Toplumsal Rollerin Evrimsel Yolculuğu
İnsanlık, toplumsal bir yaşam biçimini benimsediği andan itibaren toplum olma bilincinin getirdiği sorumluluklar ve alışkanlıklar dahilinde kendi potansiyeline uygun roller yaratmıştır. Aynı zamanda bu roller belirlenirken dönemin ve çevrenin ortamına uyum sağlamak için adaptasyon mücadelesi vermiştir. O nedenle erkeklerin avcılık, kadınların da toplayıcılık yaptığı evrim süreçleri incelendiğinde; erkeklerin hayatta kalmak için savaşma, risk alma ve hakimiyet kurma özellikleri ön plandadır. Kadınlarda ise toplayıcılık durumu; mevcut düzeni koruma, yuva kurma noktasında bir sorumluluk olarak görülmektedir. (Erdoğan, 2022) Bu hayata tutunma mücadelesi bireylerin toplum içindeki rollerinin bir kısmını belirlemekle kalmamış aynı zamanda bu özelliklerin günümüz modern toplumunda hemen hemen benzer özelliklerde zuhur etmesini sağlamıştır. Günümüzde toplumun kadına yüklediği çocuklara bakma, evle ilgilenme ve mevcut düzeni koruma gibi atfedilen sosyal roller, insanlığın geçmişinde yer alan adaptasyon süreçlerini kaynak edinmiştir. Bu evrimsel kıpırtılar başlı başına bir kaynak olarak sayılmayıp kültürel, sosyal, jeopolitik, politik, pedagojik ve dogmatik1 unsurların yanında yer almıştır. Kadınların sosyal açıdan evliliği idame ettirme, yani halk arasında bilinen “yuvayı dişi kuş yapar” mantığının aslında homo-sapiens2 türünden kalma; bebek yapma ve annelik statüsü üstlenme durumları yer almaktadır. Erkek bireyde de kadının sergilemiş olduğu bu annelik merasiminin sadece kendine özgü olduğunu bilme davranışı vardır. Bunun nedeni ise erkek bireyin, partnerinden doğacak olan bebeğin kendine ait olduğunu bilme istenci yatmaktadır. Bir kadın (diğer bütün memeli canlılar gibi) kendi bedeninden yarattığı bebeğin sahibi olmaktan şüphe duymadığı gibi erkek de partnerinden doğan bebeğin kendine ait olduğundan emin olmak istemektedir. İşte bu yüzden erkek; bebeğin DNA’larına sahip olduğuna, öz babası olduğuna ve soyu devam ettirdiğine ikna olmak maksadıyla kadının kendine sadakatini her daim kontrol etmektedir. Şimdiki modern toplumlara baktığımızda erkek bireylerin kadın bireylerden beklediği sadakat isteği, avcılık-toplayıcılık dönemine benzerlikler göstermektedir. Özellikle “baba” figürünün soyu devam ettirmek adına çocuk yapma hatta erkek çocuk yapma isteği de yine insan türünün antropolojik bir gerçeğidir. Kadından beklenen doğurganlık ve düzen yürütme stereotipinin kurulmasında kendi biyolojik arzuları yatarken aynı zamanda erkeğin evlilik kriterlerine bir uyum çabası da gözler önündedir. Bütün bunlar geçmişten günümüze doğru farklı faktörlerden de etkilenerek kümülatif bir şekilde gelmiştir. Kadın ve erkek arasındaki evliliğe ve çiftleşmeye bağlı evrimsel tarih incelendiğinde bunun tek etken olmadığını bilmek yerinde olacaktır.
Ürdün Sineması ve Amjad Al Rasheed
Ürdün Sineması
Ürdün sineması dünya sinema tarihi üzerinden incelendiğinde diğer ülkelerin girişimlerine göre maratona geç başlayan bir yarışmacı konumundadır. Komşu ülkeleri olan, Mısır, Lübnan, Irak ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin sinema alanındaki çalışmalarının yanında daha çok mütevazı girişimlerle boy göstermiştir. Bu girişimlerin atılması Ürdün’ün Osmanlı dönemlerinde çekmeye başladığı belgesellerden itibaren başlamıştır. Bu belgeseller 1910 yılında yayınlanarak Ürdün halkının yaşayış biçimini kameralara taşıyan bir proje olarak bilinmektedir. Ürdünlülerin sinemayı bir ortama dönüştürme düşünceleri ise 1925 yıllarında “Petra” isimli bir sinema salonu çerçevesinde gerçekleşmiştir. (Hıdıroğlu, 2019) Ürdün sinemaseverlerinin bu atılımları Ürdün’ün komşu ülkesi olan Filistin’in politik sorunları nedeniyle engellenmiştir. Dönemin İngiliz Mandası içerisinde yer alan bu Ortadoğu ülkesi, kamerayı kendi yönetmenliğinde kullanacak özgürlüğe pek de erişememiştir. Belgesel film çekimlerinin yapımında Almanların, 1.Dünya Savaşı’nda Amman’da çekilen filmlerin yönetmenliğinde ise İngilizlerin bulunduğu bilinmektedir. Jeopolitik anlamda önemli bir bölge olma ve diğer önemli görülen bölgelere köprü olabilme özelliğinden ötürü dezavantajlar yaşayan Ürdün, kendi içerisindeki derin toplumsal karmaşaların da sebebiyle yeniliklere sıcak bak(a)mamıştır. Bu nedenle dönem filmlerinin üreticisi olmaktan ziyade tüketicisi olarak yerini almıştır. (Hıdıroğlu, 2019) Ta ki bir zaman sonra 1957 yılına gelindiğinde Ürdün, ilk uzun metrajlı filminin yönetmenliğine oturmuştur. Dönemin siyasi ve karmaşık yapısının etkisiyle ilkel tekniklerin kullanıldığı bilinen “Jerash’te Mücadele” isimli film, dönemin Ürdün durumunu dramatik bir şekilde ele almıştır. Bu ilkin ardından Abdullah Kaosh’un yönetmenliğinde olan “Watani Habibi” isimli ikinci film de 1967 yıllarında medyaya iletilmiştir. Sonrasında sinema ve televizyon alanının kurumsallaşma adımlarıyla daha ciddi çalışmalar yapılmaya başlamıştır. Bu yeni adımlarla birlikte oluşturulan filmler: Kudüs’e Giden Yol (1969), Kurtuluşa Kadar Mücadele (1969), Yılan (1970) isimleriyle sıralanmaktadır. Bütün bu film oluşumları bazı dönemler aksama yaşayarak film projelerinin devam etmesini ertelemiştir. Günümüzde ise daha yenilikçi, gelişmiş tekniklere uzanan ve adını uluslararası sahalarda duyurmayı hedefleyen projeler bulunmaktadır. Bunlar: Naji Abu Nowar’ın “Theeb” filmi, Mahmoud Al Massad’ın “Recycle” filmi ve Amjad Al Rasheed’in “Lost”, “The Council” ve “İnshallah a Boy” filmleriyle kendini göstermektedir. Bu bakımdan Ürdün sinemasına önemli katkılarından ötürü Amjad Al Rasheed’i yakından tanımakta fayda var.
Ürdünlü Bir Yönetmen: Amjad Al Rasheed
1985 doğumlu Ürdünlü yazar ve yönetmen Amjad Al Rasheed, yönetmenlik ve kurgu üzerine yüksek lisans derecesine sahip bir sanatçıdır. Sinema sanatına olan tutkusu öncelikle kendi kurguladığı yazılarıyla parlamaya başlamıştır. Bu yazılar zaman içerisinde daha özenli senaryolara, senaryolardan kısa filmlere, kısa filmlerden de uzun metrajlı filmlere doğru evrilmiştir. Çıktığı bu film sektörü yolculuğunda ilk izlenen projelerini kısa filmler çekerek oluşturmaya başlamıştır. Al Rasheed’in çektiği kısa filmler, çeşitli yerel ve uluslararası film festivallerinde adaylıklar ve ödüller kazanır. Ayrıca, Rasheed’in bu atılımları gözden kaçmamış olmalı ki 57. Berlin Film Festivali’nde Talent Campus katılımcılarından biri olarak yerini almıştır. 2016 yılında, Screen International isimli uluslararası bir film dergisi tarafından “Geleceğin Arap Yıldızları”ndan biri olarak seçilmiştir. Aynı sene içerisinde yine The Parrot isimli filmini, Dubai Film Festivalinden ödül alarak tanıtmıştır. The Parrot filminde Filistin’de yeni yeni yaşamaya başlayan Yahudi bir ailenin konusunu ele almıştır. Ardından kendinden oldukça söz ettirecek bir projeye imzasını atarak İnsallah a Boy isimli filminin yönetmenliğine oturmuştur. Bu film sayesinde hem kendi ismini hem de ülkesinin ismini birçok uluslararası platformda duyurmayı başarmıştır. Hatta Cannes Film Festivali’nde izlenen ilk Ürdün filmi olarak İnshallah a Boy filmi izletilmiş ve Toronto Film Festivali, BFI Londra Film Festivali gibi 27 festivalde tanınma fırsatı yakalamıştır. Tüm başarılarıyla ülkenin Oscar adayı olarak ilan edilmeye hak kazanmıştır. Ödüllere doyamayan İnshallah a Boy filminde hiç yabancı olmadığımız kadın erkek eşitliğine dem vurmuştur. Filmin önemli karakterlerinden biri olan Nawal’ın, eşi öldükten sonra kızıyla beraber Ürdün’ün toplumsal, dini ve politik normlarıyla verdiği savaşı ele almıştır. Verilen bu mücadele dünyanın hemen hemen her yerinde verilen bir direniş olmasından ötürü, toplumsal bir duyarlılık yaratmaktan ziyade gerçeklere kamera tutan bir film olmuştur. Bu filmleriyle Ortadoğu’nun talihsiz kaderini göstermeye kendini adamış yönetmen Rasheed, kendi ülkesinin toplumsal problemlerini objektif bir perspektiften yansıtabilmiştir. Bu problemlere olan hassasiyetini de aile yaşantısından örnekler vererek bir röportajında şöyle anlatmıştır:
“Ben kadınlarla dolu bir ailede büyüdüm. Çocukluğumdan beri kadınların hayatlarındaki erkek figürlerle ilgili hikayelerini, erkeklerden kaynaklanan sorunlarını dinlemeye alışığım. Ve bu hikayeler, bu sorunlar benim kafamda, zihnimde kaldı. Kadın akrabalarımdan biri neredeyse bu filmde Nawal’ın yaşadığı sorunun aynısını yaşadı. İnşallah Erkek Olur / Inshallah a Boy’a da onun hikayesi ilham verdi. Sonra araştırmaya, Ürdün toplumunda ya da Arap dünyasında benzer vakalar aramaya başladım. Bu süreçte sadece Ürdün’den değil tüm dünyadan birçok kadın bana kendi hikayelerini anlattılar. Uluslararası olarak ilham bulmak çok faydalı oldu.”
Ürdün Toplumuna Sosyolojik ve Politik Bir Mercek
Ürdün, sahip olduğu madeni kaynaklar ve bulunduğu coğrafyanın siyasi önemlerinden ötürü kritik dönemlerden geçmiş bir ülke konumundadır. Bağımsızlığını ilan ettiği 1946 yılının sonrasında bile tam anlamıyla bir özgürlük elde edememiştir. Bunun nedeni birçok konuda dışa bağımlı olması ve küçük devlet kavramıyla ilişkilendirilmesidir (Yeşilyurt, 2019). Ürdün’ün tarih boyunca karşılaştığı sömürge ve bağımsızlığın ihlal edilme durumu uzunca bir zaman ülkenin kabusu olmuştur. 2011 yılında Arap Baharı döneminin yaşanmasıyla ise ülkede derin bir toplumsal ayrım, mülteci göçleri, yıldırma politikaları ve ekonomik kriz boy göstermiştir. Birçok alanda yıpranan ve gücünü tam anlamıyla toparlayamayan bu Ortadoğu ülkesinin, geçirdiği bu zorlu sürecin psikolojik bedellerini toplumda görmek mümkündür. Ülke içerisindeki keskin dini normlar ve cezalandırmaya meyilli kültürel ve hukuki baskılar kendini göstermektedir. Bu baskılardan bir tanesi de kadınlara karşı uygulanan negatif ayrımcılıklardan kaynaklanmaktadır. Kadınlar toplumun bakış açısından dolayı iş bulma konusunda, evlilik yaşında, boşanmada, giyimde ve toplumun geleneklerine hitap etme noktasında her şeyde kendini sınırlandırmaktadır. Özellikle de boşanma konusunda kadınlar, ülkenin şeriat kurallarını uyguladığı yasa çerçevesinde haklarını kullanabilmektedir. Bu haklar içerisinde kadına düşen mirasın “aile malının bir yabancıya gittiği” gerekçesiyle aile mirasından mahrum bırakılması yer almaktadır. Dolayısıyla kadınların kendi haklarına düşen bir mal varlığından vazgeçmesi kaçınılmaz bir durumdur. Ürdün’deki hukuki uygulamalar ülkenin bir hukuk devleti olduğu yönünde görüntü verse de evlilik için ayrı, ceza için ayrı yasaların uygulanması gibi durumlar karşımıza üniter bir devlet olan Ürdün monarşisini çıkarmaktadır. Ülkede uygulanan İslam hukuku, ülkeyi monarşik bir düzleme oturtmaktadır. O nedenle ülkede her ne kadar bir parlamento bulunsa dahi ülkenin akıbeti yine Ürdün Haşimi Krallığı’nın yani kralın sözlerine bakmaktadır. Tüm bu siyasi, kültürel ve geleneksel faktörlerden ötürü kadınların genel anlamda girmesi istenen bir profil bulunmaktadır. Bu profil çoğu zaman dini ölçütlere göre belirlense de ülkenin kendi kültürel atmosferinde oluşturduğu çeşitli dogmalar da bulunmaktadır. Kadınların düzenli bir evlilik hayatı kurması, bu evliliği idame ettirmesi, erkek bir çocuk sahibi olması, iş hayatına atılamaması gibi yazılı olmayan toplumsal beklentiler bulunmaktadır. Bu sıralananlar arasında en dikkat çeken durumlardan biri olan kadınların oy kullanma durumu ise daha yeni sayılabilecek 1974 yılında yapılan bir yenilikle yürürlüğe girmiştir. Evlilik hayatı için yetiştirilen kadınların iş hayatında özgürce çalışmaları o nedenle pek de sıcak karşılanmamaktadır. Başkent Amman dışındaki bazı çalışma ortamlarının güvenli ve teşvik edici olmadığı bilinmektedir. Bu nedenle ekonomik bir sıkıntının mevcudiyetinden bahsetmek yerinde olacaktır. Hatta bu ekonomik sıkıntılar zaman zaman ekonomik krizlere sürüklenmektedir. Bu noktada birçok nedenin sıralanacağı gibi yapılan bir araştırma kapsamında ortaya çıkan bilgiler şu şekildedir: Ürdün’de kadınların iş hayatına katılımı takriben %15 oranındadır. Ülkedeki insanlar kimi zaman içerisinde bulundukları durumu protest bir şekilde dile getirmek istese de, ülkenin bu durumdan memnun olan muhafazakâr bireyleri tarafından durdurulmaktadır. Bu toplum ve siyasi rejim dolayısıyla ülkede kadınlar üzerinde yıpratıcı etkenlerin varlığı inkâr edilemez bir gerçek olmuştur.
İnshallah a Boy
Toplumun içerisinde yer alan sınıfsal ve cinsel ayrımların kameralar önüne serildiği bir film olan İnsallah Walad (İnşallah Erkek Olur), başladığı andan itibaren Nawal (Mouna Hawa) isimli bir karakterle karşımıza çıkmaktadır. Karakter, eşi Adnan ile gecelerini pek de huzurlu bir şekilde geçirmeyerek kafasına takılan düşüncelere dalmaktadır. Bu düşüncelerin asıl nedeni bilinmese de, izleyicinin tahmin ettiği, kadın karakterin eşine karşı şüpheleri olabileceğini uyandırmaktadır. Ardından ani bir şekilde Adnan’ın öldüğünü fark eden Nawal, ne yapacağını bilmeden derin bir şaşkınlık yaşadıktan sonra, filmde aniden bir taziye ortamı belirmektedir. Taziyede yoğunlukta olan kadın karakterlerin, Nawal’a olan öğüt verici tavırları gözden kaçmamaktadır. Kadınlar “Dört ay boyunca evden çıkmaman gerekir, şeytan güneş battıktan sonra ortaya çıkar, itibarını ve namusunu koruman lazım.” şeklinde cümleler kurmaktadırlar. Tüm bu tavsiyeler aslında bulunulan coğrafyanın değerleri hakkında bizi yavaş yavaş bilgi sahibi etmeye başlamıştır. Nawal’ın eşi ölür ölmez etrafına keskin setler çizildiğini görmek mümkündür. Eşinin yasını tutması için üç gün dinlenmesi için mühlet verilen karakter, işçi sınıfında olmanın acımasız mağduriyetini gözler önüne sermektedir. Bütün bunların yanı sıra bir de karşımıza Nawal’ın kayınbiraderi olan Rıfkı (Hitham Omari) çıkmaktadır. Rıfkı kendinde hak olarak gördüğü erkek kardeşinden kalma mal varlığının, hukuk yoluyla devredilmesini istemektedir. Üstelik zamanlama olarak cenazeye pek de uzak olmayan bir dönem içerisinde beklentiye düşen Rıfkı, düşüncelerine yandaş olarak bir de Nawal’ın erkek kardeşi Ahmet ile (Mohammed Al Jizawi) sahnelerde sürekli belirmeye başlamaktadır. Ahmet, her ne kadar kardeşinin yanında olduğunu belirtse dahi zaman içerisinde asıl safını belli ederek Rıfkı’nın yanında yer alacaktır. O sırada karakterin çalıştığı iş ortamında yaşlı bir kadına bakarak para kazanmaya çalışmasıyla, bir şekilde hayata tutunma çabasını görmek mümkündür. Fakat evine giderken sürekli olarak uğradığı sözlü tacizler, eşinin erkek kardeşi tarafından uğradığı miras zorbalıkları ve etrafındaki erkek karakterlerin kendisine olan bakışlarına tahammül etmeye çalışması, ileride Nawal’ı beklenmedik çözüm yollarına sürükleyecektir. Üstelik bunlardan birisi gebe kalmak olsa bile…Karakterin gebe kalmasıyla beraber daha doğrusu erkek bir çocuğa gebe olmasıyla beraber miras o çocuğa kalacaktır. Hukuk sisteminde böyle bir boşluk olmasından ötürü yer yer gebe olma şüpheleri ekranlara yansımıştır. Bu şüphe her ne kadar izleyiciyi umutlandırsa da içinde bulunulan felaket çukurunun kadınlara yönelik hapsediciliği her sahada kendini göstermektedir. İşte bu çukur karakteri öyle bir çaresizliğe itmiştir ki, Nawal’ın taziyede duyduğu öğütlere adeta radikal bir başkaldırı olarak kendini göstermiştir. Kimi zaman internetten tanıştığı biriyle konuşmaya çalışarak kimi zaman da çalıştığı evdeki iş arkadaşına şans veren Nawal, bütün bunları bir son çare olarak yaptığının farkına varmıştır. Ulaştığı bu farkındalık kendinden tiksinmesine yol açsa bile içinde kendinin bile bilmediği bir dava vardır. Kendi kendine var olma arzusu, tüm sınırların kıyısında uzaklara bakmak ve bu toplumda olabileceği kadarıyla feminist bir direniş göstermektir. Aslında tüm bunlar onun için karanlık bir dünyada elinde gaz lambası ile gezmektir. O nedenle Lauren’ın istemediği bir çocuk taşıdığını ve Nawal’dan yardım istediği anda Nawal’ın onun kürtajına yardım etmek istemesi, çocuk isteyen ve istemeyen bir kadının aynı sisteme gösterdiği mücadelenin simgesi olmuştur.
Ataerkil Sisteme Feminist Bir Başkaldırı
Ataerkil düzen3, tarihe baktığımız zaman mirasın babadan oğula geçerek düzenli bir silsile halinde mülk devrinin gerçekleştirilmesidir (Arıkan, 1997). Bu düzen Mezopotamya’dan başlayarak dünyanın neredeyse her yerine yayılarak kendi sistemini kurmuştur. Zamanla varlığını başka alanlarda da hissettiren bu sistem, kimi zaman oturduğu toplumların içinde pek de yabancılık çekmemiştir. Bunun sebebi bulunan toplumum kendi kültürel ve dogmatik özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Bunların dayanağı ataerkil ontolojinin tekamülüne dayanmaktadır (Özcan, 2020). Özellikle de bu toplum, bir Ortadoğu ülkesi içerisinde yer alıyorsa, durum farklı olabilmektedir. Buna örnek olarak, henüz eşi yeni ölmüş bir kadının bulunduğu normlar içerisinde topluma ve çevresine karşı vermiş olduğu mücadelenin simgesel haline gelen Nawal karakteri kendini göstermektedir. Filmin başlarında kocasının ölmesiyle beraber üstündeki baskıları kat ve kat hissedeceği bir ortama girmiştir. Eşi Adnan’ın ölmesiyle birlikte eve dolan akraba yakınları ve öz kardeşinin samimiyetini sorgulatacak anların ardından, adeta kendini soyutlamaya başlamıştır. Üzerine ilk andan itibaren binen miras davasına karşı kendi safında tek kalan bu kadın karakter, ilk çözümü yatak odasını satmaya çalışarak yaratmıştır. Yatak odasının satılması ise, eşi öldükten sonra cinselliğini kapı dışarı eden bir Ortadoğu kadınının yapacağı feragati sembolize edebilir. İş yerinden üç günlük bir izin alabilmesi, çalıştığı ortamdaki karşı cins bakışlarının etkisi, eşi olmadığından ötürü her şeyin hesabını aile fertlerindeki erkeklere vermesi ve daha nicesi ile görülmeyen bir maratonun koşucusu olmuştur. Tüm bu sınıfsal ve cinsel ayrılıklara baş eğmek zorunda kalan Nawal, kızı ile beraber ataerkil sistemin tam ortasında yalnız kalmıştır. Nawal, bu yalnız kalma ve baskılanma zihniyetine karşı çaba sarf etse de, kimi zaman sistemin normatif4 silahlarına teslim olmuştur. Gerek telefoncuya gittiğinde gerek miras davasında gerekse de eve geç gelmesinden ötürü Nora’ya sahip çıkamamasında hep bir erkek faktörün olmayışından kaynaklanan yenilgi durumu söz konusudur. Yaşanılan bu yenilgi kimi zaman bir hakime boyun eğerek kimi zaman da bir öz kardeşe karşı yaşanmaktadır. Ta ki bir gün gördüğü rüyanın etkisiyle uyanarak mahallesinde kandil ışıklarının yandığını görecektir. Bu kandil ışıkları dünyadaki karanlıkları aydınlatacak kadar güçlü olmasa bile Nawal’ın kendi dünyasına ışık saçmıştır. Hamile kalmak için dua eden Müslüman bir kadın ile kendisiyle benzer toplumda yaşayan Hristiyan inançlı Lauren’ın bebeğini kürtajla aldırmak istemesi, aslında ortak bir kaderdir. Kendisi anne olmak isterken, anne olmak istemeyen bir kadının da dünyasına ışık saçacak kadar evrensel bir davanın içine girmiştir. Rüyasının ardından patriyarkal rejime adeta devrimsel bir tepki göstermek isteyen Nawal, bir zaman sonra mutfağındaki fareye karşı yaşadığı korkuya artık direnç göstermek istemiştir. Ataerkil sistemin bir metaforu olan fare için artık Nawal tarafından zehirlenmek kaçınılmaz olacaktır.
Nora “Anne, çocukken fareden korkar mıydın?”
Nawal: “Çocukken hiçbir şeyden korkmazdım.”
Nora: “Şimdi niye korkuyorsun o zaman.”
Nawal: “Herkes korkuyor da ondan.”
Nora: “Zararsız, ufacık hayvanlar ama…”
Nawal: “Hastalık taşıyorlar, ayrıca iğrençler.”
Kaynakça:
- Hasan Bahçekapılı, “Psikolojik Cinsiyet Farklarının Evrimi ve Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliklerinin Açıklanmasındaki Rolü”. Onto Dergisi Evrim ve İ̇nsan, 24, sy. (Haziran, 2023): 9-15.
- Hıdıroğlu, İ̇. (2019). Ürdün Sinemasında Film Yapımı Sorunu [Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi]. Atatürk Üni̇versi̇tesi̇.
- Yeşi̇lyurt, N. (2019). Ürdün’ün Bölgesel Konumu: Küçük Devlet Kavramı Çerçevesinde Bir İnceleme. Ankara Üniversitesi Sbf Dergi̇si̇, 70(377).
- Arıkan, G. (1997). Ataerkillik Kavramıyla İlgili Sosyolojik Tartışmalar. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 4-5.
- Özcan, M. S. Ö. (2020). Arap Baharı Süreci Sonrasında Orta Doğu’da Kadın . Liberal Düşünce Dergisi, (97).
- Evrim Ağacı (2022, Haziran 22). Cinsiyetlerin Evrimi: Neden Cinsiyetler Var? [Video]. YouTube. https://www.youtube.com/watch?v=ixSlXJkBYqY
- Akgün, Z. ve Uysal, Y. (2019). Toplumsal Cinsiyet ve Narsisizm İlişkisi. Dünya Sağlık ve Tabiat Bilimleri Dergisi, 2.
- Erdoğan, S. & Aşkar, B. (2022). Sosyolojinin Şafağında “kurucu anne”yi̇ Aramak: Martıneau Sosyoloji̇si̇nde Irk, Toplumsal Ci̇nsi̇yet ve Emek. Sosyoloji̇ Dergi̇si̇, (44).
- Demi̇r, M. Ö. &. N. (2023). Antropolojik Nedenleriyle Cam Engelleri Tanımak: Kadınların Okul Yönetimdeki Eksik Temsiliyetinin Bilinmeyenleri. Eği̇ti̇m Bi̇li̇mleri̇ Eleşti̇rel İ̇nceleme Dergi̇si̇.
Dipnotlar:
- Dogma: Deneye dayanan kanıtları, deneyden edinilen bilgileri kabul etmeyerek, onları yok sayarak, kanılarını inanç öğretilerinden çıkaran (kimse ya da düşünme biçimi).
↩︎ - Homosaphiens: Homo sapiens, genel olarak günümüzde yaşayan tüm insanları da içeren bir biyolojik türdür. ↩︎
- Ataerkil: Ataerkillik ya da patriyarşi, erkek otoritesine dayanan bir tür toplumsal örgütlenme biçimidir. ↩︎
- Normatif: Normatif kelimesinin sözlük anlamı kural koyucudur. Bunun dışında toplum tarafından idealize edilmiş ve değiştirilmesi söz konusu olmayan tüm baskıcı fenomenler de normatif olarak nitelendirilir. ↩︎