Pazar, Kasım 24, 2024

Hepimiz Biraz Deleuze

-

EDİTÖR:
Meliha Çakır

-

Gilles Deleuze, 1925 yılında Fransa’nın Paris şehrinde dünyaya gelmiş ve hayatının büyük bir kısmını bu şehirde geçirmiştir. Birçok lisede öğretmenlik yapmış, 1957 yılında ise Sorbonne Üniversitesinde öğretim üyeliği pozisyonunda çalışmaya başlamıştır. Ardından, 1969 yılında Paris Üniversitesine atanmış ve emekliliğine kadar burada çalışmaya devam etmiştir.  

Öğretmenlik hayatı içerisinde birçok eser veren Deleuze, etkilendiği filozoflardan parçalarla kendi felsefesini yaratmıştır. Yaşamının son yıllarında kalp rahatsızlığı yaşamış ve bu duruma bir de dolaşım problemleri eklenince yazma eylemini gerçekleştiremez bir hale gelmiş. 1995 yılında, yaşadığı apartmanın penceresinden kendisini atarak intihar etmiştir.

Deleuze felsefesine tek bir giriş bulunmaz, nereden veya hangi konudan başlarsak o açıdan Deleuze’ü tanırız. Ben, yaratma eyleminden, köksap ve  yersiz-yurtsuzlaşma kavramından bahsedeceğim; ardından etkilendiği filozoflardan ve etkilediği kişilerden birisi olan Ulus Baker’e değineceğim. 

“Deleuze felsefesi bir sistem felsefesi değildir. Onun eserlerine girmek için tek bir kapı yoktur. Hatta ortada bir kapının olup olmadığı bile tartışmalıdır.“ (Erkan, 2019)

Şayet bir kapı yoksa, biz de bacadan girmeyi deneyelim.

Deleuzyen Felsefe

Deleuze’e göre felsefe, bir yaratma etkinliğidir; bu açıdan bakıldığında filozofun görevi de, yarattığı yeni kavramın anlamını oluşturmaktır. Felsefenin amacı ise, Deleuze için, hayatın yaratıcı eylemini açıklayabilecek yeni kavramlar oluşturmaktır. Aslında  felsefe yapan herkes fark etmeden birtakım kavramlar yaratır; bu kavramlarla oynar, şekillendirir, anlamlarını tekrar yaratır… Belki bu durum biraz deliliğe yol açabilir ama neyse ki hepimiz biraz deliyiz.

“Felsefe kavramlar oluşturmak, keşfetmek, üretmek sanatıdır… filozof, Kavram’ı keşfeder, onu düşünür… Filozof kavram dostudur, kavram üretme gücünü içinde taşır.” (Deleuze ve Guittari, 2001, s.12-14).

Bu bağlamda her yaratım, aslında kişiden birtakım izler taşır; yani birey bir olayı/kavramı tasvir ederken ister istemez kendi yaşantısını da belli eder. Nietzsche’nin “güç istenci“ kavramı, Descartes’in “cogito“su, Locke’un “tabula rasa“ öğretisi gibi… Kavramlar, öylece durup keşfedilmeyi beklemez; aksine ortada bir şey yokken var olmalı, yani üretilmelidirler.

“Kavramlar için ayrı bir gökyüzü yoktur. Onlar keşfedilmeli, üretilmeli, ya da asıl, yaratılmalıdırlar ve yaratıcılarının imzasını taşımadıkça da bir şey olamazlar.” (Deleuze ve Guittari, 2001, s.14).

Yarattığı felsefi kavramlar ve bu kavramlara yüklediği anlamlarla birçok alanda eser veren Deleuze, hareket halinde, değişken bir oluş felsefesi yaratmıştır. Deleuze, statik ve durağan bir ‘var olma’ yerine ‘oluş’ kavramını benimsemektedir; oluş, bir halden başka bir hale geçişin karmaşık ve çoklu halini ifade eder. Oluş bir süreçtir, bir halden öteki hale geçiş arasında öznelerin ve kimliklerin yer değiştirdiği uçuş hattıdır (Fleiger,2000). Bu felsefedeki en temel vizyon, Batılı düşünce tarzının dayandığı hiyerarşik, kodlayıcı ve kategorize edici bakış açılarını yapı-söküme uğratmaktır. Bu bağlamda Deleuze ve Guattari Kapitalizm ve Şizofreni (1983) adlı eserinin devamı niteliğinde olan A Thousand Plateaus(Bin Yayla) adlı eserinde ‘köksap‘ (rizom) kavramını ortaya koyarak yatay düşünme ve eylem formlarının imkanları üzerine düşünmeye başlamışlardır.

Köksap, yeraltında yatay olarak büyüyen ve dallanıp budaklanıp yeni filizler meydana getiren bir bitki türüdür.  Deleuze’ün  felsefesi fark ve tekillik üzerine kuruludur; farklı tekillikler bir köksap oluşturarak birbirleriyle etkileşim göstermesi düşüncesine dayanmaktadır (Erkan, 2019). Bir diğer deyişle, kavramların kökleri tek bir yere bağlı kalmamalıdır; bir çokluktan veya birçok kökten beslenmelidir. Bakalım köksap tarzında rizomatik düşünme nasıl oluyormuş.

Rizomatik Düşünce İle Devrim Yapmak

Köksapın İngilizce karşılığı olan ‘rhizome’ kelimesini köklerine ayırdığımızda, ‘rhizo’nun biçimleri kombine etmek anlamına geldiğini ve ‘rhizome’un ise kendisini yatay olarak köklü bir biçimde yayabilen, yeni bitkiler oluşturabilen bir bitki formu anlamı kendisinden çekip çıkartılır. Bu terimin Deleuze ve Guattari’nin kullanımıyla, köksap, ilişkisel ve çapraz bir düşünme biçimini ve düşünsel haritanın sabit bir varlık olarak inşasını takip etmeyen bir var olma biçimini betimleyen bir kavramdır (Deleuze & Guattari, 1987: 12). Dolayısıyla Deleuze, böylesine yeni bir kavramsallaştırma ile devrimci bir felsefe kurar.

Bu rizomatik düşünce biçimi, bana göre, birçoğumuzun farkında olmadan yaptığı bir düşünme eylemidir. Bir kavrama veya çıkarıma varmadan önce birçok konuda yatay olarak düşünmeye başlarız; bir konudan başka bir konuya geçeriz, içsel veya dışsal tartışmalar sonucunda da bir çıkarım yaparız. Bir diğer yandan ise, bir çıkarım yapmak için ya da bir tez/düşünce ortaya koymak için birçok kaynaktan/kökten faydalanırız. Aslında herkes, kendi düşüncesini (veya felsefesini) oluştururken birçok alandan beslenir  ve zamanla zihninde fikirleri şekillenir. Deleuze de yine rizomatik düşünce çerçevesinde kendi felsefesini oluştururken birçok filozoftan etkilenmiş ve yine birçok  alanda eserler vermiştir. Yine kendisi de tek bir kişiye ve alana bağlı kalmamış, birçok kökten beslenmiştir.

Kavramları Yersiz-Yurtsuzlaştırma

Deleuze, yukarıda bahsettiği gibi, bir kavramın anlamını yıkmak üzerine devrimci bir felsefe anlayışına sahiptir. Bu bağlamda Deleuze ve Guattari, kötü-iyi, çirkin-güzel, üst-alt gibi karşıt kavramlar üzerinden değerlendirilen Batılı düşünce geleneğini bir yapısöküme uğratmışlardır.  Diğer bir deyişle, Deleuze, kavramları köklerinden söküp tekrar anlamlandırmaya çalışmıştır.

  • Kavram sıralamasını tam tersi olarak yer vermemin sebebi, bu yapısöküme alışagelmiş söylem dizilimini kırmak istememdir… Kendimize şunu soralım, konuşurken ‘iyi ve kötü’ mü deriz yoksa ‘kötü ve iyi’ mi? Karşıt anlamlı kelime gruplarında öncelik neden iyi-güzel-yüksek-fazla gibi olumluluk içeren kelimelere aittir ?

Platon ve Aristoteles’ten itibaren bu güne dek Batılı düşünce tarihini belirlenimci ve hiyerarşik bir yapıda olduğunu ve ikili karşıtlıklar üzerine kurulu olduğuna dikkat çeken Deleuze ve Guattari, bu düşünme modelini bir ağaca benzeterek nitelendirirler. Bu bağlamda da köksap, ağaç imgesini yerinden etmeye ve yeniden yaratmaya çalışır. Bir ormanı oluşturan pek çok ağaçtır, dolayısıyla tek bir  ‘asıl ağaç’ yoktur. Bu açıdan bakıldığında, her şey köksapsal anlamdadır ve ağaç biçimli düşünme ise bu köksap modelinin boyutlarından yalnızca bir tanesini teşkil etmektedir(Sutton ve Jones, 2013, 21-22).

Aslında burada Deleuze ve Guattari, kendilerine özgü olan köksap düşünce metoduyla düşünme kalıplarını dağıtarak yersiz-yurtsuzlaştırmış ve ardından onları bu dağılım içerisinde tekrar düzenleyerek yerli-yurtlulaştırmışlardır.

  • Bir soru daha: Deleuze, bu kavramı neden ters bir dizilimde yaratmamıştır?

Yersiz-yurtsuzlaşma, bir bakıma göçebelik anlamını barındırmaktadır. Bu anlam,  toplum içerisinde yerleşmiş olan imgeler, pratikler, eylemler ve düşünceler bulundukları yerden (anlamdan) koparılarak başka bir yere (anlama) yerleştirilirler. Aslında bugün bizler de yersiz yurtsuz bir biçimde, oradan oraya anlamsal (özellikle toplum içerisinde değişen rollerimizle) olarak savrulmuyor muyuz?

Deleuze Nasıl Deleuze Oldu?

Herkes kendi felsefesini, etkilendiği kişilerden parçalarla oluşturur. Deleuze’ün etkilendiği filozoflar başta Guattari olmak üzere, Heideger, Spinoza, Bergson, Nietzsche, Foucault gibi isimler yer almaktadır. Soysal’a göre Deleuze ilk başta Hume’a yönelmiş, sonrasında Nietzsche ve Spinoza’da karar kılmıştır. Bu okumaya Kant, Bergson ve Leibniz de eklenebilir. Deleuze, Nietzsche felsefesi içerisinde yaşamı olumlamayı, oluşu, çoğulu, rastlantıyı bulmuştur. Başı olmayan dönüş ve güç istenci onun dikkatini çekmiştir (Soysal, 1996, s.23). Ben, daha çok Nietzsche ve Spinoza etkisine yoğunlaşacağım.

Deleuze’e göre Nietzsche’nin önemi, değerleri bir problem olarak ele alması ve değerlerin eleştirisini yapmasıdır. Bu bağlamda çağdaş felsefe büyük oranla Nietzsche’den beslenmiştir. Deleuze, Nietzsche’nin felsefesinde anlam üzerine yoğunlaşmıştır; ona göre Nietzsche felsefesinde bir “çokluk“ yer alır, yani her anlam bir öncekinden izler taşır. “Nietzsche’nin felsefesi, özündeki çokçuluk göz önünde bulundurulmadan anlaşılamaz ve doğrusunu söylemek gerekirse çokçuluk bir diğer türlü de görgücülük felsefenin kendisiyle bir gibidir. Çokçuluk, felsefenin icat ettiği tam da felsefeye özgü düşünce biçimidir… Bir olay, bir görüngü, bir kelime ve ne de bir düşünce yoktur ki çok anlamlı olmasın.” (Deleuze, 2000, s.6).

Diyalektik bağlamda bakacak olursak, Deleuze Nietzsche için bir antidiyalektikçi olduğunu belirtmiştir; yani diyalektik olumsuzlama Nietzsche için önemli değildir, onun için diyalektiğin yerini ayrım almıştır. Nietzsche, kendinde bir şeyi olumsuz ve olumlu olarak ayırmaz, iki zıt kavramı süreç içerisinde etki yaratan bir kuvvet olarak ele alır. Bu kuvvetin adı, istençtir. Her nesneyi birden fazla kuvvet etkiler ve kuvvet çoğuldur, dolayısıyla her kuvvet bir başkasıyla ilişki içerisindedir. Bu kuvvetin adı, istençtir; her istenç kendisini diğer bir istenç üzerinden değerlendirir ve bu yüzdendir ki Nietzsche’nin yaşamı olumlaması Deleuze’ün felsefesinde önemli bir yere sahiptir.

Deleuze’ün köksap kavramını yaratırken, Spinoza’dan yararlandığı noktaya değinmek istiyorum. Deleuze’e göre Spinoza düşüncesi içerisinde bir bilincin başka bir bilinçle karşılaşması daha yüksek bir bağlantıyı oluşturur ya da bağlantıyı bozar. “Bizler bilinçli varlıklar olarak bu birleşme ve dağılmaların etkileri dışında hiçbir şeyi kavrayamayız.” (Deleuze, 2011, s.23). Köksap kavramı da kendi içerisinde yaratıcı bir çokluk barındırır ve Deleuze köksap kavramını yaratırken Spinoza’dan faydalanmıştır. Bu noktada aklıma Ulus Baker’in sözleri geldi:

Kendinden vazgeçmeden başkasıyla varolma. Oysa Spinozist tarzda yaşamayan bizler ya başkasıyla varolurken kendimizden vazgeçeriz, ya da birlikte varolacağımız başkasının kendinden vazgeçmesini talep ederiz. Bu da mutlak bir mutsuzluk ve pasifliktir. Böylece sevgi gibi sevinçli bir duygu bile bir şantaja dönüşür.” (Baker, 2014).

Böyle büyük etkilere sahip bir olan  Deleuze’ün felsefesi temelde hümanist, diyalektik ve metafizik felsefelere karşı olan yaratıcı bir oluşu, güç istencini ve yaşam olumlamasını merkeze alır. Başta vermiş olduğum felsefe tanımında söylediği gibi kendi felsefesinde birtakım kavramları yeniden anlamlandırarak, kökünden sökerek yaratmıştır. Dolayısıyla, Deleuze’ün felsefesine bacadan değil de, yerin altından ilerleyerek anlatmış oldum.

Deleuze Etkisinde Bir İsim: Ulus Baker

Ulus Baker; ODTÜ öğretim üyesi, sosyolog, yazar, eleştirmen, çevirmen ve yerli filozof olarak anılır. Sosyoloji, felsefe, sinema, tarih gibi alanlarda olağanüstü bir bilgi birikimine sahip olan Ulus Baker, eserlerinde bu bilgileri bizlerle paylaşmaktadır. Kendisi dünyaya ait hiçbir şeye önem vermezmiş, günlerce aynı kıyafeti giyer, tek camı sağlam olan gözlükle dolaşırmış, bir zaman sonra gözlüğü kırıldığında ortasından selobant ile bantlamıştır. Yedi dil bilen Baker; Hegel, Spinoza ve Deleuze çevirileri yapmıştır ve bu çeviriler sayesinde Deleuze’ü bizlerle tanıştırmıştır.  

Yazıma, Ulus Baker’in sözleriyle son vermek istiyorum.

Neden diye sormuştu Deleuze, her aşk, her yaşantı, her olay bizi yaralıyor, paramparça ediyor? Neden bütün olaylar hep bir salgın, savaş, yaralanma ya da ölüm türünden?” Hiçbir zaman olayla eşitlenemiyoruz, diyordu Deleuze – hep ya çok erkeniz ya da çok geç kalıyoruz; ya çok aceleciyiz ya çok pasif, ya çok ilerdeyiz ya erişemeyecek denli uzakta. Ya şu: ”Bana çok zayıf kırılgan gelen hayatım kayıp gidiyor elimden”; ya da bu: ”Hayata karşı zayıf olan ben kendimim, beni altüst eden, benimle hiç bir alakası olmayan biricik şeylerini ortaya döküp saçan hayat…’‘(Baker, 2012)

Ya bizler geç kalıyoruz ya da önemli kişiler erken gidiyor…


Kaynakça

  • Baker, U. (2012). Dolaylı Eylem, Derleyen: Ege Berensel, Birikim Yayınları.
  • Baker, U. (2014). Yüzeybilim Fragmanlar. İstanbul: Birikim Yayınları.
  • Deleuze, Gilles and Félix Guattari (1987), A Thousand Plateaus: Capitalism and Schizophrenia, trans. Brian Massumi, Minneapolis: University of Minnesota Press.
  • Deleuze, G. (2000). Nietzsche ve felsefe, (F. Taylan Çev.). İstanbul: Norgunk Yayınları.
  • Deleuze, G. ve Guittari, F. (2001). Felsefe nedir?. (6. Bsm). (T. Ilgaz Çev.). YKY: İstanbul.
  • Deleuze, G. (2011). Spinoza, Pratik Felsefe. (A. Nahum ve U. Baker Çev.). İstanbul: Norgunk Yayınları.
  • Erkan, Ü. (2019). Gilles Deleuze Felsefesinde Temel Kavramlar ve Yeni Toplumsal Hareketler . OPUS International Journal of Society Researches , 13 (19) , 2627-2652 . DOI: 10.26466/opus.589030
  • Flieger, J. A. (2000) “Becoming- Woman: Deleuze, Schreber and Molecular Identification” in Ian Buchanan and Claire Colebrook (eds.) Deleuze and Feminist Theory, Edinburgh: Edinburgh University Press.
  • Soysal, A. (1996) Gücül ve güç metafizikçi olarak Gilles Deleuze, Toplumbilim, V(Gilles Deleuze Özel Sayısı), 23-25.
  • Sutton, Damian ve Martin-Jones, David. (2013).Yeni Bir Bakışla Deleuze. çev: Murat Özbank ve Yetkin Başkavak. İstanbul: Kolektif Kitap.
Aysima Hatunoğlu
Aysima Hatunoğlu
31 Ekim 1996 yılında İstanbul'da doğdum. Annemin tabirine göre, 3 yaşımda kitapların resimlerine bakarak hikayeler uydururmuşum. İlkokul yıllarımda kısa hikaye çalışmalarım oldu, kendimi bildim bileli yazı yazıyorum. Lisedeyken psikoloji alanına yöneldim ve öğretmenimin tavsiyesi üzerine Nietzsche okumaya başlamamla beraber tüm hayatım felsefeyle doldu. Bu durum belki biraz tanıdık gelebilir, insanlar genelde felsefe Nietzsche ile başlarlar, filozofumuz biraz aykırı olduğu için; ama benimkisi tavsiye üzerineydi, önce felsefesini okumaya başladım sonra da eserlerini. Lisede bana hep 'Nietzsche hatun' derlerdi, çünkü beni ne zaman görseler elimde bir Nietzsche kitabıyla dolaşırdım, bazı kavramları ve cümleleri anlamazdım, tekrar okurdum, başka kaynaklardan daha yalın anlatımlar bulup öğrenmeye çalışırdım; bugün de bu yöntemi kullanmaya devam etmekteyim. Elbette felsefeye olan ilgim Nietzsche ile sınırlı kalmadı; üniversitede sosyoloji okudum ama seçtiğim dersler doğrultusunda kendimi hep felsefe bölümü öğrencisi olarak hissediyordum, bilgimin üzerine yeni bilgiler ve yeni filozoflar ekledim, ama Nietzsche'nin yeri hep ayrı kaldı. Üniversite son sınıftayken, felsefe üzerine formasyon eğitimimi tamamladım ve P4C (çocuklarla felsefe) eğitimi aldım, atölye çalışmaları gerçekleştirdim; çocuklarla felsefe ve yaratıcı yazarlık atölyesine katıldım, bu alanda da bilgiler edindim. Daha önce yazarlık deneyimimi bir sosyoloji dergisinde gerçekleştirdim ancak maddi sebeplerden dolayı dergimiz kapatıldı. Şuan felsefe öğretmeni olarak çalışıyorum, aynı zamanda sosyoloji alanında tezli yüksek lisans eğitimime devam etmekteyim. Bana göre felsefe, doğru soruları sorma pratiğidir; bu sorulara verilen cevaplar ise bakış açısına göre değişir, bu bağlamda da öznellik taşır ve yorumsaldır. Kendi sorularımı ve cevaplarımı paylaşmak için, bu kez kendimce felsefeyi yazmak için buradayım.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz