığında yani halk içindeki ereğine ulaşırsa ne olur? Bu durumda tinin etkinliği artık durur. Halk, kendi kendisine biçim vermiş, ereğine ermişse derindeki ilgisi söner. (Hegel, 2014) Halkın gençlik dönemi de denilebilecek zaman, tinin etkin olduğu dönemdir. Bu sona erdi mi alışkanlık girer. Çünkü artık burada etkinlik yoktur. Gençlikten yaşlılığa geçer ve kendi varlığının zevkini çıkarır. Kendisini kendisiyle anlatabilir. Bu dönemde daha önce var olan gereksinim, amaç artık yoktur. Ereğe varılmış, kazanım elde edilmiştir ve artık eldeki ile oyalanma vaktidir. Artık alışkanlığa teslim olunur. Refah ve bencillik baş gösterir. Alışkanlığa düşen halklar böyle ölür, yaşama ilgisi kalmaz.

Ereğine varmış tin için bu basamak bilgi nesnesi olarak karşımızda dururken aynı zamanda bir üst basamak için hareket ettiricidir de. Bu halkın üyeleri alışkanlık, bencillik ve haz ile kendilerini rahatlığa kaptırdıklarında bu durum halkın üst kademelerinde de etkili olur. Ve sırf rahatlıklarını sürdürmek için başka devletin güdümüne girmeye çabalarlar. (Çağlayan, 2020) Burada Hegel’in dizgesinde tarihi kişilikler belirir. Dünya tini onların ereklerinde birleşir. Onlar, kurulu düzenin parçası değillerdir. Şimdinin kabuğu içinde başka bir çekirdektedirler. Onların seçimleri mutluluk değil erekleri uğruna savaşmaktır. Geçmişin amacı olan ve erişilen ilkenin içinde görünmeyen ilkeyi görmüşlerdir. Fakat belirtmek gerekir ki yine Hegel’in deyimi ile uşak için nasıl kahraman yoksa tin için de yoktur. Bu süreçteki tüm tarihi karakterler aşılması gereken basamakta birer araçtır. Çünkü tinin işi gücü kendiyledir.

“Halk tininde daha ileri daha yüksek belirlenim yani olumsuzlama o zamana kadar ki varlığının bozulması olarak ortaya çıksa da bu olumsuzlamanın bir de olumlu yanı vardır. Bu da yeni bir halktır. Bir halk, birçok basamaktan geçip yeni bir dönem başlatamaz.” (Hegel, 2014,s.185)


KAYNAKÇA

Bravo, H. (2004). Hegel’in Tarih Tasarımında Özgürlük ve İlerleme. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakultesi Dergisi, 153-164.

Çağlayan, Ç. E. (2020). Hegel’in Düşüncesinde Usla Aklanan Tarihsel Süreç. Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, 408-426.

Hegel, G. (2014). Tarihte Akıl. İstanbul: Kabalcı.

HEGEL, G. (2018). Felsefe Tarihi (1). istanbul: notabene.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz