Cumartesi, Nisan 26, 2025

Yer-Sub’tan Kami’ye: Kültürler Üstü Bir Doğa İnancı

-

EDİTÖR:
Emir Omala

-

İnsan ile doğa arasındaki ilişki, yalnızca fiziksel bir etkileşimden ibaret değildir; aynı zamanda kültürel, ruhsal ve inançsal boyutlarıyla da insanlık tarihinin en derin bağlarından birini oluşturur. Kadim toplumlar, doğayı sadece bir yaşam alanı olarak değil, aynı zamanda ruhsal bir varlıklar dünyası olarak görmüş; dağlara, nehirlere, ağaçlara ve rüzgâra kutsallık atfetmiştir. Bu yaklaşım, insanın doğayla uyum içinde yaşama çabasının hem pratik hem de manevi temellerini oluşturur. Eski Türk inanç sisteminde yer alan “yer-sub” anlayışı ile Japonya’nın Şinto geleneğinde merkezde yer alan “kami” kavramı, farklı coğrafyalarda gelişmiş olsalar da bu ortak düşünce biçimini yansıtan örneklerdir. Bu inanç sistemlerinde doğa, yaşayan bir varlık olarak kabul edilir ve onunla kurulan ilişki, toplumsal refahın, ruhsal dengenin ve bireysel sorumluluğun ayrılmaz bir parçası hâline gelir. Bu yazı, doğa ile uyum içinde yaşamanın tarihsel ve kültürel temellerini, iki kadim inanç sistemi üzerinden ele alarak, insanın doğaya karşı sorumluluğuna farklı bir bakış sunmayı amaçlamaktadır.

Yer-Sub Kavramı

Eski Türk inanç sisteminde “yer-sub” kavramı, doğanın fiziksel unsurları olan toprak (yer) ve suya (sub) atfedilen kutsal ruhları ve bu ruhlarla bağlantılı olan manevi varlıkları ifade eder. “Yer-sub” ifadesi, özellikle Orhun Yazıtları gibi yazılı kaynaklarda “iduk yer-sub” (kutsal yer ve su) şeklinde geçerek, doğanın bu iki temel unsurunun sadece yaşam alanı değil, aynı zamanda ruhsal bir varlık ve kutsal bir güç olarak da algılandığını göstermektedir. Bu anlayışa göre, doğada var olan dağ, taş, orman, ırmak, göl, ağaç gibi unsurlar, kendilerine özgü bir ruha – yani “iye”ye – sahiptir. Bu ruhlar, doğanın koruyucusu olarak görev yapar ve insanlar ile doğa arasında sürekli bir etkileşim ve denge unsuru oluşturur. Yer-sub kavramı, eski Türklerin animist dünya görüşü çerçevesinde, evrenin yalnızca fiziki değil aynı zamanda metafiziksel bir düzen içerisinde işlediği fikrine dayanır. Bu düzenin korunması, yer-sub iyelerine saygı gösterilmesi ile mümkündür.

Yer-sub İyelerinin Toplumdaki Rolü ve Görevleri

Yer-sub iyeleri, Eski Türk toplumlarında doğayla iç içe sürdürülen yaşam tarzının manevi boyutunu temsil eden varlıklardır. Bu ruhlar hem bireysel hem de kolektif hayatın düzenleyicisi olarak görülmüş, her doğa unsurunun başında bir iye olduğu düşünülmüştür. Su, dağ, orman, ağaç ve taş gibi unsurlar, yalnızca doğanın fiziksel parçaları değil, aynı zamanda ruhlarla dolu, yaşayan ve hisseden varlıklar olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle, yer-sub iyelerine karşı gösterilen saygı, sadece dini bir gereklilik değil aynı zamanda toplumsal bir sorumluluktu.

Toplumda yer-sub iyeleriyle ilgili ritüellerin gerçekleştirilmesi, bu ruhlarla iyi ilişkiler kurularak toplumun bereket, sağlık ve düzen içinde yaşamasının sağlanması anlamına gelirdi. Özellikle kamlar, bu iyelerle iletişim kurabilen kişiler olarak bu ilişkileri düzenleyen merkezi figürlerdi. Ancak kamlar dışında da her birey, yaşadığı çevredeki yer-sub unsurlarına saygılı olmak zorundaydı. Yer-sub iyelerine zarar verilmesi – örneğin bir kutsal ağacın kesilmesi ya da temiz bir su kaynağının kirletilmesi – sadece bireysel değil, toplumsal felaketlere yol açabilecek tehlikeli davranışlar olarak görülmüştür.

Doğa ile Ruhsal İletişim ve Ritüeller

Eski Türklerde doğa ile kurulan iletişim yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda derin bir ruhsal boyuta da sahiptir. Bu iletişim ritüeller, dualar, adaklar ve kurbanlar aracılığıyla gerçekleştirilirdi. Kamlar bu iletişimin başlıca yürütücüsü olarak doğanın ruhlarıyla, yani yer-sub iyeleriyle temas kurar, toplumun ihtiyaçlarını iletir ve ruhlardan gelen mesajları aktarırdı.

Yer-sub ruhlarıyla iletişimde en yaygın uygulamalardan biri saçı sunma geleneğidir. Bu gelenek, genellikle süt, kımız, yağ gibi ürünlerin doğaya ve ruhlara sunulmasıyla gerçekleştirilirdi. Özellikle bir nehrin kenarında, dağın yamacında veya kutsal bir ağacın dibinde gerçekleştirilen bu sunular, yer-sub iyelerini memnun ederek, doğayla olan dengenin ve uyumun korunmasını amaçlardı.

Atalar Kültü

Eski Türk inançlarında önemli yer tutan Atalar Kültü, ölen ataların ruhlarının canlılar tarafından saygıyla anılması, onurlandırılması ve korunması temeline dayanır. Bu kült anlayışında ölen kişilerin ruhları yok olmaz; yaşamaya devam eder ve yaşayanların dünyasına etki edebilir. Bu yüzden onların huzur bulmaları, iyi hatırlanmaları ve unutulmamalamaları son derece önemlidir.

Ataların ruhlarına saygı göstermek, hem bireysel hem de toplumsal bir görev olarak görülmüştür. Bu bağlamda, mezarların özenle korunması, mezar taşlarının işlenmesi, ruhlar için dualar edilmesi ve ölen kişiye ait değerli eşyaların onunla birlikte gömülmesi gibi gelenekler gelişmiştir. Bu uygulamaların amacı, ruhun hem huzur bulmasını sağlamak hem de yaşayanlara zarar vermesinin önüne geçmektir.
Ataların ruhlarına yönelik saygının ihlali büyük günah olarak görülmüştür. Nitekim, Attila’nın Balkan Seferi’nin nedenlerinden biri, ailesine ait kutsal bir mezarın Bizanslılar tarafından yağmalanmasıdır. Bu durum, Atalar Kültü’nün yalnızca dini değil, siyasi kararları bile etkileyebilecek bir güce sahip olduğunu gösterir.

Şintoizm ve Temel Unsurları

Şintoizm , Japonya’nın yerli dini geleneğidir ve Japon kültürel kimliğinin temel taşlarından biridir. “Kami no Michi” yani “Tanrıların Yolu” olarak da adlandırılan bu inanç sistemi, doğa ile uyum içinde yaşamayı, atalara saygıyı ve tanrısal ruhlar olan Kamilere tapınmayı esas alır. Modern Japonya’da bile yaklaşık 100.000 tapınağıyla canlılığını sürdüren Şintoizm, sadece bir din değil; aynı zamanda Japon halkının dünyaya bakışını, toplumsal değerlerini ve doğayla ilişkisini şekillendiren bir yaşam felsefesidir​.

Kami Kavramı: Tanrısal Ruhlar ve Doğa Varlıkları

Itsukuşima Tapınağı’ndaki bir torii

Kami, Şintoizm’in merkezinde yer alan kutsal varlıklardır. Bu kavram, sadece tanrılarla sınırlı değildir; aynı zamanda doğanın unsurları, ölmüş ataların ruhları, olağanüstü kişilikler ve hatta sıradan nesneler bile birer Kami olabilir. Dağlar, nehirler, devasa ağaçlar, şelaleler gibi doğa unsurları Kami’lerin yaşadığı veya tezahür ettiği yerlerdir​​.

Kami, insana benzer duygularla donatılmış, insanla etkileşimde bulunabilen kutsal varlıklardır. Bu varlıklar aynı anda hem korku uyandıran hem de saygı duyulan figürlerdir. Japon halkı için Kami’ye inanmak, onun iradesine uygun yaşamaktır. Yer-sub iyelerinde de karşımıza çıktığı gibi bir nehrin kirletilmesi sadece ekolojik bir suç değil; aynı zamanda Kami’nin öfkesini çekecek bir günah olarak görülür​.

Ritüellerde Kami’lerle iletişim kurmak önemlidir. Özellikle yılın belli dönemlerinde yapılan festivaller (matsuri), Kami’leri memnun etmek ve onlardan toplumsal refah için yardım istemek amacıyla düzenlenir. Misogi gibi arınma ritüelleriyle, insanlar ruhsal ve fiziksel temizlik sağlayarak Kami’ye layık olma çabasına girerler​.

Atalar Kültü ve Ritüellerin Önemi

Atalar kültü, Şintoizm’in vazgeçilmez bir unsurudur. Ölen bireylerin ruhları, birer Kami olarak tapılır ve aile içinde saygı ile anılır. Her ailenin kendi atalarına ait küçük tapınakları (butsudan) bulunur ve burada dua etmek, yiyecek sunmak günlük bir ibadet biçimidir​​.

Şintoizm’de ölümden sonraki yaşam kavramı, Batı’da ki cennet-cehennem ikiliğinden ziyade, ruhların dünyaya müdahale etmeye devam ettiği bir döngüyü ifade eder. Bu nedenle atalara saygı göstermek, yaşayan bireylerin şanslı ve dengeli bir yaşam sürmesini sağlamak için zorunlu bir davranıştır.

Obon Festivali gibi geleneksel etkinliklerde, ataların ruhlarının evlere döndüğüne inanılır ve bu ruhlara hediyeler sunulur. Atalara karşı yapılan her saygısızlık ya da ritüel eksikliği, ruhların öfkelenmesine ve felaketlere neden olabilir.

Doğa ile Uyum İçinde Yaşama Anlayışı

Şintoizm’e göre doğa, Yer- sub anlayışında olduğu gibi, sadece fiziksel bir çevre değil; kutsal bir varlıklar dünyasıdır. Her doğa unsuru, bir Kami’nin yansımasıdır. Bu nedenle doğaya zarar vermek, yalnızca çevresel bir hata değil, ruhsal dengesizliğe neden olacak bir davranıştır​.

İnsan, doğa ile uyum içinde yaşadığı sürece ruhsal dengeyi ve toplumsal refahı sürdürebilir. Örneğin, Yama no Kami (Dağların ruhu) ya da Kawa no Kami (Nehirlerin ruhu) gibi Kami’lere, avlanma ya da hasat öncesinde sunular sunularak izin istenir. Bu uygulamalar, insan-doğa-kutsallık üçgeninde kurulan simbiyotik ilişkiyi temsil eder​​.

Tapınaklar da bu doğa-kutsallık anlayışının bir yansımasıdır. Genellikle orman içinde ya da dağ eteklerine inşa edilen tapınaklar, doğa ile bütünleşmiş kutsal mekânlardır. Torii kapılarının ardında başlayan alanlar, dünyevi olanla kutsal olanın ayrıldığı sınırları temsil eder.

Modern Japonya’da dahi, Fuji Dağı gibi kutsal doğal varlıkların korunması, sadece çevresel değil, dini bir sorumluluk olarak görülmektedir. Bu da Şintoizm’in doğayla kurduğu kadim bağın, günümüzde de nasıl sürdüğünü gösterir​​.

Şintoizm’in Kurumsallaşmış Yapısı

Japonya’nın en eski mabedlerinden İzumo Tayşa – Hayden ve Honden

Günümüz Japonya’sında Şintoizm, hem şehirlerde hem de kırsal alanlarda aktif olarak varlığını sürdüren kurumsal bir yapıya sahiptir. Japonya genelinde yaklaşık 100.000 civarında Şinto tapınağı bulunmaktadır. Bu tapınaklar, sadece ibadet alanları değil, aynı zamanda dini, kültürel ve toplumsal faaliyetlerin merkezleridir​.

Tapınaklar büyük oranda Tokyo merkezli Jinja Honchō (Tapınaklar Ana Birliği) adlı merkezi kuruma bağlıdır. Bu kurum, ülke çapında tapınakların organizasyonunu sağlar, din adamlarının yetiştirilmesinden sorumludur ve Şintoizm’in geleneksel uygulamalarının korunması için çalışır​. Jinja Honchō, tapınakların %75’ini bünyesinde toplar. Geri kalan tapınaklar ise örneğin Kyoto’daki Fushimi Inari Taisha gibi belli başlı büyük tapınaklara bağlı olarak hizmet vermektedir.

Şintoizm’in Yayılma Süreci

Yerel ve Mitolojik Kökeni

Şintoizm’in yayılma süreci, Japonya’nın coğrafi ve kültürel yapısıyla doğrudan ilişkilidir. En eski dönemlerde Şintoizm, merkezi bir öğretiye veya kutsal kitaba sahip olmaktan ziyade, yerel toplulukların doğa ruhları (Kami) ile kurduğu ilişkiye dayalı bir halk dini olarak ortaya çıkmıştır​. Bu haliyle kutsal yer-sub iyelerine benzer bir gelişim süreci geçirmiştir. Ancak daha sonra, dağlar, nehirler, ormanlar gibi doğa unsurlarına kutsallık atfedilmesiyle şekillenen bu inanç sistemi, Kojiki (712) ve Nihon Shoki (720) gibi metinlerle sistematik hâle gelmiştir​.

Bu metinlerde yer alan mitolojik anlatılar, özellikle Güneş Tanrıçası Amaterasu’nun soyundan gelen imparatorluk ailesine tanrısal meşruiyet kazandırmıştır. Bu, Şintoizm’in yalnızca bireysel inanç değil, aynı zamanda devlet ideolojisinin bir parçası hâline gelmesini sağlamıştır​​.

Şintoizm ve Yer-Sub Kavramı: Paralellikler ve Farklılıklar

 Paralellikler

  • Doğa Ruhlarına ve Kutsal Varlıklara İman

Her iki inanç sisteminde de doğa ruhlarına derin bir saygı söz konusudur. Şintoizm’de bu ruhlar Kami olarak adlandırılırken, Türk Şamanizmin’de genellikle yer-sub iyeleri olarak karşımıza çıkar. Japon halkı için doğadaki her varlık bir Kami barındırabilir; dağ, nehir, ağaç ya da taş kutsal kabul edilir. Türk halkı içinde bu tamamen geçerlidir.

  • Ruhlarla İletişim Kurma ve Ritüeller

Her iki sistemde de ruhlarla iletişim kurma amacı taşıyan ritüeller bulunur. Şintoizm’de, rahipler aracılığıyla yapılan sunular, dualar ve arınma ritüelleri (örneğin Misogi) bu iletişimi kurar. İlgili çalışmalarda bu ritüellerin doğayla ruhsal bağ kurmaya yönelik olduğu açıkça vurgulanmıştır​. ( D.C Holtom, The National Faith of Japan: A Study in Modern Shinto)

Şamanizm’de ise bu görevi genellikle trans hâline geçerek ruh dünyasına yolculuk yapan kamlar üstlenir. Her iki gelenekte de bu iletişim, toplumun refahı, hastalıkların iyileştirilmesi veya felaketlerin önlenmesi gibi amaçlarla gerçekleştirilir.

  • Atalar Kültü

Şintoizm’de atalar birer Kami’ye dönüşür ve aile içi tapınma ile yaşatılır. Bu gelenek, Türk toplumunda da ata ruhlarıyla iletişim kurarak yön alma anlayışıyla benzerlik gösterir.

  • Topluluk Merkezli Uygulamalar

Her iki gelenekte de bireysel dindarlığın yanı sıra topluluğun ortak ritüelleri büyük yer tutar. Hasat şenlikleri, doğa ruhlarına sunular ve mevsimsel ritüeller bu bağlamda hem Şinto hem de şamanik pratiklerde önemli yer taşır​​.

 Farklılıklar

  • Kurumsallaşma ve Sistematik Yapı

En belirgin farklardan biri Şintoizm’in kurumsallaşmış bir din olmasıdır. Özellikle Jinja Honchō adlı merkezi organizasyon, rahip yetiştiren üniversiteler (Kokugakuin, Kogakkan) ve 100.000’in üzerindeki resmi tapınakla birlikte Şintoizm, günümüzde bile örgütlü bir dini sistemdir​. Buna karşılık Şamanizm, daha çok sözlü geleneklere dayalı, bireysel ve yerel uygulamalardan oluşur. Yazılı kutsal metinler veya merkezi bir teşkilat yapısı yoktur.

  • Rahiplik ve Ruhani Liderlik Anlayışı

Şintoizm’de rahipler (kannushi) belirli bir eğitim ve ritüel bilgisine sahiptir. Ritüellerde aracı rol üstlenirler, ancak doğrudan trans hâline geçerek ruhlarla konuşmazlar. Şamanizm’de ise şaman, ruhlar âlemine doğrudan yolculuk yapar, transa girer ve mesajlar alır. Yani Şintoizm’deki ruhani iletişim daha sembolik ve ritüel ağırlıklıyken, Şamanizm’deki doğrudan ve kişisel deneyim temellidir.

  • Tapınak Kültürü ve Doğa Mekanlarının Kutsallığı

Şinto tapınakları doğa içinde inşa edilmiştir ve Torii kapıları, kutsal alanla dünyasal alanı ayırır. Tapınakların çevresindeki ormanlar, nehirler ve dağlar da koruma altındadır ve bu alanlar genellikle Kami’nin ikametgâhı olarak kabul edilir​. Şamanizm’de ise sabit tapınaklar nadirdir; doğanın kendisi (bir ağaç, dağ veya mağara) ritüel alanı olabilir, bu yönüyle daha taşınabilir ve sezgiseldir.

Göç Yolları ve İnançların Yayılımı

Japonya’nın kültürel temellerinin oluşmasında Yayoi dönemi (M.Ö. 300-MS 300) kritik bir rol oynamıştır. Bu dönemde Çin ve Kore’den gelen göçmenlerin Japon adalarına taşıdığı inanç sistemleri, Şinto inancının şekillenmesinde etkili olmuştur​. Aynı dönemde, Orta Asya’dan Sibirya’ya ve oradan da Kore yarımadasına kadar uzanan geniş bozkır kuşağında Şamanist inanış biçimleri görülmektedir. Türklerin de içinde bulunduğu bu coğrafi kesitte, doğa ruhlarıyla iletişim kurma, arınma ritüelleri, atalara tapınma gibi uygulamaların birçok yönden Şintoist ritüellerle paralellik taşıdığı açıktır.

Bu benzerlikler, göç yolları boyunca kültürel aktarımın doğrudan sonucu olabilir. Özellikle Altay kültür çevresinde gelişen şamanik öğeler ile Japon adalarına ulaşan Şinto motifleri, ortak bir göç geçmişi ya da kültürel temaslarla açıklanabilir.

Benzer İnançların Ortak İnsanlık Mirası Olarak Değerlendirilmesi

Çalışmalarda vurgulanan bir diğer unsur, Şintoizm’in ilk etapta sistematik bir din olmaktan çok, halk inancı temelli bir yapı taşımasıdır​​. Bu özellik, Şamanizm’de de görülür. Her iki gelenekte yazılı kutsal kitaplara değil; doğa, sezgi ve ritüel deneyime dayalı bir aktarım biçimi mevcuttur. Bu benzerlikler, yalnızca coğrafi yakınlıkla değil, aynı zamanda insan doğasının, doğayla kurduğu kadim ilişkiyle de açıklanabilir.

Dolayısıyla, bu inanç sistemlerinin ortaya koyduğu doğa merkezli kozmoloji, sadece Japon ya da Türk halklarına özgü değil, ortak insanlık mirasının bir parçası olarak da değerlendirilebilir. Bu  inançlar “yaşayan” doğa ile insan arasında bir manevi bağ kurma arayışıdır.

Her iki inanç sistemi de insanın doğa ile olan derin ilişkisini, ruhlar aracılığıyla şekillenen bir anlayışa dönüştürmüştür. Dağlar, nehirler, rüzgâr ve ağaçlar gibi unsurların kutsallaştırılması, insanın doğaya olan hayranlığını ve bağımlılığını ifade eder. Bu bağlamda Şintoizm ve Türk Şamanizm’i, insan-doğa ilişkisini dini ve ritüel bir yapıya dönüştüren iki örnek olarak karşımıza çıkar​​.

Şintoizm’de doğal denge bozulduğunda Kami’nin öfkesinin felaket getirdiğine inanılırken, Şamanizm’de ruhların rahatsız edilmesi hastalık, kıtlık ya da uğursuzlukla ilişkilendirilir. Bu da doğayla uyumun sadece bireysel değil, toplumsal düzeyde de bir sorumluluk olduğunu gösterir. Her iki inanç sistemi, doğa ile uyumu ahlaki bir zorunluluk hâline getirir​​.

Günümüzde doğayla uyum içinde yaşamak, artık yalnızca ahlaki bir zorunluluk değil; insanlığın hayatta kalabilmesi için tek ve kaçınılmaz yoldur. Doğayı yalnızca bir kaynak değil, yaşamın kutsal ve vazgeçilmez bir parçası olarak gören kadim inançlardan ilham almalı; doğamıza karşı duyarlılığımızı yeniden inşa etmeliyiz. Eğer yok oluşun eşiğinden dönmek istiyorsak, doğaya bakış açımızı kökten değiştirmeli ve onu modern hayatın değil, yaşamın bizzat kendisinin temeli olarak görmeliyiz.

Kaynakça

Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm Materyaller ve Araştırmalar, Altınordu Yayınları, Ankara, 2020

 Akbay, O. H. (t.y.). Japonya’da Ahlak ve Değerler Eğitimi. Değerler ve Eğitimi – II, 644-646.

  Benazır, Ateş A, “Ekofeminizm Bağlamında Eski Türklerde Kadın ve Doğa İlişkisi” Akademik Açı, 2(2) (2022)

Breen, J., & Teeuwen, M. (2000). Shinto in History: Ways of the Kami. Routledge.

Fuzuli Bayat, Türk Şaman Mitolojisinin Teonimleri, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2022

 Gül, A. (2020). Japon Mitolojisi ve Japon İmparatorluk Kültüne Etkisi. (Yüksek Lisans Tezi, Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, Türkiye).

 Holtom, D. C. (1938). The National Faith of Japan: A Study in Modern Shinto. Kegan Paul, Trench, Trubner & Co.

  Karataş, H. (2019). Şintoizm’de Arınma Ayinleri. Jass Studies – The Journal of Academic Social Science Studies, (78), 1-12. https://doi.org/10.9761/JASSS40299

Karataş, H. (2020). Japon Halk Dini Geleneğinde Kami Kültü. Jass Studies – The Journal of Academic Social Science Studies, 13(79), 307-319. https://doi.org/10.29228/JASSS.41471

 Kaya, M. (2020). Japon Dini ve Milli Uyanışında Motoori Norinaga’nın Etkisi. Anadolu Akademi Sosyal Bilimler Dergisi, 4(13), 149-165. https://doi.org/10.33404/anasay.714449

 Küçükyalçın, E. (2019). Kılıcın Efendileri 1: Samuray. İstanbul: Timaş Yayınları.

Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 2020

Çağla Büşra Karakuş
Çağla Büşra Karakuş
2001 yılında İstanbul’da doğdu. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Tarih bölümünde öğrenimine devam ediyor. Tarih dışında, kültürel gezilere çıkmak, eski uygarlıklarla ilgili araştırmalar yapmak ve mitolojiye duyduğu ilgiyi derinleştirmek en büyük ilgileri arasında. Tarihi, yalnızca bir geçmiş incelemesi değil, aynı zamanda insanlığın ortak hikayesini anlamlandırma yolculuğu olarak kabul ediyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz