Her gün aynı güne uyansanız ve sonsuz bir döngüsellik içinde aynı hayatı yeniden ve yeniden yaşasanız yaşamınızı nasıl anlamlandırırdınız? Bu soru şimdilik burada dursun ve hadi gelin sizinle beraber sonunda cevabına ulaşacağımız bir yolculuğa çıkalım.
Mitolojik Olarak Yılan Figürü
Ouroboros yılanı, kuyruğunu ısırarak bedeni ile tam bir çember oluşturan mitolojik bir figürdür. Kökeni Antik Mısır’a kadar dayanmaktadır. Bu sembolün formu kendi kendine çoğalabilme, süreklilik ve sonsuz bir yaşama geri dönüşe atıfta bulunmaktadır. Çember şeklinin aynı zamanda doğanın bütünlüğü, gökyüzü ve yeryüzünün birbirini tamamlaması anlamlarına geldiği de düşünülmektedir. (Gardin ve Olorenshaw, 2014)
Antik Mısır’da “Mehen” adı verilen yılan ilk olarak Tutankhamun döneminde M.Ö. 14. yüzyılda ortaya çıkmıştır ve söz konusu daire biçimli yılan figürü zamanın oluşumuna ve akıp gitmesine işaret eder. Güneş nasıl yer yüzüne hayat veriyor; mevsimlerin oluşması ve yaşamın yeniden canlanmasını simgeliyorsa yılan figürü de aynı şekilde derisini değiştirmesi yani yenilenmesi ve yeniden var olması ile benzer bir sembol oluşturmaktadır. (Erden, 2016)
Güneşin yanı sıra yılan ile ilişkilendirilen bir diğer unsur ise şaşırtıcı şekilde yumurtadır. Yumurtanın pek çok inanışta doğumun ve evrenin yaratılışının sembolü olarak görüldüğüne dair bilgiler mevcuttur.
Ouroboros, aynı zamanda Orta Çağ İngiltere’sinin mitlerinden biridir ve yine kendini yenilemeyi temsil eden bir semboldür. Eflatun’a göre ise evrendeki ilk varlık Ouroboros benzeri, kendi kendini sürekli yiyen bir varlıktır. Uzuvlarının hepsi bu varlığın kendinden ortaya çıkmaktadır. Simyacılara göre Ouroboros ölümsüzlüğün sembolüdür ve onlar ölümsüzlüğü arayan herkesin “prima materia” (ana madde) olarak insanın kendini incelemesi gerektiğini vurgularlar.
Günümüzde ise mitolojik bir figür olan Ouroboros yılanı ile kök hücre arasında benzerlik kurulmaktadır. Ouroboros’un kendi uzuvlarını kendi oluşturabilme yeteneği embriyonik kök hücrelerin uygun sinyallerle organlara dönüşmesine benzetilir ve bu yılanın sürekli kendinden kendini oluşturması, pluripotent kök hücrelerin kendini yenileme özelliğine benzer. (Güneş, 2015)
Bengi Dönüş ve Ouroboros Tasviri
Nietzsche’nin eserlerine baktığımızda bengi dönüş düşüncesinden doğrudan bahsedildiğini görmeyiz. Düşüncenin arka planında Herakleitos ve Empedokles’ten etkilenmiş olduğu bazı durumlar bulunmaktadır. Felsefe ve tragedya arasındaki bağlantıda Empedokles’in etkisi; zamansallık kavrayışı ve oluşu gerekçelendirmesinde Herakleitos’un etkileri görülür. Ancak Empedokles’deki reenkarnasyon kavramının bengi dönüş ile aynı anlama geldiğini düşünmek hata olur çünkü reenkarnasyon düşüncesinde her hayat farklı şekilde yaşanır. Oysa bengi dönüş farklı hayatları değil, aynı hayatı sonsuza dek yaşama fikridir. (Girgin, 2021)
Jaspers’a göre Nietzsche, gerçek ama ölümcül olarak adlandırdığı oluş felsefesinde; oluşun kendisini “olmanın kendisi” olarak ele alır bu durumda olmak, sonsuz tekrarlanmanın döngüsü olarak sürekli kendini yeniler. “Döngü olmuş olan bir şey değil, ezeli yasadır. Tüm oluş döngünün içindedir.” (Jaspers, 1947)
Buraya kadar toparlamak gerekirse, bengi dönüşe herhangi bir bakımdan benzeyen birçok geri dönüş fikri Nietzsche’yi etkilemiştir ancak bu noktada zorunlu bir bağlantı kurmak da doğru değildir.
Bengi dönüş düşüncesinin en açık ifadesini Şen Bilim adlı eserinin 341. pasajında görebiliriz:
En büyük ağırlık- Ya bir gün, belki de bir gece, bir iblis ruhunun en derin yalnızlığında seni yakalayıp dese ki: Şimdi yaşamakta olduğun ve bugüne kadar yaşadığın şu hayat, bir kere daha ve sayısız kereler yaşamak zorunda kalacağın hayattır; yeni hiçbir şey olmayacak, tersine hayatında sözcüklere sığmayacak kadar küçük ya da büyük ne varsa, her acı, her sevinç, her düşünce ve iç çekiş, hatta bu örümcek ve ağaçların arasından beliren şu ay ışığı ve hatta şu an ve ben kendim, hepsi aynı sırayla ve aynı sonuçlar üreterek, sana geri dönecek. Varoluşun kum saati sonsuza dek tekrar tekrar ters çevrilecek ve sen onun içindeki bir kum tanesinden başka bir şey olmayacaksın! Şaşırıp kalır, sonra dişlerini gıcırdatıp böyle söyleyen iblise lanet mi okursun? Yoksa “Sen iyi birisin ve ben şimdiye kadar bu kadar ulvi bir şey duymadım” yanıtını verdiğinde yaşayabileceğin o muhteşem anın keyfini mi çıkarırsın? Eğer bu düşünceye kendini kaptırırsan, seni değiştirecektir ama belki de ezecektir… Kendine ve hayata karşı, bu nihai onay, bu mühürden başka hiçbir şey için bu kadar yanıp tutuşmayacak hale geldiğin oldu mu? (Nietzsche, 2003, p.206)
Burada iblisin söyledikleri bir çatışmayı doğurur. Ya bu durum karşısında kaygılarımızın ve korkularımızın altında eziliriz ya da kendimizi yaptıklarımızın toplamıyla birlikte değerlendirip “yine olsa yine aynı şeyi yapardım” düşüncesinden yola çıkarak Nietzsche gibi “Bir daha!” deriz. Ancak burada çatışma gibi görünen şey nihai kabulün gerçekleşebilmesi için de bir yol haritası olabilir. Çünkü en derin çaresizlik içinde en ağır yük olarak gelen bir düşünce söz konusuyken ikinci ihtimal değil birinci ihtimal de gerçekleşebilir. Eğer bu çaresizlik ve yalnızlık en ağır yük olarak yaşanıyorsa muhtemelen yaşanılan hayatın sorumluluğu alınmamış, başkaları tarafından belirlenen insanın kendine yabancılaştığı bir hayat yaşanmıştır ve böyle bir hayata da “bir daha” demenin ihtimali yok gibidir. Bu durumda ilk ihtimal içinde gerçekleşen bir düşünce egzersizi bizi ikinci ihtimale ulaştıran bir bakış açısının temelini oluşturuyor olabilir. Eğer iblisten sonra kişinin hala vakti varsa geçmişin sorumluluğunu üstlenip sonraki kararları “bir daha” diyebilmek adına kendisi alabilir.
Tüm bunların dışında şöyle güçlü bir ihtimal de vardır; iblis bunları tam da ölmek üzereyken söylemiş olabilir. Çünkü hayatının ortasında olan biri geleceği bilmediğinden bu düşünceye karşı kararsız ya da kayıtsız kalabilir. Eğer Nietzsche böyle bir durumu kastettiyse, bu düşünce sonuna gelinen bir hayatın değerini ölçmek adına bir testten öteye gidemez. Çünkü artık yaşanacak bir şey kalmamıştır ve yaşanan hayatın kişinin kendisinin belirleyip belirlememesine dayalı isyan ya da kabulle gelen sevinç vardır. (Girgin, 2021)
Nietzsche’nin düşünceleri birbirleriyle olan bağlantılarıyla değerlendirildiğinde onun nihai amacının yaşamı olumlamak olduğu genel kabuldür. Hayatın olumlanması geçmişin ve şimdinin kabulüne dayanır. İnsanın her yaşadığı kendiliğinin bir parçası olarak eşit ölçüde kıymetlidir ve kişinin her eyleminde ortaya çıkar. Geçmişte meydana gelen şeylerin kabulü gelecekte meydana gelecek her şeyin sonsuz tekrarını istemeye olanak sağlayan bengi dönüş, en yüksek kabul ilkesinin baş aktörüdür. Kişinin hayatının her bir parçasının diğer parçalar tarafından izlenen ve belirlenen bir şey olması, en küçük bir farklılığın bile her şeyi farklı kılacağı anlamına gelir. Bu nedenle kişi kendini gerçekleştirmekten kaçtığı için de bengi dönüşü onaylayabilir. Döngü, tüm ihtimalleriyle sürekli; ihtimallerin dayanağı bakımından bir “kendi kendinelik”tir.
Bengi dönüş, yaşamın değerini test etmek için bir düşünce deneyi olarak kabul edildiğinde bu temel ön koşul yalnızlıktır. (Bengi dönüş kavramında Nietzsche’nin Herakleitos’un yaşamı ve felsefesinden etkilendiği kısım da burada göze çarpıyor.) Birinin tüm sosyal çevresinden; en samimi bağlarından ve kimliğinden kopmuş hissetmesi, normlara ve toplumsal değerlere karşı eleştirel bir duruşu beraberinde getirir. Bu da Nietzsche’nin en çok üstünde durduğu konulardan biri olan “değerlerin yeniden değerlendirilmesi” sonucuna çıkar. Ortaya çıkan müthiş düşünce şudur; ya toplumsal değerler bizi yalnızlığa iter ve kendimizi değerlendiririz ya da kendimizi değerlendirdiğimiz için toplumsal olan değerlerin etkileyemeyeceği, özgün ve sağlam bir yalnızlık inşa ederiz.
Yalnızlık düşüncesi kişinin kendisini dönüşümünün zorluğuyla yüzleşmeye davet eder ve kişiyi kendisine meydan okumaya zorlar. Dolayısıyla bengi dönüş kendi yalnızlığımızın üstesinden gelmeyi ve kendimizi aşmayı sağlayan bir düşünce olarak görülebilir.
Başlangıçta insanı fazlaca ürperten bu akıl yürütmenin amacı insanı bir çıkmaz sokağa hapsetmek ve onu bir çıkış yolu bulmaya -tek bir çıkış yolu- bulmaya zorlamaktır. O, bizden karanlığı önceleyerek kendi aydınlığımızı yaratmamızı ister. Bu noktada şunu sorabiliriz; her geldiğimiz hayatta sürekli tekrarlanan bir döngüye gireceksem ulaşacağım çıkış noktası ne olabilir? Bu noktada aklımıza Stoacılıkta da sıklıkla rastladığımız “Amor Fati” düşüncesini getirebiliriz: kaderini sev. Kaderine razı ol ve ondan zevk almaya çalış. Nietzsche bu andan itibaren insanı hem çaresiz bırakan hem de çaresizlikten bir oluş ve döngüye doğru uzanan eşsiz bakış açısıyla tıpkı Ouroboros yılanının temsil ettiği mitolojik anlamlar gibi efsanevi bir yaşayış sunar. O’na göre tüm yaşamlar sonsuz defa yeniden yaşanacak ve her defa aynı olacaktır. Burada zamanın döngüselliği adeta bir çember seyrini izler. Bu çemberin içerisinde her şeyin sürekli değişim geçirmesi de “oluşum” hâlinde olmanın mevcudiyetidir. Yani olanın kendisi, sürekli ve yeniden oluştur. Zamanın ve onun boyutlarının, çeşitliliğin ve onun yeniden üretiminin sentezi; oluşun ve kendisini oluşta olumlayan varlığın, ikili olumlamanın sentezi. O hâle ebedi dönüşün kendisi, özdeşlik olmayan, ama bütün bu bakımlardan hakiki bir yeter sebebin beklentilerini karşılaması gereken bir ilkeye bağlıdır.” (Deleuze, 2012)
Döngü Olarak Hayatın Nasıl Yaşanacağı
Antik Mısır’dan Orta Çağ İngiltere’sine kadar uzanan Ouroboros yılanı miti toplumların yüklediği anlam bakımından yeniden doğuşa; üretime, doğurganlığa, yer ile göğün bir oluşuna ve devamlı döngü içerisinde kendini yenileyişine atıflarda bulunması yönüyle Nietzsche’nin yaşadığı dönem insanına ve toplumuna bir çıkış noktası sunması bakımından özdeş nitelikte ele alınabilir. Kendine/ kaderine dönüş, aslında kişinin karanlık ve çaresizlikle yoğurarak yalnızlığı içerisinde yeniden inşa ettiği fakat değiştiremediği her şeyin bütünü şeklinde çemberde buluşur. Bengi dönüş sayesinde “her şeyin tekrar ettiğini” kabul edebilirsek yaşam aynı derecede korkutucu ve kaygı verici olmaktan çıkacaktır.
İnsan dönüp duran, taşıp akan, kuruyup yeniden yeşeren ancak bu döngüyü kaybetmeyen ve bu döngüyü sevmeye yönelen bir Ouroboros yılanı olamaz mı? Belki de aynı döngünün farklı bir yerinde şöyle özetliyordu Nietzsche:
Yaşadığın ve yaşamakta olduğun bu hayatı, yeniden ve sayısız kere daha yaşamak zorunda kalacaksın; içinde yeni hiçbir şey olmayacak: Yaşamındaki her acı, her sevinç, her bir düşünce ve her bir soluk, tarif edilemeyecek kadar küçük ya da büyük her şey, arka arkaya ve aynı sırayla, sana dönecek. Ağaçların arasından süzülen şu alacakaranlık ve şu örümcek bile, şu an ve ben kendim bile. Varoluşun sonsuz kum saati, içinde toz lekesi olan sen ile, yeniden ve yeniden baş aşağı çevrilecek. (Nietzsche, 2003, p.206)
Kaynakça
- Deleuze, Gilles. (2012). Nietzsche ve Felsefe. İstanbul. Norgunk Yayıncılık.
- Girgin, D. (2021). Nietzsche’nin bengi dönüş düşüncesi (Master’s thesis, Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü).
- Kalkan, H., & Deniz, Ö. (2021). Yılan Figürü ve Sembolizm. İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, 10(3), 2328-2344.
- Kleinman, Paul. (2018). Felsefe 101. İstanbul. Say Yayınları.
- Malçok, S., & Aktaş, R. G. (2016). Mitolojide Kök Hücrenin İzleri. Maltepe Tıp Dergisi, 8(3), 40-43.
- Nietzsche, F. (2003) Şen Bilim. (Çev. Levent Özşar). Bursa: Asa Kitabevi
- Nietzsche, F. (2020). Böyle Buyurdu Zerdüşt. Kırmızı Kedi Yayınevi.
- Sivri, M., & Akbaba, C. (2018). Dünya mitlerinde yılan. Folklor/Edebiyat, 24(96), 53-64.
- Sümer, N. (2016). Dinsel ve mitolojik bir sembol olarak yılan.
- Şanlıoğlu, Taner. (2022). Nietzsche-Kaderini sev, çünkü aslında hayatın bu. İstanbul. Destek Yayınları.
- Tanner, Michael. (2021). Nietzsche-Çok Kısa bir Başlangıç. İstanbul. İstanbul Üniversitesi Kültür Yayınevi.