Hiç İtalya’ya gittiniz mi? Gittiyseniz Romalıların meşhur “Chi va a Roma e nun vede la Ritonna asino va e asino ritorna.” ''Roma'ya seyahat eden ve Pantheon'u ziyaret etmeyen budala olarak gelir ve...
Sinemanın varlık nedenini sorgulayan iki temel perspektif vardır. İlk olarak, sinemanın dünyayı müdahalesiz olarak yansıtması gerektiğini savunan bir bakış açısı vardır. Diğer bir perspektif ise sinemanın sanatçının yaratıcılığı ve hayal gücüyle sınırlı bir estetik form olduğunu savunur.
Sanat, özgün ve özerk bir kimlik arayışının entelektüel etkinlik alanıdır. Sanatın birey üzerinde kendi olmayı öğreten bir özgürleşme öğretisi vardır. Sanatçı ise kültürel ve etik koşulların biçimlendirdiği bir benlikten ayrılarak kendi özerk kimliğini oluşturma doğasına sahiptir. Bununla birlikte sanatçı, bilinen toplumsal normlara karşı bağımsızlaşma yolunu seçer.
Başlıksız şiir aslında başlığa ihtiyaç
duymayan ve modern çağın yalnızlarına usulca bir şeyler fısıldayan bir şiir. Hepimizin ya da bazılarımızın yaşadığı hayat kırıntılarını doğru malzemelerle bir araya getirerek onu bir ana yemeğe dönüştürmüş.
Hayatın her alanında ayak seslerini gümbür gümbür duymaya başladığımız yapay zeka sanatta da etkisini göstermeye ve bazı tartışmalara sebep olmaya başladı. Şu zamana kadar bir araştırma ve yardım aracı olan yapay zeka artık kendi sanat eserlerini üretebilecek seviyeye geldi veya gelmek üzere.
Kieslowski filmde ne anlatmaya çalıştığını şöyle belirtmiştir: “Sevdiklerini kaybetmiş bir kadının perspektifinden dünyanın neye benzediğini anlatmak istedik. Kadın için önemli olan nedir? Dünyaya nasıl tepki göstermektedir? Nelere bakmaktadır?” (Toker, 2020).
Three Colors: Blue'daki Julie karakterinin yanı sıra Kieslowski'nin diğer film karakterleri incelendiğinde, kadın profili üzerinden yaratmak istediği özgürlük imgesinin önemini P. McGavin ve Z. Banas (2016) ile yaptığı röportajda şöyle aktarmıştır: “Oyunculara özgürlük hissi vermek ve filmde rollerinden fazlasına katkıda bulunduklarını hissettirmek için çaba gösteriyorum. Onlar hayat deneyimlerini kullanırken, ben de onlardan öğreniyorum."
Kişinin varoluşu, özgürlüğüne mi bağlıdır? İnsan gerçek özgürlüğün özüne, duyduğu bunaltıyı hiçliğe dönüştürmesiyle ulaşabilir miydi? Özgürlüğü hiçlikle kuracağı bağda bulacağına inanan Julie'nin, evden ayrılırken yanında götürdüğü tek şey Anna’nın odasında asılı duran o mavi avizedir. Nitekim bu duruma varlığın nesneyle ilişkisini sorgulayan Roquentin şu düşüncesiyle değinmiştir: “Nesnelerin insana dokunmaması gerekir çünkü onlar canlı değildir. Aralarında yaşar, onları kullanır, sonra yerlerine koyarız; yararlıdırlar, işte o kadar. Oysa bana dokunuyorlar. Çekilmez bir durum bu. Onlarla bağlantı kurmak korkutuyor beni. Sanki hepsi birer canlı hayvan gibi.”
Film, Julie'nin insanlarla yeniden bağlantı kurma ve varoluşunun anlamını bulma sürecini hiçlikle ören bir dinamizmle başlamıştır. Varoluşun anlamını, sonuç olarak Julie'nin özgürlüğünü ve yaşamını anlamlandırma sorumluluğunu taşıdığına dair güçlü bir mesaj sunmuştur.
İnsanın varoluş problemi ve irade özgürlüğünü kanıtlama isteği her zaman mücadelesini devam ettirmiştir. Bu mücadele sonucunda yabancılaşma beraberinde içsel bir sosyal izolasyon kazanmaktadır. İşte bu noktada birey bütün bir varoluş problemi ve yalnızlaşma duygusu ile karşı karşıya kalmaktadır. Kendini bu kanıtlama yolunda savaşan bir asker olarak gören birey Nietzsche'nin "üstinsan" evrelerinden geçerken aynı zamanda bütün varoluşçu karakterlere de göz kırpmaktadır. Bu varoluş problemi kimileri için geleneksel veya sosyolojik engeller olurken Truman içinse bir Sea Haven olmaktadır. Hiçbir ütopya bireyin özgür benliğini ortaya koymasına izin vermedikçe hapishaneden öteye geçemeyecektir. Bundan dolayı birey her zaman özgürlüğe, Fiji'ye yelken açacaktır.
Pier Paolo Pasolini'nin ideolojik sinema dili ile yarattığı Şahinler ve Serçeler (Uccellacci e Uccellini,1966), Marx'ın sınıf ayrımını temel alarak sınıflar arası çatışmayı, özel mülkiyet sorununu ve tanrı inancını sorgulamak adına izleyiciyi bir yolculuğa çıkarıyor.