Gerçeğin göreceliğini, Nietzsche perspektivizminden Kurosawa'nın Rashomuna'a kadar her yerde görmek imkan dahilinde bir ihtimaldir. İnsan denilen varlığın kendini toplumdan esinlenerek oluşturduğu parçalar yardımıyla bir bütüne dönüştürmesi ve hayatının tüm dönemini bu öğrenmişlikle idame ettirmesi, bir nevi kişiye dayatılan bir merdivenin çıkılması ile örtüşmektedir.
Bengi dönüş, üstinsanı değiştiren bir deneyim olduğu için olumlu bir öğretidir. Böyle düşündüğümüz takdirde her şeyin tekrarlanacağı gerçeği insanın amaçlarını değerinden düşürse de amor fati formülüyle kaybedilen tüm değerler tekrar yerine geri getirilebilir.
İnsanın varoluş problemi ve irade özgürlüğünü kanıtlama isteği her zaman mücadelesini devam ettirmiştir. Bu mücadele sonucunda yabancılaşma beraberinde içsel bir sosyal izolasyon kazanmaktadır. İşte bu noktada birey bütün bir varoluş problemi ve yalnızlaşma duygusu ile karşı karşıya kalmaktadır. Kendini bu kanıtlama yolunda savaşan bir asker olarak gören birey Nietzsche'nin "üstinsan" evrelerinden geçerken aynı zamanda bütün varoluşçu karakterlere de göz kırpmaktadır. Bu varoluş problemi kimileri için geleneksel veya sosyolojik engeller olurken Truman içinse bir Sea Haven olmaktadır. Hiçbir ütopya bireyin özgür benliğini ortaya koymasına izin vermedikçe hapishaneden öteye geçemeyecektir. Bundan dolayı birey her zaman özgürlüğe, Fiji'ye yelken açacaktır.
Her gün aynı güne uyansanız ve sonsuz bir döngüsellik içinde aynı hayatı yeniden ve yeniden yaşasanız yaşamınızı nasıl anlamlandırırdınız? Bu soru şimdilik burada dursun ve hadi gelin sizinle beraber sonunda cevabına ulaşacağımız bir yolculuğa...
Bu yazıda, kader ve insanın özgürlüğü problemini, spinoza, Nietzsche ve Stoacıların anlayışları çerçevesinde inceleyip, Amor Fati kavramını mercek altına alınmıştır.