İnsanın varoluşsal özgürlüğünü ve iradesini kanıtlama içgüdüsü her zaman bir şekilde ortaya çıkmış ve üzerinde tartışmalar yapılmasına sebep olmuştur. Bu tartışmayı insanın kendi hayatı üzerinden yürütebilmesi içinse derin bir felsefe yapması gerekmektedir. Sea Haven’da yaşasa bile…
İnsanın bu felsefi akıl yürütmeyi yapabilmesi için özgürlüğünü sorgulaması şarttır. Her şeyden önce insan, içinde bulunduğu toplumun yapı taşıdır ve bu özelliğinden ötürü içinde bulunduğu toplumun ayrılmaz bir parçası ve aynasıdır. Kendisini sorgulamak isteyen birey öncelik olarak bulunduğu toplumu sorgulayarak başlamalıdır. Toplumun bireye empoze ettiği yapmacık davranışsal kalıplar bireyi aslında hiç olmadığı bir karaktere büründürerek içsel bir çatışmaya sürüklemektedir. Truman, içerisinde yaşadığı toplumun günlük klişelerine –günaydınlara, iyi günlere ve iyi gecelere- kendisini kaptırarak adeta kendi özünden ve tininden uzaklaşmıştır. Bu öyle bir uzaklaşmadır ki yapay karakterlerden birinin izdüşümü olmaya yüz tutmuş ve bir benlik çatışması olmaya kadar uzanmıştır. Nietzsche’nin üstinsan teoreminin perspektifinden bakacak olduğumuzda; filmin başındaki par sisteminin (sahne aydınlatma ışığı) başımıza düştüğü hissiyatı ile irkilsek de, Truman hala Mozart’ın K 331 sonatıyla ve yapay güneşin aydınlanışıyla uyanan deve statüsünden ileriye geçememiştir.
Sea Haven Ütopyası ve Nietzsche’nin Üstinsan (Übermensch) Analojisi
Nietzsche’nin üst insan teorisi, bireyin geleneksel değerlerini aşarak bireyselliği, yaratıcılığı ve özgünlüğü ön plana çıkaran bir ideale ulaşmasını ifade etmektedir. Üstinsan, kendini aşmış, geleneksel normlara ve değerlere karşı çıkan, kendi değerlerini yaratan, hayatı yaratıcı bir şekilde yaşayan bireyi simgelemektedir. Deve metaforu Nietzsche’ye göre, toplumsal normları ve mevcut düzeni sorgusuz kabul eden, sürü psikolojisine kendini kaptıran insan olarak betimlenmektedir. Deve, aslan ve bebek aşamalarını oluşturan üstinsan teorisindeki deve metaforu, insanların sürü psikolojisi içinde hareket ettiği ve bireyselliği bastırdığı duruma tekabül etmektedir. Truman’ın deve olarak devam ettiği bu ütopik dünya, Truman’ın Lauren ile tanışmasından sonra spot ışıklarını yavaşça söndürmeye başlamıştır. Truman bu evrede deveden aslana geçmiştir. Yani toplumun baskıladığı değerlerin bilincini kazanarak bu baskıya savaş açmıştır. Nietzsche, bu noktada varoluş problemini problem olmaktan çıkararak insanın özgür iradesinin mümkün olduğuna değinmektedir (Atışar, 2019). Önemli olan bu özgürlüğe giden yolda sosyolojik engellerin, dogmatik kalıpların ve sistemin dayattığı apolitik kuralların üstesinden gelerek Fiji’ye doğru yola çıkmaktır. Bu engeller aşılmak istendiğinde, bizi korkutan kültürel dalgalar teknemizi alabora etse dahi tıpkı Truman’ın Fiji’ye olan arzusu gibi tekrar hayata dönmemiz imkân dâhilinde olacaktır. Aksi takdirde Kierkegaard’ın da söylemiyle insan içerisinde izole olduğu toplumda kendi benliğini kanıtlamadıkça özgün bir profil oluşturamayacak ve anonimleşip kaybolacaktır (Durna, 2019). Bizim benliğimizi hayatta tutmaya çalışmamız ise ancak kendi duvarlarımızın farkındalığını kazanarak bu duvarların ötesini merak etmekle başlayacaktır. İşte o zaman hakikat arayışı başlayacak, insanı içeriden kemiren özgür benlik istenci kelepçelerinden kurtularak mağarasından çıkacaktır. Bu mağara kimi için yozlaşmış kültürlerin, klişeleşmiş değerlerin toplamından ibaret olsa da kimi içinse sınırsız güzelliklerin, süslü insani ilişkilerin ve her şeyin yolunda olduğu sorunsuz bir hayatın varlığından ibaret olabilmektedir. Peki, insan neden kusursuz olan ütopik bir dünyadan rahatsız olmaktadır? Çünkü bireyin yaşadığı varoluş problemi, bireyin ruhunu hapishane içerisinde hissettirerek hayatını kamera kadrajından ibaret saymaktadır. Birey böylelikle kendi benliğinden istemsiz bir şekilde ödün vererek karakterinde ben-başkası1 problemi yaşamaktadır (Kul, 2019).
Ontolojik Perspektiften Truman Burbank Analizi
Camus, “Sisifos Söyleni” isimli eserinde Sisifos karakteriyle insanın hem dünyaya hem de kendisine yabancılaşmasını ele almaktadır. Bu yabancılaşma hayatın monotonluğundan, sahte ilişkilerin varlığından ve sahte düzenin sistemsel döngüsünden kaynaklanan bir durumdur. Sisifos bu noktada Truman ile aynı yolda kesişmektedir. Aynı şekilde Sartre’ın “Bulantı” eserinde yer alan Roquentin, kendini ve dünyayı anlamsız ve yabancılaşmış bir şekilde deneyimlemektedir. Zaman zaman nesneler, insanlar ve mekânlar ona yabancılaşmış, anlamsız ve tuhaf gelmektedir. Aynı Truman Burbank’in yaşadığı ütopyanın reklamlarla ve ticari çıkarlar sonucu sergilenmek amacıyla oluşturulmuş metalarla donatılması gibi… Bu eserde yabancılaşma kavramı, insanın çevresi ve kendi benliğiyle ilişkisinin bozulduğu bir durum olarak ele alınmaktadır. Roquentin, varlıkla ilişkisinde bir tür kopukluk ve tuhaflık hissetmektedir. Bu durum, Sartre’ın varoluşçuluk anlayışının bir yansımasını yaratmaktadır. Roquentin, dünyanın ve kendi varlığının anlamsızlığını deneyimleyerek, yabancılaşma hissi ile içsel bir mücadele yaşayarak adeta Truman’a atıfta bulunmaktadır. Yabancılaşmanın ruhumuzda yarattığı yalnızlık duygusu, toplumdan soyutlanmanın acı verici yanı fakat bir o kadar da özgürlüğün başlangıcı olmaktadır. Toplum içerisinde kendi değerlerinin özerkliğini ilan eden insan aklı, bu evrede artık Nietzsche’nin toplumla savaşan aslan konumundan bebek konumuna gelerek Truman’ın çarptığı duvarın diğer tarafına geçmektedir.
Sonuç
İnsanın varoluşçu sorgulamalarında beliren fırlatılmışlık2 duygusu; insanı çocukluğundan itibaren kaotik bir ortama düşmüş, bu ortama fırlatılmış olarak kendisini göstermektedir. Bu yabancılaşma ve kendini toplumdan ayırt etme, bireyi kurulu bir düzenin ve adeta fabrikasyon ürünü gibi birbirine benzeyen insanların içerisinde farklı görme (fırlatılmışlık) hissine sürüklemektedir. Dolayısıyla bu rahatsızlık, bireyin her zaman hakikat arayışına, Fiji’ye yelken açmasına neden olacaktır.
Truman Burbank’e adeta ithamda bulunan çok saygı duyduğum yazar İsmet Özel’in “Amentü” şiirini varoluşçu yazardan varoluş savaşı veren karaktere armağan ediyorum:
…ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman
bu söz asıl anlamını kavradı
geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasında
geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı
kararmış rakamların yarıklarından sızarak
bu söz yüreğime kadar alçaldı
damar kesildi kandır akacak
ama kan kesilince damardan sıcak
sımsıcak kelimeler boşaldı
aşk için karnıma ve göğsüme
ölüm için yüreğime sürdüğüm ecza uçtu birden
aşk ve ölüm bana yeniden
su ve ateş ve toprak
yeniden yorumlandı.
Dipnot
- Ben-başkası problemi (Self-Other Problem), özellikle varoluşçuluk ve fenomenoloji gibi felsefi yaklaşımlarda ele alınan bir kavramdır. Bu problem, insanın kendi benliği ile diğer insanların benlikleri arasındaki ilişki ve ayrımı anlamaya çalışırken ortaya çıkar. Kısacası, “Ben kimim?” ve “Diğerleri kim?” sorularını ele alırken ortaya çıkan karmaşıklığı ifade eder. ↩︎
- Fırlatılmışlık; insanın dünyaya “rastgele” geldiğini ve kendi iradesi olmadan bir zamanda ve bir mekânda doğduğunu ifade eder. Yani, insan nerede ve ne zaman doğduysa, bunlar kişinin kendi tercihi olmaksızın belirlenmiş ve rastgele gerçekleşmiştir. ↩︎
Kaynakça
- Atışar, B. (2019). Ni̇etzche’de üsti̇nsan anlayışı [Yayımlanmamış yüksek lisans tezi]. İğdır Üni̇versi̇tesi̇.
- Durna, H. (2019). SOREN AABYE KIERKEGAARD FELSEFESİNDE BİREY OLABİLMENİN İMKÂNI [Yayımlanmamış yüksek lisans tezi]. Si̇̇vas Cumhuri̇̇yet Üni̇̇versi̇̇tesi̇̇.
- Kul, H. (2019). Jean paul sartre’da başkası ile ben arasındaki ilişki bağlamında bakış fenomeni [Yayımlanmamış yüksek lisans tezi]. Muğla Sıtkı Koçman Üni̇versi̇tesi̇.
Duyusal ilintilerin yanılgısal hissine kapılmak, bilinen gerçeğin üstünü örterek yasayan bedenimizi gerçek hissettiriyor. Ama bulantı verici bir rüyadan ibaret. Bunu bilmek acı hissettirmedigi anlamına gelmediği gibi üstüne üstlük nedeni soğuk hava olmayan bir titreme oluşturuyor bedende.
Bulantımız bizi diğer insanlardan farklı kılacak içsel bir yolculuk. Derin bir felsefe…Yaklaşımın yazımı özetler nitelikte ontolojik bir yaklaşım olmuş. Değerli yorumun için teşekkür ederim.