Hiç İtalya’ya gittiniz mi? Gittiyseniz Romalıların meşhur “Chi va a Roma e nun vede la Ritonna asino va e asino ritorna.” ”Roma’ya seyahat eden ve Pantheon’u ziyaret etmeyen budala olarak gelir ve budala olarak gider!” sözünü muhakkak duymuşsunuzdur.
Dünyanın bilinen en eski ya da en görkemli yapıları denilince aklımıza sağlamlığıyla ve gizemleriyle yakından tanıdığımız Giza Piramitleri’nin, kendisinden geriye birkaç mermer parçasından başka hiçbir şey kalmamasına rağmen konumuyla hâlâ binlerce kişinin uğrak noktalarından biri olan Artemis Tapınağının, hikâyesiyle hem dinleyenleri hem de görenleri büyüleyen Tac Mahâl’in, Fransa’ya gidenin mutlaka uğradığı ve gözlerini üzerinden alamadığı Notre Dame Katedralinin gelmesi elbette normaldir.
Peki Roma? Roma denilince aklımıza Kolezyum ya da Trevi Çeşmesi’nin ne kadar hayranlık uyandırıcı oldukları gelir. Es geçilmesi mümkün olmayan tarihi yapılardır bunlar. Ya Pantheon?.. Pantehon’un her zaman es geçebilme ihtimali vardır.. Bizce geçilmemeli!
Roma, bugün kendi toprakları üzerinde dünyanın en iyi korunmuş tapınaklarından biri olan antik bir yapıyı, Pantheon’u barındırıyor. Keşfedilmeyi bekleyen bir mihenk taşı edasıyla kapılarını her sene ziyaretçilerine aralayan Pantheon, Antik tarihin derinliklerinden günümüze uzanan, mimari mükemmelliği ve kültürel önemiyle dikkat çeken eşsiz bir yapıdan çok daha fazlası. Zira bu görkemli yapının sadece dini, mimari ya da sanatsal yanlarının dışında henüz keşfedilmemiş bir yanı daha olduğu gerçeği yadsınamaz… Es geçmeyenin gördüğü, dokunabildiği, yaşayabildiği büyük bir ayrıcalık bu.
”Roma’ya seyahat eden ve Pantheon’u ziyaret etmeyen, budala olarak gelir ve budala olarak gider.’’ Bu söze birçok yerde rastlayabilirsiniz ama asıl kaynağının neresi olduğuna dair net bilgiye erişmek ne yazık ki pek mümkün değildir. Ama üzerinde düşünüldüğünde bu sözün çok da yerinde söylenmiş bir söz olduğu aşikar. Çünkü aslında fark etmeseniz de ucu Pantheon’a değen bir söz, bir mimari yapı, bir kitap ya da bir filme denk gelmiş olabilir ve Pantheon’un gerçek hikâyesini bilmediğiniz için müthiş detayları kaçırmış olabilirsiniz.
Pantheon’a, kalemini gizem-macera ve tarihle harmanlayan Amerika’lı yazar Dan Brown’un eserlerinde ve eserlerinin uyarlandığı filmlerde rastlayabilirsiniz. Dünyanın en ilginç tapınaklarını ya da dünyanın en sağlam kubbeli yapılarını merak ederseniz ve bu konuda bir araştırma yapmak isterseniz yolunuz yine Pantheon’la kesişebilir. Felsefeye ilgiliyseniz ve felsefenin, Antik tarihe sadece kelimelerle anlam katmadığını, mimari ve sanat alanında da kendini kusursuz detaylarına arasına gizlediğini görmek isterseniz o zaman aradığınız şeyin tam olarak Pantheon’un kendisi olduğunu söyleyebiliriz.
”Tüm Tanrılar İçin Tapınak”
2000 yıl aralıksız olarak tapınak görevi gören bu muazzam yapının bir hikâyesi var, felsefeyle bütünleşmiş bir hikâye bu. Bu hikâyenin sayfalarını aralayanların karşılaşacağı ilk ve en önemli detay isminin kökeni ve anlamıdır. ”PAN’‘ ve ”THEON” kelimeleri Latince kökenli kelimelerdir. Bu kelimeler Türkçeye uyarlandığında Pan kelimesinin ”bütün, tüm’’ Theon kelimesinin ise ”Tanrı” tanımlarına denk geldiğini, bu tanımlamaları yapının kendisiyle bütünleştirdiğimizde ise yapının amacına hizmet eden güzel bir birleşimin ortaya çıktığını görebiliriz:
”Tüm Tanrıların İçin Tapınak.”
Antik Roma ve Yunan dönemlerinde yapılan tapınaklar genelde tek tanrı din anlayışları için yapılırdı. Fakat Pantheon’da bu kalıbın dışına çıkıldığını görüyoruz. Diğer tapınaklardan farklı olarak ‘tüm tanrılar’ için yapılan ve hikâyesine evrensel boyutta bir anlam kazandıran ilk ve hatta tek tapınak olabilir. 2000 yıldır kendi çizgisinden bir an olsun çıkmayan Pantheon, kim ve ne olduğunuz fark etmeksizin, hangi dine mensup olursanız olun siz ve inancınız arasındaki ruhani köprü olma görevini karşılayacaktır.
İsmi ve isminin anlamıyla bile bizleri büyüleyen Pantheon’un mimari yapısı da en az ismi kadar merak uyandırıcı ve etkileyici. Çünkü Pantheon olağanüstü bir mimarlık ve mühendislik izlerini taşıyor üstünde. Bütünüyle kusursuz görünen bu ihtişamlı yapı kendi dönemi için büyük bir mühendislik başarısı olarak görülse de elbette teknik bakımdan eksikliklerinin olduğunu belirtmekte fayda var. Fakat mimari açıdan sağladığı kaynaklık ülkemizde bulunan Ayasofya’nın inşasına kadar dayanmaktadır.
Peki Pantheon’u böyle eşsiz kılan neydi?
Başta Yunan mimarisinin izlerini taşıyan ve süreç içerisinde geçirdiği restorasyon çalışmalarıyla -ki bu restorasyon çalışmaları Pantheon’un günümüze kadar sağlam bir şekilde ulaşmasını sağlayan iyileştirici çalışmalardır- Roma mimarisine evrilen ve 1.400’lerde Floransa Katedrali’nin inşasına kadar rakipsiz olan Pantheon 43,4 m. çapında ve 21,75 m. yüksekliğindeki devasa görünümüyle, desteksiz betonla yapılmış en büyük kubbe özelliği taşımaktadır. Pantheon’un kapısından içeri girdiğinizde ve bu eşsiz yapının tam ortasına gelip başınızı kubbeye doğru kaldırdığınızda sizi 8,8 m. çapında oval bir pencere karşılamaktadır.
Oculus… İsterseniz ilahi bir göz, isterseniz Şeytanın gözü olarak tanımlayın, görenin bakış açısına göre değişen, tepenizde duran ve içeride olduğunuz her an boyunca size bakan bu göz, Pantheon’un kapıları kapandığında yapı için tek ışık kaynağı olmaktadır. Üstelik hava şartları ne olursa olsun bu delik kapanmamakta ve yağmur yağdığında bile içeriye akan su, yapının zemininde bulunan gider deliklerinden dışarı aktarılmaktadır. Yıl boyunca güneş ışınlarını farklı açılardan içeriye yansıtan bu delik 21 Nisan’da tapınağın kapısını büyük bir güneş huzmesiyle aydınlatır. Roma İmparatorluğunun kuruluş günü olan 21 Nisan’da… Her sene gerçekleşen bu döngü, Romalıların İmparatorluklarının tanrı katına yükseldiğine dair derin bir inanç beslemesine neden olmuştur.
Pantheon, Marcus Agrippa’ya ithafen yapılmış bir tapınaktır. Bu bilgiyi henüz tapınağın içine girmeden yapının alınlığında Latince yazıtta yazan şu cümleler sayesinde anlamaktayız: (Worl History Encyclopedia)
‘’M. AGRIPPA L.F. COS TERTIUM FECIT’’
”Bu tapınağı Lucius’un oğlu Magrus Agrippa, üçüncü konsüllüğünde yapmıştır.”
609 yılında kiliseye çevrilen Pantheon, M.Ö.27 yılında inşa edilmiş, bugünkü halini ise M.S. 126 yılında almıştır. 2000 yıllık köklü bir tarihi olan Pantheon’u bu kadar eşsiz kılan yanı elbette hiçbir destek kullanılmadan yapılan kubbesidir. Geniş çaplı betondan kubbesiyle antik dünyadan bu yana bu tür çatı tiplerinin hayatta kalan en büyük örneklerinden biridir. (World History Encyclopedia) Dünya üzerinde en sağlam yapıların genelde piramit ve kare gibi şekillerle yapıldığı görüşünü yıkan devrim niteliğinde bir öneme de sahiptir. Çünkü küre şekliyle devasa bir yapı yapmak henüz kendi dönemi için denenmemiş bir şeydi, bu yüzden Ayasofya gibi müthiş bir mimarlık örneğinin ilham kaynağı olmayı da hakkıyla yerine getirdiğini söyleyebiliriz.
”Beni Pantheon’a Gömün!”
Pantheon’un büyüleyici yanını, değerini ve her açıdan sunduğu hazzın farkında olan sadece modern dönem zihniyetine, bizlere has olan bir şey değildi. Kapısından içeri girdiğimiz andan itibaren tepemizde bize bakan oculusun yaşattığı büyülenmeyi asırlar önce yaşayan birileri, kendisine hayranlık duyan ve verdiği vasiyette öldükten sonra Pantheon’a gömülmek isteyen biri vardı… Bu ismi hepimiz çok yakından tanıyoruz aslında. Pantheon’daki o büyük kubbenin tam ortasında bulunan pencereyi bir pencere olarak görmeyen, tersine orayı bir oculus (göz) olarak gören bir isimdi. O gözün anlamını, derinliğini ve belki de felsefesini yakından bildiği için bugün Pantheon’a gidenler orada bulunan birkaç mezar içerisinde o ismin de lahdine muhakkak denk gelecektir.
Çizdiği bir tabloyla bugün hâlâ felsefe dünyasına farklı bir soluk katmaya devam eden bu isim, kendi döneminde ve kendisinden sonra da yapılmaya cüret edilmeyen çok ünlü bir tablonun sahibidir. Sadece tablo olarak betimlemek de yetersiz bir tanımlama olacak aslında çünkü bir tablodan da öte bir hayalin izlerini görüyoruz bu eserde. Antik ve Rönesans dönemini kapsayan geniş bir zaman yelpazesinde evreni anlamak, tanımlamak isteyen ve kendini ölüm pahasına da olsa bilime, felsefeye adayan onlarca ismi bir arada görmek isteyen bir hayalin tablosu. Sanatçıların, matematikçilerin, fizikçilerin ve filozofların aynı tabloda aynı anda soluklandığı bu tablo Atina Okulu tablosudur.
”Beni Pantheon’a gömün!”
Raffaello Sanzio da Urbino.
İtalyan ressam ve bir mimar olan Raffael’in, Rönesans döneminin üç büyük sanatçılarından (Leonardo Da Vinci, Michelangelo) biri olarak tanınması elbette tesadüfi değildir. Raffael sadece anı yaşayan değil bir yaşanmışlığı bir hikâyesi olan eserler yapmasıyla da ünlenen Rönesans döneminin en önemli sanatçılarındandır biridir. Ve bugünkü kabri kendi isteği üzerine gömüldüğü Pantheon’da bulunmaktadır.
Sokrates, Platon ve Aristoteles başta olmak üzere bilim ve felsefe dünyasına yön veren onlarca ismi İskendriyeli Hypatia’yı, Pisagor’u, Öklid’i, Heraklitos’u, Batlamyus’u, İbn-i Rüşd’ü tarihin belirli aralıklarına, belirli zaman dilimlerine gidip geldiğimiz bu tablonun her köşesinde onlarca ismi ve bu isimlerin arasına kendisini konumlandıran ve üstatlarını meraklı bakışlarla süzen Raffel’i görebiliriz.
Bir tablo düşünün ki Sokrates başına geleceği tüm haksızlıkla rağmen hâlâ öğrencileriyle sohbet edebilsin, Platon gerçeğin idealarda bulunduğunu, Aristoteles öğretmenine karşı çıkarak gerçeğin fiziki dünyada olduğu konusunda inat etsin ve bu tablo 1511 yılından bu yana hikâyesini devam ettirsin…
Vatikan’da bulunan Sistin Şapeli’ne girdiğinizde ve başınızı yukarı kaldırıp onlarca çizim arasından Michelangelo’nun büyüleyici eserlerinden biri olan Adem’in Yaratılışı tablosuna denk geldiğinizde yaşayacağınız büyülenmeyle içerideki odaları gezmeyi unutabilirsiniz. Bizce unutmamalısınız! Çünkü odalardan birinde, bir duvarı boylu boyunca kaplayan Atina Okulu tablosu size bir hayalin hikâyesini anlatmak için orada bekliyor olacak. Rönesans ruhunu derinden yansıtan, 1511 yılından bu yana bitmeyen bir hikâye.
Böylesine ölümsüz bir tabloyu yaratan büyük ressam Raffael’in, Pantheon’a gömülmek isteme nedeni bugün hâlâ bilinmemekte. Tarihçiler Raffael’in sahip olduğu ünü öldükten sonrada korumak için Pantheon gibi görkemli bir yapıyı seçmiş olabileceğine dair savlar ileri sürse de bu vasiyetin ardından yatan nedenleri basite indirgememek gerekir. Kim bilir, belki de bugün bizim Pantheon’da göremediğimiz küçük bir detayı kendisi asırlar önce fark etmişti.
Tüm Tanrılar için yapılan bu tapınak bir sır küpü olmaktan oldukça uzak. Şeffaf ve keşfedilmek için kapılarını her sene binlerce ziyaretçiye aralıyor. Dini özellikleriyle, büyüleyici mimarisiyle ve elbette henüz tam olarak anlaşılmayan felsefesiyle.
KAYNAKÇA
- Engineering And Technology. ”Pantheon:Hala Dünyanın En Büyük Takviyesiz Beton Kubbesi” Erişim 1 Mayıs 2024. https://eandt.theiet.org/2022/03/15/pantheon-still-worlds-largest-unreinforced-concrete-dome
- World History Encyclopedia. ‘‘Panteon” Erişim 15 Mayıs 2024 https://www.worldhistory.org/trans/tr/1-11201/panteon/
- Hetland M. Lise. ”Pantheon’la Çıkmak.” Roma Arkeoloji Dergisi 20, (2015) Erişim: 23 Mayıs 2024 https://www.cambridge.org/core/journals/journal-of-roman-archaeology/article/abs/dating-the-pantheon/62E2643D9F4B2A242E0BA70155E29E6D
- Knell, Heiner, Pantheon’dan Parthenon’a: Antik Mimarinin Yapısı
- Darmstadt: Verlag Philipp Von Zabern, (2013) Erişim 24 Mayıs 2024
- Jodoinstitute.com ‘‘Panteon” Erişim 24 Mayıs 2024 https://tr.jodoinstitute.com/1560-pantheon