Sosyal İzolasyon ve Sinema “Three Colors: Blue”

-

EDİTÖR:
Hasan Özdağ

-

Three Colors’a Bakış

1970’li, 80’li ve 90’lı dönemlerin sosyal dünyasını araştıran belgesel, uzun metraj film ve televizyon filmleriyle öne çıkan Polonyalı yönetmen Krzysztof Kieslowski’nin Three Colors üçlemesi, Fransız bayrağının üç renginin renklerini temsil etmektedir. Söz konusu renklerin sembolize edilmesinin nedeni, üçlemenin 1993 ve 1994 yıllarında Fransa’da çekilmiş olması ve filmin finansmanını Fransa’nın karşılamasıdır. (Britannica, 2023)

Krzysztof Kieslowski

P. McGavin ve Z. Banas (2016) tarafından Kieslowski’yle yapılmış olan röportajda, filmlerinin Polonya yaşamının sosyal ve kültürel ritimlerini ele alıyor olmasının onun için neyi ifade ettiği sorulmuştur. Bu soruyu yönetmen şöyle yanıtlamıştır: “Bu zor bir soru. Polonya’nın yaşam şartları oldukça zorlayıcı olabiliyor. Gerçek sorunlarla karşı karşıyayız, hayali sorunları aramıyoruz. Polonya, acı çeken insanların yaşadığı bir ülke. Ancak bu zorluklar bize ilham veriyor. Günlük yaşamın sertliği herkesi gergin kılıyor. Adeta her gün binlerce basamaktan düşmüş gibi hissediyoruz ve her şey bize acı veriyor. Her gün itibarsızlaşma ve saygısızlıkla yüzleşmek zorunda yüzleşmek zorunda kalıyoruz. Sürekli kötü yönetildiğimizi ve istediğimiz gibi bir ülkede yaşamadığımızı hissediyoruz. Bu nedenle her türlü acıya duyarlı hale geliyoruz. Adeta dış derimiz soyuluyormuş gibi. Her türlü dokunuş acı veriyor, sevgi dolu olsa bile.”

Blue (1993; Mavi), White (1994; Beyaz) ve Red (1994; Kırmızı); sırasıyla özgürlük, eşitlik ve kardeşlik temaları işlenmiştir. Filmler birkaç ay arayla gösterime girmiştir. Üçlemenin her biri birer baş yapıt olarak kabul edilse de birbirinden bağımsız nitelendirilecek bir tasarıma sahip değildir. Kieslowski, Red filmiyle en iyi yönetmen dalında Akademi Ödülü‘ne adaylık kazanmıştır. (Britannica, 2023)

Juliette Binoche and Krzysztof Kieslowski

Three Colors: Blue (1993)

Three Colors: Blue (Üç Renk: Mavi) filmi; Julie’nin ünlü bir besteci olan eşini (Patrice) ve kızını (Anna) bir trafik kazasında kaybettikten sonra yaşama tutunma öyküsüdür. Kieslowski filmde ne anlatmaya çalıştığını şöyle belirtmiştir: “Sevdiklerini kaybetmiş bir kadının perspektifinden dünyanın neye benzediğini anlatmak istedik. Kadın için önemli olan nedir? Dünyaya nasıl tepki göstermektedir? Nelere bakmaktadır?” (Toker, 2020).

Three Colors: Blue‘daki Julie karakterinin yanı sıra Kieslowski‘nin diğer film karakterleri incelendiğinde, kadın profili üzerinden yaratmak istediği özgürlük imgesi farklı biçimlerde çözümlenir. Kieslowski bunun önemini P. McGavin ve Z. Banas (2016) ile yaptığı röportajda şöyle aktarmıştır: “Oyunculara özgürlük hissi vermek ve filmde rollerinden fazlasına katkıda bulunduklarını hissettirmek için çaba gösteriyorum. Onlar hayat deneyimlerini kullanırken, ben de onlardan öğreniyorum. Onları tüm erdemleri ve kusurlarıyla kabul ediyorum, hatta tüm coşku ve heyecanlarıyla birlikte. Günler ve haftalar boyunca bir araya geliriz ve sadece sohbet ederiz. Kadın karakterleri seçimimde benim için en büyük zorluk, doğru oyuncuyu önceden bulabilmektir. Eğer doğru oyuncuyu bulabilirsem, eminim ki istediklerini ifade etmek için doğru araçları bulabilirler.”

Başlangıç: Julie’nin Kişisel Tragedyası

Film, Julie’nin ailesiyle geçirdiği trafik kazası sonucunda eşi Patrice ve kızı Anna’yı kaybetmesiyle başlar. Julie kazada yaralanır ve hastaneye kaldırılır. Bu trajik olay Julie’nin yaşamının bir anda altüst eder. Olayın şokunu ve üzüntüsünü uzun bir süre atlatamaz. İçine sürüklendiği bu travmatik süreci intihar eyleminde bulunarak son bulmasını ister. Fakat Julie bu eylemi gerçekleştiremez. Julie, geride kalmanın verdiği acı ile yaşamına nasıl devam edeceğini bilemeyişin çaresizliği içesinde kalır. Duyduğu bu derin acı, onu bir hastane odasında dış dünyaya karşı soyutlamıştır. Öyle ki Patrice ve Anna’nın cenaze törenine bile katılamaz. Julie hastane odasında elindeki cep televizyonundan görüntülenen cenaze törenini, içine çekilerek izleme gücünü bulabilmiştir. İzlediği törende görüntülenen acı gerçekle başa çıkması zordur. O anda Anna’nın kaybını, küçük bir tabuta konulduğunu görmesiyle kabullenir.

Three Colors: Blue (1993)

Törende yapılan konuşmada Patrice’in yarım kalan bestesinden söz edilir. Bu noktadan sonra, Julie’nin her şeyi geride bırakıp zihninin derinliklerinde duyacağı ses bellidir. Söz konusu bestenin zihninde yaşayacak olması, Julie’yi geçmişten soyutlanma isteği karşısında çıkmaza sevk eden önemli bir unsur. Varoluşun anlamsızlığını savunacak olan Julie’nin ise bu sesi anlamlandırmak için yaşamla olan bağını sorguya çekeceği aşikardır.

Three Colors: Blue (1993)

Sosyal İzolasyonun Derinleşmesi

Hastanede Julie’yi bir gazeteci ziyarette bulunur. Ziyaretinin sebebini, ünlü bir besteci olan eşi Patrice hakkında yazdığı makaleyle ilgili olduğunu söyler. Julie “Öyle bir şey yok.” diyerek gazetecinin onu yalnız bırakmasını ister. Gazeteci Julie’ye “Çok değişmişsiniz. Eskiden bu kadar kaba değildiniz.” der. Julie ise “Haberiniz yok mu? Bir kaza geçirdim. Kocamı ve kızımı kaybettim.” der (Blue, 11:21). Her şey bellidir.  Zira yaşanan acı kayıp karşısında anlayış göremeyişi, onu dış dünyaya karşı izole olmasına neden olacaktır. Julie’nin duyduğu tek başınalık hissi bu anlamda harekete geçecektir.

Julie, hastaneden çıkarak evine döner. Muhasebeyle görüşerek evin bütün eşyalarının satılmasını ve çalışanların ödeneklerinin teslim edilmesini ister. Bu eylemi gerçekleştiren Julie, geçmişi hatırlatacak tek bir varlığın bile yaşamasına olanak sağlamaz. Çünkü hatırlamak onun için bir hapsoluş ve keder duygusundan çıkamayış anlamına gelmektedir. Dünyevi anlamda sahip olduğu her şeyi anlamsız kılar. Ona göre bunlardan arınmanın tek yolu ise geçmişten soyutlanarak varoluş amacını büsbütün değiştirmektir.

Three Colors: Blue (1993)

Julie, boşaltılan evi gezerken Anna’nın odasında mavi renkli parlak taşlara sahip avizenin alınmadığını görür. Öfkeyle avizenin taşlarından koparmaya çalışır. Nesnenin hatırlattığı acının, avuç içlerinde özlem duygusuna dönüştüğünü hisseder. Julie o sırada çalışanlarından birinin onu izlediğini görür. Yanına doğru yaklaştığında ise bu kişinin Marie olduğunu fark eder. Marie’nin ağlamaktadır ve ona “Neden ağlıyorsunuz?” diye sorar. Marie ise “Çünkü siz ağlamıyorsunuz.” diye yanıtlar (Blue, 14:34). Burada kaybın acısını duyumsayan birinin üzüntüsü, Julie’ye acı karşısında verilmesi gereken doğal tepkiyi hatırlatır. O anda Marie’ye ne yapacağını bilemeyişinin verdiği güçsüzlükle sarılarak tutunur.

Julie artık evine, bütün yaşanmışlıklarına veda edeceği günün sonuna doğru yaklaşmıştır. Ev boşaltılırken ona sadece yatağı bırakılmıştır. Julie, içsel bir hesaplaşmaya kapılır. Elinde varoluşunu simgeleyen soyut ya da somut bir anlam bırakmamıştır. Birden çantasında bir şey aramaya koyulur. Çantanın içindekilerini boşalttığı sırada Anna’ya ait mavi renkli parlak ambalajlı bir şekerleme bulur. Bu şekerleme ambalajı, filmin açılış sekansında Anna’nın arabanın camından sallayarak oynadığı gösterilir. Şekerleme; Julie’nin nesnelere duyduğu duygusal ilişkiyi, parlak taşlı mavi avizeden sonra katlayan bir imgeye sahip olmuştur. Julie’nin şekerlemeyle karşılaştığında gelişen ilk tepkisi onu tatmak olur. Bunun altında yatan trajik duygu, kızının duyumsadığı tatlı anı hissetmektir (Atalar, 2022). Julie bu zayıf duruma yenilmemelidir. Geçmişle olan bağını koparmak isteyişinin kararlılığını sembolize eden bir tepki olarak şekerlemeyi dişleriyle kırarak yutar. Bu eylemiyle nesneyi yok ederek ve geçmişe karşı duyduğu acıyı bastırarak tüm hislerini de yok ettiğini umar.

Three Colors: Blue (1993)

Julie, evde geçirdiği o son geceyi eşiyle birlikte konçerto üzerinde çalışan Oliver ile geçir. Patrice ve kızı Anna’nın ölümünden sonra evinden, eşyalarından, parasından kısaca onu geçmişe bağlayan maddi bağlarından vazgeçmeye çalışırken eşi ile arasındaki manevi bağdan da bir başka erkekle beraber olarak vazgeçer. Bağlı olduğu iki insanı ve dolayısıyla onların varlığı ile anlamlandırdığı hayatı bundan böyle yok olmuştur (Toker, 2020). Kazadan önceki hayatında kendisi için anlamlı olan maddi ve manevi tüm bağlardan kararlı bir şekilde vazgeçmeye ve tek başına sürdüreceği yeni bir hayata başlamak üzeredir. Geçirdiği bir kaza, kendisi dahil hayatında hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı acı bir dönüm noktası olmuştur. Julie, evi terk eder. Yol boyunca yürürken; elini yumruk yapıp yanındaki duvara sürterek yaralaması, içinde taşıdığı yoğun ve baş edilmez acının dışavurumu olmuştur (Toker, 2020).

Three Colors: Blue (1993)

Olivier’la da birlikte olduktan sonra yeni hayatına başlamaya hazırdır. Ancak bu hazır oluş, acısız ve tüm zorluklardan arınmış bir kadının hazır oluşu değildir. Julie’nin, kendi yaşam koşullarını değiştirmiş olması, yaşadığı travmatik acının geçmiş olduğu anlamına gelmemektedir. “Kişinin kendisini güvende hissedebilmesi için ise başka insanlara ve o insanlar ile bağ kurmaya gereksinimi vardır. Bir travmadan iyileşebilmek tek başına başarılabilecek bir durum değildir” (Toker,2020).

Julie bunu istemez. Bundan sonraki yaşamında edineceği tek bir bağın, duyduğu acı hissini iyileştirmeye götürmeyeceğine inanır. Bu durum, nesnelere olan bakışını değiştirmesinden ve somut olanla duygusal bağını ortadan kaldırmasından anlaşılabilir. Eğer bu nesne bağlılık hissi uyandıracaksa vazgeçmelidir. Fakat burada bir çelişki ortaya çıkmıştır. Özgürlüğü hiçlikle kuracağı bağda bulacağına inanan Julie’nin, evden ayrılırken yanında götürdüğü tek şey Anna’nın odasında asılı duran o mavi avizedir. Nitekim bu duruma varlığın nesneyle ilişkisini sorgulayan Roquentin şu düşüncesiyle değinmiştir: “Nesnelerin insana dokunmaması gerekir çünkü onlar canlı değildir. Aralarında yaşar, onları kullanır, sonra yerlerine koyarız; yararlıdırlar, işte o kadar. Oysa bana dokunuyorlar. Çekilmez bir durum bu. Onlarla bağlantı kurmak korkutuyor beni. Sanki hepsi birer canlı hayvan gibi.” (Sartre, 2023: 26). Julie için de böyledir.

Varoluşçuluk ve Özgürlük Üzerine

Julie, eşinin ölümü sonrasında kendi özgürlüğünün ve kişisel sorumluluğunun farkına varır. Bu durum, onun yaşamını ve geçmişini sorgulama yolculuğunun başlangıcını işaret eder. Julie, şehir merkezinde küçük bir daireye yerleşir. Eve girer girmez ilk iş yanında getirdiği mavi avizeyi evine asmak olur. O an avizenin mavi renkli parlak taşlarına dokunurken, duvara sürerek yaraladığı elini fark eder. Bunun artık eskisi gibi saf bir dokunuş olmadığını bilir. Yumruğunu sıkarak onu, elindeki yarayı öper. Öyle ki bu tepki geçmişle olan bağın ve duyumsadığı acıya rağmen kararlı mücadelesinin göstergesidir (Atalar, 2022). Onun varoluş anlamını ve özgürlüğe erişme yoluna inancının temsilidir.

Three Colors: Blue (1993)

Kişinin varoluşu, özgürlüğüne mi bağlıdır? İnsan gerçek özgürlüğün özüne, duyduğu bunaltıyı hiçliğe dönüştürmesiyle ulaşabilir miydi? “Sartre insanın var olduğu andan itibaren özgür olduğunu, bilinç varlığı olan insanla özgürlüğün birbirini tamamladığını hatta aynı şey olduğunu dile getirmiştir. Dolayısıyla da insanın özünün de belirlenmemiş olduğu için sürekli insanın eylemleriyle, tercihleriyle ve yapıp etmeleriyle kendini kuracağını ve kişinin bu yolla özünü yani kendini yeniden var edeceğini ifade etmiştir. Öyleyse insan kendi özünü yeniden inşa edip ve kurarken kendisini her daim hiçlerken sürekli özgürdür.” (Akkoç, 2018)

Bu noktada özgürlüğün, kişinin bilinçli amaçlarını gerçekleştirme çabasında ayrı düşünülemeyeceği olası değildir. Kişi; yaşamını amaçlar ve hedefler belirleyerek mevcut durumunu değiştirmek için eyleme geçer. Bu, henüz gerçekleştiremediği fakat gerçekleştirmek istediği şeyi arzulamakla ilgilidir. Özgürlüğün, kişinin var oluşunun belirsizliğiyle bağlantılı olduğu ifade edilir.

Sartre Varlık ve Hiçlik’te kişinin başına her ne geliyorsa kişi aracılığıyla geldiğini söyler, insanın buna isyan etmemesi ve bunaltı duymaması gerekir; çünkü işin içinden çıkacak olan, yaşanılan olayların üstesinden gelecek olan yine insanın kendidir.” (Akkoç, 2018). İnsanın özgür olduğu ve kendi seçimlerini yapabilme yetisine sahip olduğu vurgulanmıştır. Fakat bu özgürlük insanı yalnızlık ve belirsizlikle karşı karşıya bırakabilir. Kendi eylemlerinden sorumlu olan insanın bunaltı duyması kaçınılmazdır.

Three Colors: Blue (1993)

“Bunaltı kavramı insanın özgürlük yolunda daha doğrusu özgürleşmek için attığı adımlarda sürekli karşılaşacağı, bir de eylemlerini bilinçli bir şekilde yapıyorsa sürekli içine düşebileceği bir duygu durumudur” (Akkoç, 2018). Duyulan bu bunaltı kişiyi hem gerçekleştirdiği eylemlerden sorumlu olduğunu hatırlatacak hem de ondan kurtulmak için harekete geçmesini sağlayacaktır.

Julie’nin duyduğu bu bunaltının eyleme dönüşümü ise bir süre sonra yeni bir gündelik hayat kurmasıyla başlar. Yeni gündelik hayatı, yeni rutinleri ile şekillenmiştir. Dondurma ve kahve ikilisi, onun için ayrılmaz bir bağ oluşturmuştur. Uğrak noktası olan kafenin karşısındaki kaldırımda flüt çalan bir sokak sanatçısı vardır. Kafeye gittiği günlerde kahvesiyle birlikte dinlediği melodinin tılsımına kapılır. O an için müzikle kurduğu bu bağ, yaşamla olan bağını hatırlatır. Julie, her ne kadar müzikle kurduğu bağın ona iyi geldiğini düşünse de, bu gerçeği kabul etmemekte ısrarlıdır. Günün geri kalanını ise havuzda yüzerek ve hiçbir şey yapmayarak geçirir.

Three Colors: Blue (1993)

Julie, bakım evinde kalan annesini ziyarete gider. Alzheimer hastası olan annesi, hafızasında olan biten durumları çözümleyemez. Dolayısıyla da hiçbir şeyle duygusal bir bağ kuramaz. Annesi Julie’i hatırlamamaktadır. Julie, başından geçenleri annesine anlatmaktadır fakat karşısında ihtiyaç duyduğu anne anlayışını bulamamaktadır. Julie için durum şaşırtıcı değildir. Şu sözleriyle anlatımına devam eder “Artık yapmam gereken tek bir şey olduğunu anladım. Hiçbir şey. Ne mal ne mülk. Ne hatıralar. Ne arkadaşlık ne aşk ne de bir bağ istiyorum. Bunların hepsi birer tuzak.” (Blue, 55:56). Bu konuşma, Julie’nin yaşamını hiçliğe sürükleyen bunaltının eylem yönünün değişime uğramasında etkili olacaktır.

Three Colors: Blue (1993)

Anlam Arayışı

Julie, yaşamını hiçbir şey yapmama eylemiyle ve varoluşunu sorgulama ekseninde sürdürür. Ancak bu eylemi sonlandırmasını isteyen biri vardır: Olivier. Olivier, bir televizyon programına katılır ve Patrice’in başladığı ancak tamamlayamadığı Avrupa Birliği konçertosunu kendisinin tamamlayacağını duyurur (Toker, 2020). Patrice’in ne yapmayı planladığını bilebilecek tek kişi Julie’dir. Programda Patrice’in konservatuvardaki dosyalarının içeriği gösterilirken birkaç fotoğraf da ekrana yansır. Julie’nin de olduğu fotoğrafların yanı sıra Patrice’in başka bir kadınla çekildiği fotoğraflar da gösterilir. Bu programı tesadüfen izleyen Julie, geride bırakmak istediği travmatik geçmişiyle ilgili öğrendiği yeni bir gerçekle karşı karşıya kalmıştır.

Three Colors: Blue (1993)

Julie, Olivier’ı bulur ve besteyi tamamlamaya hakkı olmadığını çünkü tamamlasa bile asla Patrice’in yapmak istediği gibi olamayacağını söyler (Toker, 2020). Fakat Olivier’ın asıl amacı Julie’yi benimsemeye çalıştığı yaşamın dışına çıkarmak ve onun hayatla yeniden bir bağ kurmasını sağlamaktır (Toker, 2020). Olivier bunu Julie’ye şöyle açıklamıştır: “Nedenini söyleyeyim. Bunun sizi ağlatmanın, sizi koşturmanın tek yolu olduğunu düşündüm. Böyle düşündüm. Size istiyorum ya da istemiyorum dedirtmenin tek yolu olduğunu düşündüm.” (Blue, 01:08:52)

Sonuç ve Değişim

Julie, Olivier’a televizyonda gördüğü eşinin birlikte olduğu kadın hakkında sorular sorar. Patrice ile Sandrine’in birkaç yıldır birlikte olduklarını, kadının bir avukatın yanında stajyer avukat olarak çalıştığını anlatır. Julie Sandrine’in çalıştığı adliyeye gider. Gün boyunca onun yalnız kalacağı bir anını kollar ve sonunda karşısına çıkar. Sandrine’in hamile olduğunu görür. Sandrine aralarında geçen konuşmada hamile olduğunu Patrice’in ölümünden sonra öğrendiğini söylemiştir. Kazada kaybettiği küçük haç kolyesinin aynısını Sandrine’ın boynunda görür. Eşinin, Sandrine’ı gerçekten sevdiğini bu kolye açık bir şekilde sembolize etmiştir. Julie, Sandrine ve doğacak çocuk için plan yaparak eski evi satmaktan vazgeçer. Evi Sandrine’e teslim eder. Sandrine eve gelir. Aralarında geçen konuşmada Patrice’in kendisi hakkında yakın dostu gibi iyi bir insan olduğundan söz ettiğini öğrendiğinde Patrice için duyduğu acı hissi ve eski düşünceleri artık değişmiştir.

Three Colors: Blue (1993)

Julie, eşinin hayatında bir başka kadın olduğunu öğrenene kadar, henüz bu kayıplarına razı olmuş ve kaybını gerçekten kabullenebilmiş değildir. Yaşadığı kaybın, yaşamla olan bağını hiçliğe ve yalnızlığa sevk ederken öğrendiği bu gerçek karşısında, kaybettiği eşi için zannettiği gibi bir önem taşımadığının aydınlanmasını yaşamıştır. (Toker, 2020)

Julie sonrasında Olivier konçertoyu tamamlamak üzere çalışmaya başlar ve konçertoya flüt solo ekler. Eklediği flüt solo, flüt çalan sokak sanatçısını sembolize etmektedir. Verilen bir sahnede Julie, sokak sanatçısının kaldırımda uyduğunu görür ve ona yardım etmek ister. Flüt kutusunu adamın başının altına koyar. Ve ondan anlayamadığı şu sözleri duyar: “Daima tutunacak bir şeyler bulmak gerekir.” (Blue, 45:02) Julie’nin anlayamadığı bu sözler ve verilen soloyla hatırlatılması, tutunacak bir şeyler bulduğunun göstergesidir. Sevgiye tutunmuştur. Müziğe duyduğu ilgi ve yeteneği onun için gerçekliğini yaşadığ bir sevgi bağıdır (Toker, 2020). Artık kimsenin gölgesinde kalmadan, yarattığı sesin içinde varoluşunun amacına ulaşıyordu.

Three Colors: Blue (1993)

Julie, üzerinde çalıştığı konçertoyu tamamladığında Olivier’ı arar. Olivier, bu işte adının söz edilmesini doğru bulmayıp, konçertoyu sunmaktan vazgeçtiğini açıklar. Niyeti, Julie’nin bu bestedeki yerini ona vurgulamaktır. Olivier bunu şu sözlerle belirtir: “Bütün hafta düşündüm. Bu müzik benim müziğim olabilir. Daha iyi ya da daha kötü olabilir ama benim. Ya da sizin olabilir. Ancak o zaman bunu herkese söylemek gerekiyor.” (Blue, 01:23:40) Julie, Olivier’ın bu sözlerini duyduktan sonra duyduğu sevgi bağından artık emindir çünkü insan sevdiği insanın varlığına yer verir (Toker, 2020). Julie, Olivier’a yalnız olup olmadığını sorar. Olivier bu soruyu anlamsız bulur. Ve yanıtlar: “Tabii ki yalnızım.” (Blue, 01:25:09) Julie için değerli olan bir başka cümledir bu çünkü insan, sevdiği bir insan varken hayatına başka bir insanı almaz. Julie tamamladığı konçertoyu alır ve evi terk ederek Olivier’ın yanına gider.  Olivier ile beraber olması, onun için yeni bir konçertonun, yeni bir ilişkinin ve yeni bir yaşamın başlangıcıdır (Toker, 2020).

Three Colors: Blue (1993)

Julie’nin sosyal izolasyonu ve travmatik acı duygusunun getirdiği içsel daralma, gerçekleştirmekten geri durmadığı eylemlerinin sorumluluğuyla gelişen bir son yaratmıştır. Bu durum onun yaşamla olan gerçek bağını yeniden kazanmasını sağlamıştır. Bu yaratım bunaltının, kişide içsel sorgular uyandırması ve eylem yönünü değiştirmesi sonucu oluşmuştur. Film, Julie’nin insanlarla yeniden bağlantı kurma ve varoluşunun anlamını bulma sürecini hiçlikle ören bir dinamizmle başlamıştır. Varoluşun anlamını, sonuç olarak Julie’nin özgürlüğünü ve yaşamını anlamlandırma sorumluluğunu taşıdığına dair güçlü bir mesaj sunmuştur.


Kaynakça

Emine İster
Emine İster
Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi Sınıf Öğretmenliği bölümünde lisans eğitimini sürdürüyor. Fotoğrafçı ve Sinema ile ilgileniyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz