Uzun yıllardır siyaset üstü denilerek egemen sınıfın halkı uyutma aparatı olarak kullandığı ve bunun karşısında duranlara da hain denildiği “hepimiz aynı gemideyiz” sloganına iki ayrı yerden bakalım. Burada iki şey var. Emek araçlarını elinde bulunduran egemen sınıf halkı zihinsel körelmeye iter. Sonuç olarak da halk kendisini, ezen sınıf ile aynı gemide görme yanılgısı içerisine düşebilir. Oysa Dünya Eşitsizlik Raporu’na göre Türkiye’de en zengin yüzde 10 tüm gelirin yüzde 67’sini almakta. “İşte bu ekonomik krizin yarattığı geleceksizlik ve umutsuzluk hissi bireylerin kendi yaşamlarına dair beka, yani varoluş kaygılarıyla, milliyetçiliğin köpürttüğü beka söylemi birleşmektedir”. Ve ezen ve ezilen iki taraf için de aynı vatan ideali biçilmektedir. Ne güzel hikaye ama !
ÖZ
Popülizmin siyasette kullanımından öte son çeyrek yüzyılda dünyada artan sağ popülist liderleri ele alacağız. Sağ popülist liderlerin ‘karizmatik otorite’lerine Weber açısından bakarken aynı zamanda liderlerin toplumu bir arada tutmak için uyguladıkları ‘kolektif bilinç’ meselesini...
Sinemanın varlık nedenini sorgulayan iki temel perspektif vardır. İlk olarak, sinemanın dünyayı müdahalesiz olarak yansıtması gerektiğini savunan bir bakış açısı vardır. Diğer bir perspektif ise sinemanın sanatçının yaratıcılığı ve hayal gücüyle sınırlı bir estetik form olduğunu savunur.
Sanat, özgün ve özerk bir kimlik arayışının entelektüel etkinlik alanıdır. Sanatın birey üzerinde kendi olmayı öğreten bir özgürleşme öğretisi vardır. Sanatçı ise kültürel ve etik koşulların biçimlendirdiği bir benlikten ayrılarak kendi özerk kimliğini oluşturma doğasına sahiptir. Bununla birlikte sanatçı, bilinen toplumsal normlara karşı bağımsızlaşma yolunu seçer.
Sosyoloji biliminin Çağdaş Sosyoloji kuramcılarından Sembolik Etkileşimcilik bağlamında çalışan Goffman, Yapısalcılık ve Marksisizm hakkında çalışan Althusser, Çatışma teorisi hakkında çalışan Dahrendorf’u “toplumsal eşitsizlik” bağlamında inceleyeceğiz.
Bu yazı, Spinoza'nın Kartezyen ontolojinin Tanrı algısına yaptığı bir müdahaleyle ontolojide gerçekleştirmiş olduğu dönüşümün politikaya ve etiğe olan etkisini konu almaktadır.
Pier Paolo Pasolini'nin ideolojik sinema dili ile yarattığı Şahinler ve Serçeler (Uccellacci e Uccellini,1966), Marx'ın sınıf ayrımını temel alarak sınıflar arası çatışmayı, özel mülkiyet sorununu ve tanrı inancını sorgulamak adına izleyiciyi bir yolculuğa çıkarıyor.