Hume Yasası ve Ahlaki Anti-Bilişselcilik İlişkisi Üzerine

-

EDİTÖR:
Meliha Çakır

-

Giriş

Olgu-değer problemi Hume ile birlikte başlatılan fakat tarihsel olarak bakıldığında Antik çağa kadar uzanan bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Problemin Hume ile birlikte ortaya konulması, ahlaki ifadeler ile olgusal ifadeler arasındaki ilişkiye doğrudan temas etmesiyle ilişkilidir. Hume’un bu tartışmayı belli bir forma kavuşturması Çağdaş dönem meta-etik pozisyonlarının belirlenmesinde oldukça etkili olmuştur. Günümüzün iki temel meta-etik akımı olarak bilişselcilik ve anti-bilişselcilik, Hume ile doğrudan ilişkili akımla olmakla birlikte ortodoks bir ilişkilendirmede Hume doğrudan anti-bilişsel pozisyonda görülmüş; olgudan değere geçişin mümkün olmadığını, ikisinin bağımsız ve karşılıklı dışlayıcı iki alan olduğunu söylediği iddia edilmiştir.

Olgu-değer ayrımı ve Hume’un bu ayrımdaki pozisyonuna ilişkin ortodoks kabulün aksi doğrultuda düşünen felsefeciler de bulunmaktadır. Bu yazıda anti-bilişselcilik ve Hume arasında doğrudan zorunlu bir ilişki olmadığını iddia eden yaklaşımların itirazları üzerine odaklanılacaktır. Bu nedenle “Olgu-Değer Ayrımı ve Hume Yasasının Analizi” başlıklı ilk bölümde, ilgili pasajların analizine istinaden Hume’un etik görüşlerine dair yapılacak bir açıklamanın ardından “Olgu-Değer Ayrımına Hunter İtirazı” adlı ikinci bölümde hususa ilişkin ortodoks olmayan bir yorumlamaya Huntercı bir perspektif üzerinden yer verilecektir. “Hume Yasası ve Anti-bilişselci Pozisyon” adlı son bölümde ise Hunter tarafından ortaya konulan alternatif iki yoruma istinaden, olgu ve değer arasında sanılanın aksine dışlayıcı bir ayrılığın olmadığı savı öne sürülecektir.  

Olgu-Değer Ayrımı ve Hume Yasasının Analizi

Olgu ve değer arasındaki ayrım tarihsel olarak incelendiğinde Hume’un ayrımından çok daha öncesine geri götürülebilir. Hume bakımından yeni olan ise onun bu ayrımı etik tartışmaların artık metafizikten hareketle değil, mantıksal önermeler aracılığıyla epistemolojiden hareketle yapıldığı bir çerçevede ortaya koymuş olmasıdır. Doğrulanabilirlik kriterinin önem kazanmasıyla birlikte modern etikte akıl ve deneyim temelli iki ana pozisyon üzerinden tartışmalar sürdürülmüştür. Etik, Hume’dan sonraki dönemde ise Analitik felsefe geleneğinin etkisiyle dil ve anlam üzerinden sorgulanmıştır (Süzgün, 2019: 26).  Bu durum Hume’un kendisinden sonraki çalışmalara verdiği yönün değerlendirilebilmesi ve olgu-değer probleminin önemini anlaşılabilir kılması açısından oldukça önemlidir.

Kavramsal olarak ele alındığında olgu, bir önermenin doğruluk değerinin belirlenmesi bakımından dil dışı bir gerçeklik olarak tanımlanabilir. Değer ise öznenin, olguya dair bilinciyle birlikte ortaya çıkan ve öznenin bu olguya yüklediği bir takım indirgenemez arzu duygu ve ilgi gibi nitelikleri ifade eder (Çelebi, 2010: 100). Genel kabul gören tanımlar olmakla birlikte bu tanımlar tartışmaya açıktır. Hatta indirgeme hususu nedeniyle değer tanımının olguya nazaran daha şaibeli olduğu söylenebilir. Çünkü değerin kendisi, olguya indirgenebilir olup olmadığıyla başlı başına bir problem meydana getirirken değerin bu biçimde tanımlanması bir ön varsayım olacaktır. Daha açık bir ifadeyle bu iki tanımlama, iki kavram arasında kategorik bir ayrımın varsayıldığı bir sistem içerisinden yapılmaktadır. Dolayısıyla tanımların kendileri ortodoks olmakla birlikte tartışmaya açıktır.Değerin doğrudan olguya indirgendiği görüşler kapsam dışı olduğu için bu konuya değinilmeyecek, standart tanımlara odaklanılacaktır. Olgu ve değer kavramlarının sınırlarına değinilecek olursa, bu çalışmada etik içerimleriyle kullanılacak olan olgu kavramının zorunlu koşulunun dil dışı bir gerçeklik; değer kavramının zorunlu koşulunun da ahlaki yükümlülük olduğu söylenebilir.

Problemi Anglosakson felsefe geleneğine geri götürecek olursak öncelikle Hume’un bu hususa ilişkin ifadelerini analiz etmek gerekecektir. Hume, İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme (Treatise) adlı eserinde, Çağdaş meta-etik pozisyonların oluşumunda önemli bir belirleyici unsur olan ve literatüre olgu-değer problemi olarak geçen bu etik tartışmayı başlatan kişi olarak kabul edilir. Ortodoks kabule göre Hume, olan ve olması gereken arasında yapmış olduğu ayrımı Treatise, 3.1.1’de ele almış, ahlaksal ayrımların ustan türeyip türemediği konusunu analiz etmiştir.

Hume’un ahlak argümanlarını ortaya koyduğu eseri.

Felsefeyi kurgusal ve kılgısal olarak iki bölüme ayırmakla işe başlayan Hume, ahlakın daima ikinci kategoride bulunduğunu ve dolayısıyla kurgusal olanın kılgısal olan üzerinde motive edici bir etkisinin olamayacağını iddia etmiştir. Motivasyon argümanı olarak da bilinen bu iddiaya göre tutku ve eylemlerimizi etkileyen ahlak, usun veya anlama yetisinin yargılarının ötesine uzanır. Tek başına us, eylemler ya da duygular üzerinde bir etkiye sahip değildir. Keşif argümanı olarak adlandırılan ve aynı şekilde ahlakın ussal çıkarımlar ile keşfedilebilir bir nitelikte olmadığını iddia eden sav ise ussal çıkarımların doğruluk değerleri ile ahlaki değerlerin belirlenemeyeceği yönündedir. Doğruluğun ve yanlışlığın keşfi olarak us, çelişmezliğe dayalı iken, tutkularımız, istemlerimiz ve eylemlerimiz böyle bir ilkeye kapalıdır  (Hume, 2015: 308-309). Diğer bir ifadeyle doğru ve yanlış kavramları iyi ve kötü kavramlarıyla aynı şeye işaret etmezler. Bu anlamda Hume’un ifadesiyle “eylemler övgüye değer ya da kusurlu olabilirler ama usa uygun ya da usa karşıt olamazlar; öyleyse övgüye değer ya da kusurlu, usa uygun ya da usa karşıt ile bir değildir” (Hume, 2015: 309). Pasajda görüldüğü üzere ahlak ve us arasında bir ayrım yapan Hume, Motivasyon ve Keşif argümanlarının ardından Hume Çatalı argümanı ile etiğine biçim verir. Hume Çatalı argümanında da diğer iki argümanda olduğu gibi yalnızca ilişkileri keşfeden us ile eylemleri motive eden ahlak alanı arasında bir ayrım yapar.

Hume, bahsi geçen argümanlarını Treatise 3.1.1’in son paragrafıyla bütünleştirerek meşhur iddiasını ortaya koyar:

Bu akıl yürütmelere belki de biraz önemli görülebilecek bir gözlem eklemeden yapamayacağım. Şimdiye dek karşılaştığım her ahlak dizgesinde her zaman yazarın bir süre olağan akıl yürütmeler yoluyla ilerlediğine ve bir Tanrının varlığını doğruladığına, ya da insan sorunlarıyla ilgili gözlemlerde bulunduğuna dikkat etmişken, birdenbire önermelerin olan bağları olan dir ve değildir yerine gerek ve gerek değildir ile bağlı olmayan hiçbir önerme ile karşılaşmadığımı fark etmek beni şaşırttı. Bu sezilmesi zor bir değişimdir; ama aynı zamanda son derece önemlidir. Çünkü bu gerek ya da gerek değildir belli bir yeni ilişkiyi ya da doğrulamayı ifade ettiği için, gözlenmesi ve açıklanması zorunludur; aynı zamanda tamamıyla kavranamaz görünen bu şey için de, bu yeni ilişkinin nasıl olup da kendisinden tamamıyla farklı olan diğer ilişkilerden çıkarıldığı konusunda bir açıklama yapılmalıdır. Ancak yazarlar genellikle bu uyarıyı yapmadıkları için, bunu okurlara tavsiye etmeyi görev biliyorum ve inanıyorum ki bu küçük dikkat tüm kaba ahlak dizgelerini alt üst edecek ve bize erdemsizlik ve erdem ayrımının salt nesnelerin ilişkilerine dayanmadığını ve ayrıca usun bu ayrımı algılamadığını gösterecektir (Hume, 2015: 316).

Hume bu pasajla birlikte iki alanı birbirinden ayırıyor gibi görünmektedir. Genelde değer, özelde ise ahlak sahasının olgusal sahadan farklı olduğunu tümdengelim üzerinden ifade eden Hume, dedüktif mantığın temel ilkelerinden biri olarak, bir sonucun öncüllerde içerilmesi zorunluluğuna dayanır (Yöney, 2015: 246-247). Diğer bir ifadeyle tamamen olgusal olan önermelerden bir değer önermesinin tümdengelimsel olarak çıkarılamayacağı biçiminde kabul edilen Hume Yasası Treatise, 3.1.1’in tamamından çıkarsanan bir sonuç argümanıdır. Bu yasaya göre tamamıyla betimsel olan önermelerden, değer yani normativite içeren önermeler çıkarsanamaz. Şayet böyle bir çıkarım yapılmışsa, öncüllerden en az biri gizli bir biçimde normativite içermesine rağmen olgusal olarak doğru kabul edilmiştir.  Bu noktaya kadar Hume’un etiği için genel kabul gören açıklamalara yer verilmiştir. Hume, bu açıklamalarla birlikte ahlaki anti-realist ve ahlaki anti-bilişselci pozisyona zorunlulukla yerleştirilmiştir. Bu durum he ne kadar Hume’un duygucu bir etik(emotivism) kurguladığına dair yaygın bir kanaatle sonuçlanmış olsa da o yalnızca bu biçimde yorumlanmamıştır. Hume’un ahlaki realist olduğunu düşünen isimler de mevcuttur (Pigden, 2007: 199).  Çağdaş etik pozisyonlar 20. yüzyılda Analitik geleneğin dil analizlerine dayalı problem çözme yönteminin de etkisiyle ivme kazanmıştır. Olgu ve değer problemi üzerine tartışmalar farklı biçimlerde sınıflandırılabilmektedir: Problemi Hume üzerinden ele alanlar veya spekülatif olarak Hume’den bağımsız olarak ele alanlar iki farklı görüşü benimsemişlerdir. Bu görüşler olgudan değere mantıksal bir geçişin mümkün olduğu ve böyle bir geçişin mantıksal olarak mümkün olmadığı şeklinde iki temel iddiaya ayrılabilir.  Ancak bu çalışmada konunun sınırları açısından olgu-değer problemini Hume üzerinden değerlendiren görüşlere yer verilecektir.

Olgu-değer Ayrımına Hunter İtirazı

Olgu-değer ayrımını Hume’un eserleri üzerinden değerlendiren Çağdaş felsefecilerden biri Hunter’dır. Hume’un eserlerinden bazı alıntılara başvuran Hunter, onun esasında böyle bir ayrım yapmadığı iddiasında bulunmuştur. Hume on is and Ought isimli çalışmasına, “Hume ilgili pasajda, insanların yapmaları gerekene (olması gerekene) dair önermeler ile salt olgusal önermelerin birbirinden bütünüyle farklı olduklarını, dolayısıyla herhangi salt olgusal bir önermenin değer önermesini gerektiremeyeceğini mi iddia veya ima etmektedir?” sorusuyla başlayan Hunter’ın bu konuya ilişkin cevabı olumsuz olacaktır (Hunter aktaran Süzgün, 2019: 30). Hume’un tutarsızlığından ziyade yanlış anlaşılmış olduğuna vurgu yapan Hunter için olgusal önermeler ile değer önermeleri arasında kategorik herhangi bir ayrım bulunmamakla birlikte o, iddialarını güçlendirmek için Hume’un konuya ilişkin pasajlarına başvurmuştur.

Geoffrey Hunter, İngiliz profesör, filozof ve mantıkçı.

Hunter, Treatise, 3.1.1’in son paragrafından bir önceki paragraftan yaptığı bir alıntının hiç de sıradan bir pasaj olmadığını dile getirerek o ifadelere odaklanmıştır. “Öyle ki bir eylemin ya da kişiliğin erdemsiz olduğunu söylediğiniz zaman aslında doğanızın yapısı gereği onu düşünmekten kaynaklanan bir suçlama duygusu ya da hissi taşıdığınızı söylemek istemişsinizdir” (Hume, 2015: 316). Hunter’e göre Hume “bu eylem kötüdür” ifadesiyle aslında “bu eylem üzerindeki derin düşünce, bende bir suçlama duygusu veya hissinin oluşmasına sebep olmaktadır” demektedir. Bu ifadenin klasik yorumcuların anladığı anlamda bir olgu ifadesi olduğunun altını çizen Hunter, böylesi analizlerin tüm ahlaki zorunluluk bildiren ifadeleri kapsayabileceğine işaret eder. İddialarını temellendirmek için Hume’un başka alıntılarına da başvurur. Yine Treatise, 3.1.5’te geçen “Ahlak hislerimize dayanır;…ve (bir eylemin) göz ardı edilmesi ya da yerine getirilmemesi bizi (belli) bir şekilde rahatsız ettiği zaman, onu yerine getirme yükümlülüğünde olduğumuzu söyleriz” ifadeleri de Hunter’a göre ahlaki yargıların öz itibariyle birer olgu ifadeleri olduğunu gösterir (Hume, 2015: 347). Bu olgu ifadeleri bazı hayali ya da gerçek durumlar üzerine düşünmek ile sahip olunan birtakım duygu ve hisler arasında bir nedenselliğe işaret eder.

Hunter bahsi geçen pasaj üzerinden iki alternatif yorum geliştirmiştir. Bunlardan ilki Hume’un “değer önermelerinin olgusal önermelerden çıkarılması gerektiği anlaşılmaz gözükür” ifadesiyle temellendirilmiştir. ‘Anlaşılmazdır’ yerine ‘anlaşılmaz gözükür’ ifadesini kullanan Hume, burada olgu ve değer arasında kesin bir ayrım yapmamaktadır. Hunter’e göre Hume’un burada ifade etmeye çalıştığı, kendisinden önceki felsefecilerin değere ilişkin açıklamalarında başarısız olmalarıdır. Diğer bir ifadeyle bu felsefeciler olgudan değere geçişin nasıl gerçekleştiğini izahta yetersiz kalmışlardır. Bu nedenle Hume bu izahı yapmayı kendisi üstlenerek etik teorisini oluşturmuştur. Onun etik teorisi tam da bunu açıklamayı hedefleyen bir teoridir. İkincisi ise olgusal önermelerden değer önermesinin üretilememesinin sebebine ilişkindir. Böyle bir durum varsayılsa bile bunun nedeni sanılanın aksine değer önermelerinin olgusal ifadelerin izahı (peraphrase) olmasıdır. İzahın bir çıkarım olmadığının altını çizen Hunter, bu izahın, dedüktif bir geçiş elbet olamayacağını yalnızca aynı şeyin farklı bir biçimde yeniden dile getirilmesi olacağını iddia eder. Hunter bu iddialarını Hume’un “Bir erdem, bize haz verdiği için onun erdemli olduğunu çıkarsıyor değiliz; bize bir şekilde haz verdiğini duyumsadığımız için, onun erdemli olduğunu hissederiz” ifadesiyle ilişkilendirdiğini söyler (Süzgün, 2019: 32). Hunter, bilimin ve ahlakın alanıyla ilgili iddialarında Hume’un şu iki ifadesini referans aldığını söyler:

Bu akıl yürütme yalnızca ahlakın biliminin nesneleri olan belli ilişkilere dayanmadığını ispatlamakla kalmaz, aynı zamanda, eğer sıkı bir şekilde incelenecek olursa, ahlakın anlık tarafından keşfedilebilecek herhangi bir olguya dayanmadığını da eşit bir kesinlikle ispatlayacaktır…öyle ki bir eylemin…erdemli olduğunu söylediğinizde, şundan başka bir şey dememiş oluyorsunuz…(Hume, 2019: 315-316)

Hunter’e göre alıntının ilk kısmında Hume; ahlaki olanın bilimin nesneleri olan bağıntılardan oluşmadığını yani analitik olmadığını ifade etmektedir. İkinci kısımda ise ahlaki yargıların doğruluk değerlerinin salt akıl aracılığıyla anlaşılamayacağını söyler. Hume için ahlaki bir yargının doğru olması için gereken, bir nesne ile bir his arasında olan nedensel bir ilişkidir. Aynı şekilde ünlü pasajındaki olgu-değer ayrımının da bu biçimde anlaşılması gerektiğini düşünen Hunter, Hume’un yanlış yorumlandığı konusunda ısrar eder. Hunter’in bu husustaki kaygıları yanlış yorumlamanın getireceği sonuçlara ilişkindir. Ahlaki ayrımlarda bir tür keyfiliğin yol açacağı kaotik durum, erdem ve erdemsizliği aynı hadise için eşit değerler haline dönüştürecektir. Yani bir davranış hakkında onun tamamen erdemli olduğunu söyleyen bir kişi, aynı davranışın erdemsiz olduğunu iddia eden bir başka kişiyle aykırı düşmeyecektir. Hunter, bu iki beyan da, Hume’un analizi de doğru kabul edilecek olursa, herhangi bir eylem hem tamamen erdemli hem de tamamen erdemsiz olacaktır diyerek durumun saçmalığının altını çizer (Süzgün, 2019: 34).

Ahlaki anti-realizm ve ahlaki realizm karşıtlığını temsilen Hume ve Kant

Hume Yasası ve Anti-Bilişselci Pozisyon

Çağdaş meta-etik teoriler ahlaki yargıların doğasına ve bilgisel değerine ilişkin tavırlarında iki temel pozisyonda değerlendirilebilir: Ahlaki yargıların doğrulanabilirlik ilkesince değerlendirilebileceğini iddia ederek bilgisel bir içeriğinin olduğuna işaret eden bilişselci pozisyon ve doğrulanabilirlik ilkesince değerlendirilemeyeceğini iddia ederek böyle bir bilgisel değere sahip olmadığını savunan anti-bilişselci pozisyon. Bilişselci kuramlar ahlaki ifadelerin bir takım önermesel inançları ifade ettiğini ve bu nedenle de onların doğru veya yanlış olabileceğini kabul ederken, anti-bilişsel görüşler ahlaki ifadelerin önermesel olmayıp birer buyruk veya tutku ifadeleri olduğunu iddia ederler. Bilişselci teoriler ahlaki terimlerin kavramsal bir anlamı olduğunu ve belirli niteliklere göndermede bulunduklarını kabul ederken anti-bilişselci teoriler bunu inkâr eder. Bilişselci olmayan teoriler duygu ifadelerinin objektif bir doğruluk değerine sahip olamayacağını, bu nedenle ahlaki ifadelerin doğru veya yanlış olamayacağını iddia eder (Yıldız, 2012: 15).

Anti-bilişselci meta-etik pozisyon 20. yüzyıl mantıkçı pozitivizminin ahlak felsefesine bir yansıması olarak görülebilir. İfadeler ancak analitik ise ya da deneyimle doğrulanabiliyorsa anlamlıdır iddiasını öne süren mantıkçı pozitivizm her iki kategoriye de girmediği gerekçesiyle ahlaki ifadeleri anlam sahasından elemişlerdir (Yöney, 2015: 248). Bu kategoride anti-bilişselci bir felsefeci olarak Ayer’in doğrulanabilirlik ilkesi, anlamlı önermeler için bir eleme ilkesi olarak dile getirilebilir. Etik ifadelerin bu ilkeyi ihlal ettiği kanaatinde olan Ayer, bilişsel olmayan bir alana temas ettiğinin altını çizer. Ayer’e göre etik ifadeler temelsiz duygusal dışavurumlar olmakla birlikte bu ifadelerin doğrulanamamasının nedeni ne analitik ne de sentetik bir şekilde bizim onları doğrulayabilme ihtimalimizin olmamasıdır (Ayer, 1935: 50-62). Dolayısıyla etik ifadelerde bulunan ve etik terimleri içeren iyi, kötü, doğru, yanlış terimleri ile -meli, -malı eklemleri hiçbir surette bilgi değeri taşımayan yüklemlerdir (Yüksel, 2021: 389).

Çıkış noktası olarak Hume’u alan bilişselci ve anti-bilişselci kuramların temel kabulleri bu biçimde verilebilir. Anti-bilişsel pozisyonlar Hume’den bağımsız bir biçimde olgu ifadeleri ile değer ifadelerinin arasında kapatılamaz bir ayrıma işaret edebilirler. Fakat Hume’u referans alarak onu zorunlulukla anti-bilişselci pozisyonda değerlendirmenin ne kadar makul olduğu tartışmaya açık bir husustur. Bu makalenin konusu açısından odaklanacağım nokta tam da burasıdır. Hunter’in Hume yorumu için ortaya koyduğu iki alternatifi inceleyecek olursak Hume’un zorunlulukla anti-bilişsel pozisyon içerisinde değerlendirilmeyebileceğine dair makul bir işaret görebiliriz.

İlk olarak Hume’un olgu ile değer arasında kurulamamış olan veya başarısız bir biçimde kurulmuş olan ilişkiyi yeniden kurma teşebbüsü olarak Treatise’i kaleme almış olduğu söylenebilir. Hunter’in işaret ettiği pasajlarda Hume’un olgu ve değer arasına karşılıklı dışlayıcı bir ayrım koyması değil, bu geçişin makul bir açıklamasının verilememiş olmasının bir tenkidi söz konusu gibi görünmektedir. Durumu tersinden ele alacak olursak, böyle bir mesafe tam anlamıyla konulacak olursa tamamıyla olgusal olan önermeler ile tamamıyla ahlaki olan önermelerin belirgin bir tasnifinin nasıl yapılacağı da sorulabilir. Durumu ‘kategori hatası saptamasına’ vardırmadan Hume’un etiğinde olgu-değer ayrımının gerçekten de karşılıklı dışlayıcı bir nitelikte olup olmadığı meselesine dönmek gerekeceğinden eleştiriyi bu noktada sonlandıracağım.

Hunter’in, ikinci yorumlamasına göre Hume ahlaki ifadelerin, olgusal ifadelerden tümdengelimsel biçimde çıkarsanamayacağını söylerken ikisi arasındaki ilişkinin bir çıkarım değil izah ilişkisi olduğunu vurgulamak istemiştir. Bu yorumlama şunu değiştirecektir. Olgu ve değer birbirlerinden sanıldığı gibi ayrı değil bilakis birbirine çok yakındırlar. Çıkarsama ilişkisine sokulamayacak denli birbirleriyle yakın olan bu ilişki türü izahat ifadesiyle açıklanır. Hume’u zorunlulukla anti-bilişselci olarak değerlendirenler Hume’un kendi ifadelerinden yola çıkılarak yapılan bu yorumlamaya karşı iki alan arasında birleşmezcesine bir ayrım yapmış olduğunun yeterli bir delilini sunmalıdırlar. Bu noktada asıl husus böyle bir genel kabulün aksinin mümkün olduğunu göstermektir. Hunter, Hume’un olgusal önermeleri, değer önermelerinin alt tabakası olarak inşa ederken aklında daha önce işaret etmiş olduğum tasnifleme sorunu yatıyor gibi görünmektedir. Birbirlerinden bağımsız bir gerçeklik alanlarının olması birbirlerini zorunlulukla dışlayacakları anlamına gelirse şayet bunun için sunulan gerekçelerden daha fazlası gerekmektedir.

Ahlaki Bilişselcilik ve anti-bilişselcilik perspektifinde bir temsil: “Ahlaki eylemlere yön veren temel motivasyon nedir?”

Hunter için “değer önermelerini mantıksal olarak belli bazı olgu önermeleriyle bir tutan” Hume’u “herhangi bir olgu önermesi, değer önermesini gerektirmez” ya da “ herhangi bir olgu ifadesi ahlaki bir hükmü zorunlu kılmaz” görüşüyle aynı görmek anlamsız bir çabadır (Süzgün, 2019: 31). Hunter’in iki alternatif Hume yorumu da Hume’un ifadelerinden olgu ve değerin birbirini dışlayan iki ayrı alana işaret ediyor oluşunun zorunlulukla çıkarsanamayacağı paydasında birleşir. Hume’u bu anlamda anti-bilişselci olarak konumlandırmak onu söylediklerinin ötesine taşımak olacaktır.

Olgu-değer ayrımı için sıkça dile getirilen bir başka iddiya göre Hume Yasası’nı tamamen betimsel ifadelerden bir değer ifadesini mantıksal olarak çıkarsamanın imkansızlığı biçiminde değerlendirirsek, böyle bir çıkarım iddiasında bulunan argümanda önermelerden biri ya gizli olarak bir değer önermesi varsayılmıştır ya da betimsel olarak belirtilen önermelerden en az bir tanesinde değer içeriği bulunmaktadır (Yöney, 2015: 258). Bu argümana karşı denilebilir ki tamamen betimsel olan önermelerden değer ifadelerinin çıkarsanamıyor oluşu, tamamen betimsel olmayan değer içeren önermelerin de var olduğuna işaret eder. Olgu ve değerin birbirlerini içerememesi noktasında dile getirilecek bir şüphe makuldür. Her olgu önermesi belli bir miktar değer, her değer önermesi de belli bir miktar olgusallık barındırır biçimindeki itirazın yanı sıra; olgu ve değer ifadelerinin birbirlerini içermeyen örneklerinin var olması, iki kategorinin birbirlerini barındırmazcasına dışladığı sonucunu gerekçelendirmek için yeterli değildir de denilebilir.

Sonuç

Olgu ve değer arasında yapılan ayrım daha eski dönemlere uzanmakla birlikte epistemolojik bir zeminde tartışılmaya başlanması 18. yüzyıl Anglosakson geleneğine dayanır. Hume’un olgu ve değer kavramlarına ilişkin yapmış olduğu ayrım üzerinden Çağdaş meta-etik felsefe tartışmaları ve bu tartışmalar perspektifinde etik pozisyonlar belirmiştir. Meta-etik tartışmalar farklı biçimlerde tasniflenebilirler. Hume zemininde ya da Hume’dan bağımsız olarak sürdürülen bu tartışmaların olgu ve değer ifadelerinin ilişkisi üzerine kurgulandığı söylenebilir. Bilişselcilik ve anti-bilişselcilik de meta-etik tartışmaların iki ana pozisyonu olmaktadır. Bilişselcilik olgudan değere bir geçişin mümkün olduğunu iddia ederken anti-bilişselcilik bu iki alanın birbirini karşılıklı olarak dışladıklarını ifade etmektedir.

Hunter de Hume zemininden böyle bir olgu-değer tartışması ile esasında Hume’un yaygın kabulün aksine anti-bilişselci bir pozisyonda değerlendirilemeyeceğine dair iddialarda bulunmuştur. Bu hususta Hume’un ilgili pasajlarından bağlamsal bir okuma ile iki alternatif yorumda bulunmuştur. Bunlardan ilki Hume’un eleştirisinin, olgudan değere bir geçiş gösterilmesine değil; bu geçişi gösteren argümanların yetersizliğine veya başarısızlığına yönelik olmasıdır. İkinci yorum ise Hume’un olgudan değerin mantıksal bir biçimde çıkarsanamayacağını söylerken aslında bunların arasındaki farka ve mesafeye değil bilakis yakınlığa vurgu yapmış olduğudur. Çünkü olgu ve değer arasındaki ilişki bir çıkarım değil izahat ilişkisidir. Bu durum da Hume’un neden anti-bilişselci olarak değerlendirilemeyeceğine makul bir yorumdur

Bunun dışında tamamen betimsel önermelerden değer önermelerinin tümdengelimsel bir mantıkla çıkarsanamayacağı iddiası, tamamen betimsel olma durumu üzerinden eleştiriye açık görünmektedir. Tamamen betimsel olan önermeler tamamen betimsel olmayan önermelerin de var olduğu anlamına gelmektedir. Bu durum ifadeler açısından betimsel olmak ve ahlaki olmak arasında bir yelpazenin oluşturulması gibi tuhaf bir sonuca yol açacaktır. Bir diğer durum ise olgu ve değer alanlarının ayrılmasının birbirlerini dışlayacak oldukları anlamına gelmemesidir. Bu, ayrımın karakterine bağlı olarak yani ne tarz ve ne anlamda bir ayrım yapıldığına bağlı olarak değişiklik gösterecek bir iddiadır. Bizim olgu ve değeri ayırıyor olmamız onların birbirlerini dışlarcasına iki ayrı alana işaret ettiğini göstermek zorunda değildir. Bu yorumlar neticesinde denilebilir ki Hume’un ortodoks yorum perspektifinde anti-bilişselci olarak değerlendirilmesi zorunlu değildir. Bu makalede aksinin mümkün olduğunu göstermek amaçlanmıştır.


Kaynakça

  • Ayer, A. J. (1935). Dil Doğruluk ve Mantık. https://www.daimon.org/lib/ebooks/LTL-Ayer.pdf
  • Yöney, F. (2015).Ahlak Felsefesinde Olgu-Değer Ayrımı ve Nesnelci Ahlaki Realizm Açısından Değerlendirilmesi. Felsefe Dünyası,61, 241-268
  • Süzgün, H. (2019). Çağdaş Ahlak Felsefesinde Olgu-Değer Problemi ve Macıntyre’ın Probleme Yaklaşımı. T.C. İstanbul Medeniyet Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Felsefe Anabilim Dalı
  • Hume, D. (2015). İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme. İstanbul: Bilgesu Yayınları
  • Pigden, C. R. (2007). Hume, Motivation and “The Moral Problem”. Rivista di Storia della Filosofia, 62(3), 199-221.
  • Smit, J.P. (2010). Olgu-değer Ayrılmazlığı Varsayımı. (Çev, Emin Çelebi). FLSF,9, 99-117
  • Yüksel, R. (2021). Ayer’in Emotivizm’inde Etik İfadelerin Bilişsel İmkanı. FLSF,31, 375-392
Şeyma Cengiz
Şeyma Cengiz
Ben Şeyma Cengiz. Lisansımı ve yüksek lisansımı Felsefe bölümünde tamamladım. İlgi duyduğum konular çok geniş bir yelpaze oluşturmaktadır. Kendi alanım dışında Sosyoloji, Psikoloji, ve Edebiyat da ilgi duyduğum alanlar arasındadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz