”İnsan doğası gereği zora düşmedikçe yeteneklerini sonuna kadar kullanmaz.”
Sun Tzu’nun Savaş Sanatı adlı eserinde geçen bu cümle, derinlemesine düşünüldüğünde, insanoğlunun yaşamını sürdürebilmek için neredeyse sınırsız bir potansiyele sahip olduğunu gösterir. Bu söz, tarihin akışı içinde pek çok medeniyetin, imparatorluğun ve devletin hayatta kalma mücadelesine ışık tutar.
İnsan, doğası gereği zorluklardan kaçınmaya eğilimlidir. Temel ihtiyaçlarını karşılamak dışında, yeteneklerini zorlamak ve sınırlarını keşfetmek istemez. Ancak tehditler ve zorluklar karşısında insan aklı, en yaratıcı çözümleri üretebilmiş ve hayatta kalma içgüdüsü, medeniyetlerin ilerlemesini sağlamıştır. Bu durumun tarihte en somut ve en gerçekçi halini sayısız örnekle destekleyebiliriz. Fakat bir hayatta kalma savaşının en sanatsal yorumunun nasıl olabileceğini göstermek için çok uzaklara gidilmemesi gerektiği de hatırlanmalıdır.
1963 yılında Anadolu toprakları üzerinde keşfedilen, konumu itibariyle Nevşehir- Niğde kara yolu üzerinde, Nevşehir’in Derinkuyu ilçesine bağlı antik adı ”Melogobia” olan yeraltı şehrinin bilimsel, sanatsal, tarihsel ve felsefi yönünü tüm çekiciliğiyle incelemek gerekmektedir. (Demet Okuyucu, 2007) Çünkü eşi benzeri bulunmayan bu mimarlık ve mühendislik örneğinin yüzyıllar boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yaptığını ve bu medeniyetleri çeşitli tehditlerden koruduğu bilinmektedir.
Yer Altı Yer Üstünden Daha mı Güvenilir?
Modern çağın insanları olarak bu soruya verilecek cevap oldukça açıktır. Bugün insanoğlu, gözünü göklere diktiğini kanıtlayan devasa yapıları durmaksızın inşa etmekte ve “medeniyet” kavramını bu gökdelenlerin zirvesinde yüceltmektedir.
Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki Burc Halife, Çin’deki Şanghay Kulesi, ABD’deki Özgürlük Kulesi gibi yapılar, insanlığın “medenileşme” hevesinin en somut örnekleri olarak yükselirken; aynı zamanda yükseklere olan bu sınırsız merak, yaşamın uzayda başka bir gezegende mümkün olup olmadığını araştırma arzusuyla birleşmiştir. Bu çaba, dünyanın sonunun bir gün mutlaka geleceği inancı ve insan türünün bu sona hazırlık yapma zorunluluğu ile açıklanabilir.
İşte bu noktada, 21. yüzyıl zihniyeti ile Derinkuyu Yeraltı Şehri’ni inşa eden medeniyetlerin ortak paydası ortaya çıkar: İnsanlık, doğanın getirdiği felaketlere, ölümcül salgınlara, hatta büyük bir göktaşının dünyaya çarparak yaşamı sona erdirebileceği gerçeğine karşı sığınma ve hayatta kalma içgüdüsüyle hareket etmektedir. Yerin altına kazılan şehirler veya göğe yükselen yapılar; insanın, varlığını sürdürmek adına gösterdiği sanatsal, mühendislik harikası çözümlerin yansımasıdır.
Protohitit, Hitit, Roma, Bizans ve hatta Osmanlı dönemlerinde de kullanıldığı düşünülen Derinkuyu Yeraltı Şehri, son şeklini Bizans döneminde almıştır. Bu yeraltı şehri hakkında bahsedilebilecek en eski yazılı kaynak, Xenophon’un Anabasis adlı eseridir. Xenophon, bu eserinde yeraltı yerleşimlerinin özelliklerine dair önemli bilgiler vermektedir.
Xenophon eserinde, Anadolu ve Kafkaslarda yaşayan insanların, yerin altını oyarak oluşturdukları evlerden ve bu evlerin birbirine dehlizlerle bağlı olduklarından bahsetmektedir. M.Ö.4. yüzyılda yaşadığı bilinen Xenophon ve onun yeraltı yerleşimlerinin tarihlemesini yapılabildiği eseri sayesinde bugün yeraltı yerleşimlerinin kökeninin Prehistorik Döneme yani basit altlerle, yumuşak tüflü, oyması zor olmayan taşların şekillendirildiği döneme, kadar gittiği bilinmektedir. (Destinasyon Kapadokya) Kapadokya Yeraltı Şehri’de başta olmak üzere diğer yeraltı yerleşimlerinin yapıldığı kayaların jeolojik özelliği gereği, kolayca yontulan kayanın yüzeyi hava ile temas ettikten yaklaşık 48 saat sonra oksidasyonun etkisiyle sertleşerek zamanla 6 cm’e varan sert, kabuksu bir koruyucu tabaka oluşturmaktadır. Böylelikle kolayca oyulan kaya kullanmaya elverişli hale gelmektedir. (Ebrahimi Mollabashi, 2018: 31).
Bugün itibariyle Derinkuyu’nun gezilebilen 2500 m² alanı olmakla birlikte toplamda 4 km²’lik bir alanı kapladığı bilinmektedir. Bugün itibariyle yeraltı şehrinin halka açık 8, kapalı 4 katı mevcuttur. Nevşehir’in Kapadokya bölgesinde tespit edilen 175 yeraltı şehrinin adeta bir kültür gibi yayıldığını fakat bunlardan en büyük ve en önemlisinin Derinkuyu Yeraltı Şehri olduğunu belirtmekte fayda var. Hâlen büyük bir kısmının aydınlatılmadığı Derinkuyu’nun 40,00 m. – 85,00 m. arasında değişen derinliğe sahip olduğu yapılan araştırmalar neticesinde kesinleşmiştir. (Demet Okuyucu, 2007)
İçerisinde yaklaşık 20.000 kişiyi uygun koşullarda barındırabilen Derinkuyu Yeraltı Şehri, Kapadokya’nın oyulmaya ve işlemeye müsait kaya ve arazi yapısının hem yerin altında hem de yerin üstünde gizli ve özel bir yaşam alanı oluşturmak için oldukça uygun olduğu ve dönemin insanları tarafından bu avantajdan yararlanıldığı tespit edilmiş, işlemeye müsait bu kaya yapısı sayesinde iç kısımlar zamanla ihtiyaçlara göre genişletilebilmiştir.
Bu detaylar, dönemin insanlarının ileri düzey mühendislik bilgisi ve yaşamsal ihtiyaçlara uygun çözümler üretebilme kapasitelerini anlamak açısından oldukça önemlidir. Toprak ve kaya yapısını iyi tanıyan bu insanlar, doğal afetler, salgın hastalıklar veya savaş gibi tehditler karşısında güvenli alanlar oluşturabilmek için bu bilgiyi ustalıkla teknik çalışmalara dönüştürmüşlerdir. Şehirde bulunan kontrollü giriş-çıkış sistemleri, tehdit anında kullanılmak üzere tasarlanmış sürgü taşları ve detaylı planlama, bu yapıların sadece dönemlerinin ihtiyaçlarına değil, kendilerinden sonraki medeniyetlerin evrensel ihtiyaçlarına da cevap verebilecek şekilde inşa edildiğini gösterir. Derinkuyu Yeraltı Şehri, o dönemin toplumsal organizasyonu ve mühendislik bilgisinin bir ürünü olarak, insanlığın hayatta kalma güdüsünü sistematik ve ileri bir planlama ile birleştirdiğinin somut kanıtıdır.
Bu ihtiyaçlar, ahır, dini sebeplerle kurulan şaraphaneler, misyoner okulları, vaftizhaneler, mutfak ve havalandırmalar, erzak depoları, oturma ve yatma odaları, tüneller, toplantı odaları, mezar odaları, kiliseler ve su kuyuları gibi alanlar ile toplumun yaşaması ve sosyalleşmesi için gerekli olan tüm şartları karşılamaktadır.
Kümülatif bir ilerlemenin kaydedildiği bu yapıda gelen her medeniyetin kendi kültürlerine göre yapıyı tekrardan şekillendirdiği, eksik gördüğü noktaların giderildiğini görmekteyiz, buna örnek olarak ise Bizans döneminde Hıristiyanlığı yaymak için içerisinde toplantıların ve ibadetlerin yapıldığı kiliseleri gösterebiliriz.
Yapımı ilk çağlara kadar uzanan yeraltı yerleşimlerinin en teşekküllü, en büyük ve en emniyetli yerleşim yerleri olduğu, bunun yanında bölge insanının deprem ve yangın gibi felaketler karşısında dayanıklı evler veya barınaklar geliştiremediği dönemlerde mevcut arazi üzerinde kayaların oyulması ile elde edilen barınma yerleri dönemin insanı için akla gelen en uygun seçenek olduğu da su götürmez bir gerçektir. Helenistik döneme kadar patladığı bilinen ve bugün Peri Bacaları olarak adlandırılan doğaüstü güzellikteki yapıların oluşumunda büyük payı olan Erciyes Dağı’nın lavlarının bölge halkını zora soktuğu ve yeraltı yerleşimlerini bir zorunluluk olarak ortaya çıkması bilim insanlarının üzerinde durduğu konulardan biridir.
Hititlerin, zirvesindeki erimeyen kardan ötürü ”Beyaz Dağ” olarak tanımladıkları Erciyes Dağı’nın patlama esnasında yaşattığı sarsıntı ve diğer yıkıcı etkilerin bir sonucu olarak oluşturulduğu düşünülen Derinkuyu Yeraltı Şehri başta olmak üzere çevrede mevcut halde bulunan 175 yeraltı yerleşiminin daha aynı sebepten dolayı yani büyük bir ”korku kültürü” ‘nün getirisi olarak yapıldığına dair bilimsel yaklaşımlar mevcuttur.
Hayatta Kalma Sanatı
Tarihsel süreç içerisinde, özellikle dünya harikaları gibi anıtsal yapıların kimler tarafından ve nasıl yapıldığına dair bilimsel belirsizlikler, sık sık bu yapıların ‘uzaylılar’ tarafından inşa edildiği gibi spekülasyonlara neden olmuştur. Bu tür varsayımlar, insan aklının sınırlarını ve yeteneklerini sorgulamaya, hatta küçümsemeye yol açan yaygın bir kabul haline gelmiştir. Oysa doğaya, bilime ve mantığa dayalı bir bakış açısıyla değerlendirdiğimizde, Mısır’daki Giza Piramitleri, Meksika’daki Teotihuacan Piramitleri, Peru’daki Nazca Çizgileri ve ülkemizdeki Göbeklitepe gibi eserler, anlaşılması güç ama yapımı imkânsız olmayan yapılar olarak karşımıza çıkar.
Bu yapılar, yaklaşık 200.000-300.000 yıldır medeniyetler kuran, bilgi üreten, kültürleri koruyan, bilimde ilerleyen, uzaya çıkan ve tüm afetlere, savaşlara ve zorluklara rağmen türünü 21. yüzyıla taşıyabilen ‘Homo Sapiens Sapiens’ yani modern insanın üstün düşünce gücü ve yaratıcılığının birer kanıtıdır. İnsanlık tarihi, bu tür eserlerin yalnızca teknik bilgiyle değil, azim, tecrübe ve olağanüstü bir planlama yeteneğiyle inşa edildiğini anlamayı gerektirir.
Derinkuyu Yeraltı Şehrinin bugüne kadar elde edilen bilgiler ışığında hiyerarşik bir düzene sahip olduğunu, içerisinde iş bölümlerinin yapıldığı, ortak akıl çerçevesinde hareket eden bir toplum tarafından ilk temellerinin atıldığı ve devamında gelen diğer toplumların bu yeraltı şehrini geliştirip, büyüttüğü ispatlanmış ilk arkeolojik bulgular arasındadır. Derin Kuyu Yeraltı Şehrinin kendi içerisindeki hiyerarşik yapısı, mimarisi ve tekniğiyle, ilham kaynağının doğa olduğu apaçık ortada demek yanlış olmayacaktır.
Karınca Yuvaları…
Bugün yapılan araştırmalar neticesinde aynı türden karıncaların bir topluluk oluşturarak koloniler halinde yaşadıkları, bu kolonilerde farklı görevlere sahip karıncaların bulunduğu ve bu karıncaların birbiriyle iletişim halinde olduğu bilinmektedir. Yer altı şehirlerinin yapılma süreçlerinde doğadan esinlenilmiştir. Karıncaların yuva sistemlerinde ihtiyaç gidermek için yapılan teknik, mimari, mühendislik gibi faktörler ve bunun yanında karınca yuvalarındaki gibi su basmaması için inşa edilen giriş koridorların u seklinde tasarlanması, havalandırma kanallarının kuzeye açılması, sirkülasyon geçişleri, çıkış açıları, plan tipolojileri, erzak depoları, avlulu gibi mekanlarda dahil olmak üzere pek çok ayrıntıda benzer özellikler görülmektedir. (Yaşar Hız, 2022) İnşası sırasında sadece kol gücüyle yarım milyon tondan fazla hafriyat çıkarıldığı hesaplanan Derinkuyu Yeraltı Şehrinin inşasını üstelenenlerin, karıncalarda bulunan hiyerarşik bir görev dağılımı sistemiyle çalıştıkları, örneğin içlerinde bir ustabaşının bulunduğu, çalışan işçilerden kimilerinin toprağı çıkarmakla, kimilerinin de çıkarılan toprağı dışarıya taşımakla görevlendirildiği bir çalışma sistemi hakimdir.
Başta mağaraları oymak ve oyulan bu mağaraları bir sığınak olarak kullanma kültürü zamanla dönüşüp, yer altı mekanlarında yaşamaya başlandığı görülmektedir. Genel olarak kullanım amaçları sığınma, barınma, kötü iklim koşullarından korunma, olası düşman saldırılarına karşı bir savunma ve hatta doğa afetlerin yaratacağı yıkıcı etkilerden kaçınma gibi sebepler diyebiliriz. Sonuç olarak, Derinkuyu Yeraltı Şehri, insanlığın hayatta kalma içgüdüsünün ve yaratıcı mühendislik çözümlerinin güçlü bir örneğidir. Geçmiş medeniyetler, doğanın tehditlerine karşı akıl ve beceriyle güvenli yaşam alanları inşa ederek hayatta kalmayı başarmışlardır. Bu tür yapılar, insanın zorluklarla başa çıkma yeteneğinin ve kültürel mirasını koruma azminin simgesidir.
Kaynakça
- Okuyucu, Demet. ”Derinkuyu Yeraltı Şehri’‘ (Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 2007) Erişim: 14.10.2024
- Demir, Ömer. Kapadokya Medeniyetlerin Beşiği Erişim: 30.10.2024
- Tuncel, Metin. ‘‘Oluşum Çağları’’ Kapadokya, İstanbul, 1998, s.16–43. Erişim:05.11.2024
- Dolap, Doğan. ”Derinkuyu (Nevşehir) Yerleşimindeki Sığ Yeraltı Kaya Oyma Yapılarının Duyarlılığının İncelenmesi” (Yüksek Lisans Tezi, Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi, 2019) Erişim: 06.11.2024
- Ay, D. Y. ve Erten Bilgiç, D. Bölüm:7 Oyma Strüktürlü Yapılar: Kapadokya Bölgesi̇ Nevşehi̇r Örneği̇ . D. D. M. -. D. Dal Sandal Erzurumlu (Ed.), Mimarlık, Planlama ve Tasarımda Güncel Araştırmalar içinde (Gece Ki̇taplığı 2022) s. 133-150. Erişim:25.11.2024
- Erçetin Arzu. ”Konut Kavramına Farklı Bir Bakış; Yeraltı Şehirleri ve Karınca Kolonileri” Journal of Current Research on Engineering,
- Science and Technology 1, 6 (14 Haziran 2020): syf 64 Erişim 25.11.2024
- Üstüner Merve, ”Miras Yönetim Planı Değer Odalı Alan Tanımına İlişkin İnceleme: Derinkuyu Yeraltı Kenti” Akdeniz Universty Journal Of The Faculty Of Architecture, 3, 1 (24 Haziran 2024):syf 68-90. Erişim: 30.11.2024