Çarşamba, Mart 12, 2025

Melancholia ve Varoluşsal Kaygı: Bir Nihilizm Alegorisi

-

EDİTÖR:
Emir Omala

-

Danimarkalı yönetmen Lars von Trier, çağdaş sinemanın en tartışmalı figürlerinden biridir. 1956 doğumlu olan Trier, özellikle provokatif ve psikolojik derinliği olan filmleriyle tanınır. Sinema kariyerine 1984 yılında başlamış ve 1990’lı yıllarda Dogma 95 hareketinin kurucu üyelerinden biri olarak uluslararası alanda dikkat çekmiştir. Bu hareket, film yapımında gerçekçiliği ve doğallığı ön plana çıkaran bir yaklaşımı
savunur. Trier’in film dili, psikolojik derinlik, duygusal yoğunluk ve varoluşsal temalarla şekillenir. Filmleri genellikle insan ruhunun karanlık yönlerini ve toplumsal normlarla çatışmalarını işler. Trier, karakterlerini genellikle derin bir içsel boşluk ve varoluşsal sorgulama içinde sunar. Lars von Trier’in Melancholia (2011) filmi, bireysel bir ruh halinin, dünya çapında bir felaketle örtüşmesi üzerinden, insanların evrendeki
kırılganlıklarına dair derin bir sorgulama sunar.

Lars von Trier

Melancholia (2011)

Lars von Trier’in Melancholia (2011) filmi, insan psikolojisinin ve varoluşun en derin sorularına odaklanan bir başyapıt olarak kabul edilir. Kozmik bir felaketin, yani dünyaya yaklaşan ve sonunda çarpışacak olan Melancholia gezegeninin hikayesi, von Trier tarafından bireysel depresyon ve varoluşsal kaygının alegorisi olarak ustaca kullanılmıştır. Film, bu kozmik olayın, başkarakterler Justine ve Claire üzerindeki etkilerini merkeze alarak insan doğasının karmaşıklığını ve varoluşsal anlam arayışını inceler. Felsefi açıdan derinleştirildiğinde, film Schopenhauer, Sartre, Heidegger ve Nietzsche gibi düşünürlerin fikirleriyle zenginleşir.

Kirsten Dunst, Charlotte Gainsbourg ve Cameron Spurr Melancholia(2011) filminden

Filmin Açılış Sekansı: Kozmik Gücün Görsel İfadesi

Filmin yavaş çekimde ve müzikle bezeli açılış sekansı, yaklaşan gezegenin yarattığı felaketin önsözü niteliğindedir. Bu sahneler, Gotik bir estetikle insanın kozmik ölçekteki önemsizliğini ortaya koyar. Wagner’in Tristan ve Isolde operasından alınan müzik, hem trajik hem de aşkın bir atmosfer yaratır. Jung’un arketip teorisine göre, bu sekanslar bilinçdışı güçlerin bir yansımasıdır; Melancholia gezegeni, hem yıkıcı bir
anne figürü hem de kaçınılmaz sonun sembolüdür (Jung, 1981).

Kirsten Dunst, Melancholia(2011) filminden

Justine: Nihilizm ve Melankolinin Simgesi

Justine karakteri, varoluşsal boşluk ve anlamsızlık duygusunun somut bir yansımasıdır. Arthur Schopenhauer’in acı ve melankoli üzerine düşünceleri Justine’in yaşamında derin bir karşılık bulur. Schopenhauer, “Hayat, sürekli bir acı ve hayal kırıklığı döngüsüdür. İstekler ve arzular, tatmin edildiğinde bile yeni acılara yol açar.” (Schopenhauer, 2014: 132) der. Justine’in düğün gecesinde gösterdiği huzursuzluk ve
sonunda gelen çöküşü, yaşamın bu acı dolu gerçekliğini reddetmeye olan eğilimini temsil eder. Onun melankolisi, sadece bireysel bir duygu durumunu değil, aynı zamanda insanın evren karşısındaki anlamsızlığını ve çaresizliğini yansıtır. Justine’in gezegenin yaklaşmasına yönelik tavrı, Nietzsche’nin nihilizm kavramını akla getirir. Nietzsche, “Tanrı öldü ve biz onu öldürdük; şimdi ne yapacağız?” (Nietzsche, 2020: 125) diyerek modern insanın anlam arayışının sonlandığını ve artık kendi anlamını yaratmak zorunda olduğunu ifade eder. Justine için bu anlam yaratma süreci, her şeyin anlamsız olduğunu kabul etmektir. Gezegenin yaklaşması ve kıyametin kaçınılmazlığı, Justine’in özgürlüğünü bulduğu noktadır. Bu, onun için evrensel kaosun, içsel huzurun anahtarı olduğu anlamına gelir. Justine’nin nehir kenarında çıplak olarak uzanıp Melancholia gezegenine baktığı sahne, onun kozmik ölümü kucaklayışının en güçlü ifadesidir. Heidegger’in “ölüm bilinci” kavramı bu sahnede hayat bulur; Justine, kendi sonluluğunu ve dünyanın sonunu kabullenerek otantik bir varoluşa ulaşır (Heidegger, 1962: 274). Justine, kendi varoluşunun ve ölümün getirdiği sorumluluğu taşıyarak huzuru bulur. Sartre’ın “özgürlüğe mahkûm olmak” fikrini somutlar: “İnsan özgürlüğe mahkûmdur; çünkü özgürlüğünü ararken sürekli bir sorumluluk taşır ve bu sorumluluk daima acıyla doludur” (Sartre, 2023: 45).

Kirsten Dunst, Melancholia(2011) filminden

Claire: Varoluşsal Kaygı ve Korkunun İfadesi

Claire, Justine’in tersine, yaklaşan kıyametin yıkıcılığı karşısında korku ve kaygı ile hareket eden bir karakterdir. Heidegger, Varlık ve Zaman’da, “Varoluşun anlamı, onun sonluluğunda yatar ve insanın ölümlülüğünü kabul etmesi, otantik bir yaşam sürmesinin tek yoludur.” (Heidegger, 1962: 247) der. Claire, bu ölümlülüğü ve sonluluğu kabullenemeyen bir figürdür; insani bağlarına ve sosyal güvence arayışına sarılarak anlam bulmaya çalışır. O, hem kendisi hem de sevdikleri için bir kurtuluş yolu ararken, Heidegger’in “varoluşsal kaygı” dediği kavramı tam anlamıyla yaşar. Claire’in kaygısı, yalnızca ölüm korkusu değil, aynı zamanda insanın bilinçli varoluşunun son bulması
korkusudur. Claire son ana kadar çırpınır, anlam ve güvenlik arayışını sürdürür ve bunu, sevdiklerine olan bağı üzerinden yapar. Filmde, Claire’in dünyanın sonunun geldiğini bildiği halde annelik içgüdüsüyle verandada oturup çocuğunun üzerine battaniye örttüğü sahne,
insanın bilinçli varoluşun sona ereceğini bilmesine rağmen sevdiklerine duyduğu sorumluluğu ve umut kırıntısını koruma çabasını simgeler. Simone de Beauvoir’ın özgürlüğün kaygıyla çevrili olduğu düşüncesini çağrıştırır. Beauvoir, “Özgürlük, insanın kendi iradesiyle eyleme geçme yetisidir; ancak bu eylem, kaygı ve belirsizlikle çevrilidir.” (Beauvoir, 1948: 105) der. Claire, özgürlüğü ve güvenliği aynı anda arar, bu
da onu sürekli bir çatışma içinde bırakır. Justine’in huzur bulduğu yerde, Claire’in kaygısı doruğa ulaşır; çünkü Claire, dünya ile kurduğu bağları koparamaz. Bu, onun özgürlüğünü ve otantik bir varoluşu bulmasını engeller.

Charlotte Gainsbourg ve Cameron Spurr, Melancholia(2011) filminden

Melancholia’nın Kozmik Alegorisi

Filmde gezegenin yaklaşması, sadece fiziksel bir yıkım tehdidi olarak değil, aynı zamanda bir içsel çöküş ve yeniden doğuşun simgesi olarak görülür. Nietzsche’nin bengi dönüş kavramı, bu kozmik döngüde yankılanır. Nietzsche, “Eğer bu hayatı ve onun her anını sonsuz kez yaşamaya katlanamıyorsan, o zaman varoluşun anlamını sorgulamalısın” (Nietzsche, 2020: 180) der. Justine, yaklaşan gezegenle birlikte bu
bengi dönüşe olan tepkisini gösterir: tekrar eden hayata ve onun acılarına artık katlanmak istemez. Nihilizm ve anlamın yokluğu onun için bir son değil, özgürleştirici bir gerçekliktir. Bu noktada, Schopenhauer’in “acıdan kaçış” düşüncesi devreye girer. Gezegenin yaklaşması, insanın arzularının ve umutlarının son bulmasını temsil eder. Justine, arzularından kurtulmuş ve bu nedenle gerçek özgürlüğünü bulmuş görünür. Bu, onun için mutlak bir teslimiyet ve huzur anlamına gelir; bir nevi ölüm, yaşamın getirdiği acılardan kurtuluşun simgesidir.

Melancholia(2011)

Varoluşsal Tezat: İnsan ve Doğa

Von Trier, filmde insanın doğa karşısındaki çaresizliğini ve küçüklüğünü de vurgular. Heidegger’in doğa ile insan arasındaki ilişkiye dair görüşleri, birçok sahnede öne çıkar. Heidegger, “İnsan, doğayı kontrol etmeye çalışır; fakat doğa karşısında daima yetersizdir” (Heidegger, 1962: 301) der. Melancholia’da, gezegenin dünyaya yaklaşması, insanın doğa üzerindeki kontrolünün bir illüzyondan ibaret olduğunu
hatırlatır. Bu yıkıcı kozmik olay, insanın anlam arayışının ne kadar kırılgan olduğunu gösterir. Claire’in son ana kadar barınak arayışı, insanın doğa karşısında ne kadar çaresiz olduğunu gösterirken, Justine’in gezegenin yaklaşmasını kucaklaması, varoluşun kaçınılmaz sonunu kabullenmenin huzurunu temsil eder.

Kirsten Dunst, Charlotte Gainsbourg ve Cameron Spurr, Melancholia(2011) filminden

Ölüm Bilinci ve Otantik Varlık

Film, Heidegger’in “ölüm bilinci” kavramını en somut haliyle işler. Heidegger, “Ölüm, varoluşun otantik olmasını sağlayan yegâne şeydir. Ölüm, kişinin kendi sonluluğunu ve bu dünyadaki varlığının geçiciliğini hatırlamasını sağlar.” (Heidegger, 1962: 274) der. Justine, ölümün ve yaklaşan kıyametin bilincinde, bu gerçeği kucaklayarak varoluşunun en otantik haliyle yüzleşir. Claire ise, bu bilinçten uzaklaşarak ve kaçınarak varoluşunun otantikliğini kaybeder. Justine’in son sahnedeki dinginliği, Sartre’ın özgürlükle ilişkilendirdiği bulantı hissini aşmış olmasını gösterir. Sartre, “Özgürlüğün getirdiği bulantı, insanın kendi sorumluluğunun ve seçimlerinin ağırlığını hissetmesidir.” (Sartre, 2023: 59) der. Justine için, özgürlük ve ölüm birbirine paralel hale gelir. Ölüm, onun için sadece fiziksel bir son değil, tüm kaygıların ve sorumlulukların son bulduğu bir anlama gelir.

Kirsten Dunst, Melancholia(2011) filminden

Görsel ve İşitsel Sembolizm

Von Trier, filmdeki ışık, renk kullanımı ve Wagner’in operatik müziği ile, filmin felsefi altyapısını pekiştirir. Mavi tonların ağırlıkta olduğu sahneler, melankoliyi ve kozmik kaygıyı vurgular. Wagner’in Tristan ve Isolde operası, aşk ve ölüm temalarını güçlendiren bir fon olarak kullanılır ve Justine’in teslimiyetini daha anlamlı kılar (Jung, 1981).

Kirsten Dunst, Melancholia(2011) filminden

Sonuç ve Felsefi Derinlik

Melancholia, insanın varoluşsal kaygılarını, özgürlüğünü ve anlam arayışını tartışırken, Schopenhauer, Nietzsche, Sartre ve Heidegger’in felsefi düşünceleriyle zenginleştirilmiş derin bir anlatı sunar. Justine’in melankolisi ve gezegenin yaklaşmasına karşı duyduğu huzur, varoluşun anlamsızlığına dair en radikal kabullenişi temsil ederken Claire’in kaygıları ve bağlılıkları, insanın anlam arayışının ve güvenlik
ihtiyacının karmaşıklığını gösterir. Film, bu karşıtlıklar aracılığıyla, özgürlüğün ve varoluşun anlamının, belirsizlik ve kaygı içinde yeniden değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koyar.


Kaynakça

Taner Akıl
Taner Akıl
Taner Akıl, 25 Nisan 1988 doğumlu, Balıkesir Üniversitesi mezunu bir yazar ve sanat tutkunu. İzmir'de yaşayan Taner, kelimelerle olduğu kadar seslerle de yaratıcı bir dünyada etkileşimde bulunuyor. Sanatın ve insan ruhunun derinliklerine inmek onun için vazgeçilmez bir yolculuk. Sinema, edebiyat ve felsefe konularında derinlemesine bir bilgiye sahip olan Taner, insan ilişkilerinde hissettikleri yalnızlık ve izolasyonun yarattığı içsel yolculukları yazılarına yansıtarak, okuyucularını bu keşiflere davet ediyor.

4 YORUMLAR

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz