Zihin felsefesi içinde başat bir yere sahip olan qualia, bilinç durumunun öznel niteliklerini ifade etmektedir. Qualia, bilinçli deneyimimizin öznellik ve niteliksellik özelliklerini öne çıkararak entelektüel perspektifin dışsal ve nesnel konumlanışına itiraz etmektedir. Peki tüm bu iç ve dış oluş ne anlama gelmektedir?
Günlük hayatımızda deneyimlediğimiz sevinç, hüzün, korku türünden duyguların bize içkin olduklarını bilir ve bunları dilsel ifadelerle dışa aktarmayı deneriz. Bazen bu iç gözlemlerimiz dilin sınırlılığı içerisinde ifadesiz kalır ve ben olmanın neliğine gömülü olduğumuzu fark ederiz. Her ne kadar belli çatı kavramlar kullanarak örneğin; aşık olduğumuzda hissettiklerimizi kavramsallaştırmaya çalışsak da ‘ben’in aşık olmaklığının ne demek olduğu ontolojik öznelliğimizle sınırlanır. Anlam içeriğinin verisini şubjeden dolayımsız çekmemiz mümkün değildir. Peki bu dilsel ifadelerimiz duyumun kendisine indirgenebilir mi? Dahası zihni bir deney alanı olarak ele alan bilimsel perspektif benim duygu deneyimimi matematiksel bir modellemeye indirgeyebilir mi? Ya da bu varsayımsal modelleme benim acı dediğim şeye özdeş midir ? Nasıl olur da beyin dediğimiz maddesel yapı bende öznel bir duruma sebep olabilir?
16.yy filozoflarından olan Rene Descartes zihin-beden problemine düalist bir çözüm getirdiğinde, bedeni niteliksel olarak yer kaplayan zihni ise düşünen olarak ikiye ayırmıştı. Bu düalitenin kesişim noktasını ise beyindeki epifiz bezine işaret ederek, açıklamayı ardıllarına bırakmıştı. Asıl soru olan zihnin bedendeki olaylara nasıl olupta sebep olabileceği ise yanıtsız kalmıştı. Descartes bize bir yer tayin etmişti ancak zihin felsefesinin tanınmış isimlerinden John Searle’ün de diyeceği gibi bu durumda “Zihinsel olarak zihinsel olan fiziksel değil, fiziksel olarak fiziksel olan da zihinsel değildi”.(Searl,2021,s.15). Bu ise bizi “makinediki hayalete” geri götürecekti.
Bedenin zihin üzerinde nasıl olup da etki yaptığı, zihnin ise bedeni nasıl harekete geçirdiği türünden sorular düalizmin bilimsel dünya görüşüyle uyuşmaması ve açıklamasız kalışı sebebiyle yeni cevapları beraberinde getirdi. Monist görüşlere yüzümüzü döndüğümüzde materyalist anlayış; var olan gerçekliğin maddesel ve fiziksel olduğu ve dolayısıyla zihinsel olanın da bu türden bir indirgemeyle açıklanabileceği düşüncesindeydi. Bu görüş içerisinde karşımıza çıkan davranışçı ekol zihni bir black box olarak nitelendirirken input ve output arasında kalan alanı (yani zihni) bir paranteze alarak, ancak uyaran ve davranışlar üzerinden objektif sonuçlara gitmenin bilimsel bir yöntem olarak kullanılabileceğini savundu. Böylelikle nesnel olarak test edilebilir olan kısım yani zihne gelen uyaran girdileri ve bunun sonucu olarak meydana gelen davranış çıktıları bilimsel bir veri işlevi görebilecekti. Sonuçta başkalarının zihinlerini dolaysız olarak bilmek mümkün olmadığından bilinebilenleri ölçüt almak gerekecekti. Ancak burada paranteze alınan öznel zihnin ontolojik deneyimi epistemik nesnellikle perdelenerek deneyimin ontolojik doğasını da nesnelleştirmek gibi bir soruna yol açmaktadır. Zihin ve onun özgün içeriği hâlâ bir kara kutu olarak kalırken, zihin durumları davranışlara indirgenecektir.
Canlı insan doğamızda hepimiz belli türden acı, ağrı, duyumlarını kendi bilinç düzeyimizde deneyimleriz. Fakat bunların doğası deniz, gökyüzü türünden nesnel bir ontolojiye sahip değildirler. Acı, ağrı türünden duyumlar varolmak bakımından öznel bir içeriği, bir hissedilişi, bütünlüklü bir dizi kavrayışı gerektirirler ve bu haliyle nitelcelerdir. Bu nitelceyi deneyimlediğimde, örneğin diş ağrısı ile bu ağrıya karşılık olarak gösterdiğim davranış ağrının kendisi olmadığı gibi tek tek özneler de zaman ve mekan bağlamından kopuk ortak bir davranış sergilemezler. Searle konuyu davranışçı bir çiftin sevişmesi sonrası arasından geçecek bir diyalog üzerinden şöyle özetleyecektir. “Senin için güzeldi. Benim için nasıldı?” (Searl,s.60). Bir davranışçı başka bir öznenin davranışı üzerinden bilinç durumunu açıklarken, kendi bilinç durumunu da davranışından çıkarmak durumunda kalabilir. Dilbilimci olan Noam Chomsky ise zihni paranteze alarak yani zihne bakmadan dilsel öğrenmenin mümkün olamayacağı eleştirisini getirecektir.
Bir diğer materyalist görüş olan fizikalist yaklaşım da qualia problemini dışarıda bırakmakla eleştirilecektir. Fizikalist yaklaşım üzerinde temellenen özdeşlik kuramı olarak bilinen kurama göre, zihin süreçleri tümüyle beyin olayları ile özdeştir. Yani zihin durumlarında olan her şey fiziksel, nörobiyolojik bir açıklamaya tabiidir ve nörobiyolojik süreçlerle açıklanabilen bilinç, zihin süreçlerini meydana getirir. Böylelikle elimi sobaya değdirdiğimde hissettiğim acının duyu reseptörlerim tarafından algılanıp sinir hücrelerim aracılığıyla beynin sorumlu bölgesine iletilip uygun tepkiye yol açan nörobilimsel bir açıklamasını yapabiliriz. Ama bir dakika? Bu açıklama benim acı duyumumla özdeş şeyler midir? Yine başa sarmışız gibi görünüyor.
Bu sorunun bizi götüreceği nokta düalizmin göbeğidir. Yani soru, nasıl oluyor da beynimin içindeki o vıcık vıcık madde bilinçli bir deneyime neden olabiliyor ve nasıl oluyor da nesnel olarak bilinebilen beyin ve nöral iletiler öznel deneyime neden olabiliyor. Objektif olarak gözlemlenebilen nöron ateşlemeleri subjektif yeşil renk algılarını nasıl oluşturur?Bu iki hidrojen ve bir oksijen atomunun suyu oluşturmasından farklı bir şeye benziyor.
Searl bu konuda fizikalistlerin bir mantık hatası yaptıklarını düşünerek, ontoloji-epistemoloji ayrımını koyar. Örneğin susuzluğu ele alalım. Susuzluğun biyokimyasal sürecini açıklamak epistemiktir yani bu bilginin konusunu oluşturur. Oysa susuzluğun saf hissi bir var olanın öznel deneyiminde mümkün olmakla ontolojinin konusunu oluşturur. Birinci durumda susuzluğun anlamını genişletmek bakımından kusursuz bir nedensel açıklama yapabilirsiniz. Ancak benim susuzluk deneyimimin öznel ontolojisi bu açıklamaya indirgenemeyecek bir fenomene işaret etmektedir.
Sonuç itibarıyla fiziksel süreçlerin açıklanması zihinsel süreçlerden farklı şeylerdir ve bu ikisi birbirine indirgenemez .Dahası bir bilinç durumunun epistemik olarak bilinebilmesi başka bir bilinç öznesi tarafından eksiksiz bir öteki bilinç deneyimini gerektirecektir.Varsayımın gerçekleşmesi durumunda ise deneyimleyen bilinç öznesi qualia’sından vazgeçmekle deneyimlediği bilinçle aynı kişi olacaktır.
Netice itibariyle qualia tüm öznelliğiyle gizemini koruyacaktır.
Kaynakça
- Searle,J.L (2018) Bilincin Gizemi. Çev. İlknur Karagöz İçyüz. İstanbul:Küre Yayınları
- Searle.J.L(2021) Zihin-Kısa Bir Giriş Çev. Deniz Saraç. İstanbul:Albaraka Yayınları
- Searle J.L(2004) Zihnin Yeniden Keşfi Çev. Muhittin Macit İstanbul:Litera Yayıncılık
- Ahmet F. Silifke Bergson’un Zihin Felsefesinde Qualia :Bilinç Durumlarının Nitelikselliği ve Öznelliği Yapay Zeka ve Zihin Felsefesi Dergisi Cilt:3 Sayı:2 Aralık 2020
- Vedat Çelebi Zihinsel Süreçlerin Fiziksel Olarak Açıklanması Problemi ve Fizikalizm Eleştirisi Felsefe Dünyası 2015/Yaz Sayı:61